Darağacında 15 kadın: “Ah Dünya!”

Kitabın adı, "Darağacında 15 Kadın". 1930’lu yıllarda yoğunlaşan 15 kadın idamının öyküsünü anlatmakta. İdam edilen kadınlar çoğunlukla köy kökenli ve yoksul insanlardır; küçük yaşta evlendirilmişlerdir.

Bu yılın başından beri, bugün artık tamamen anakronik olarak görülebilecek bir konuyla ilgili kitap yazım çalışması içindeyim. Kitabın adı bile şimdiden belli: Komintern’in Kapıları.

KAPILAR… KAPILAR…

1921 yılında, Petersburg’da başlayıp Moskova’da devam eden Komintern’in II. Kongresi’nde (Moskova Kapısı) kabul edilen 21 Koşul’un ele alınıp tahlil edilmesiyle başlayan kitap, Almanya Kapısı (1918-19 Spartakist Devrimi’nin bastırılması); Türkiye Kapısı (Kürt isyanları konusunda Komintern ve TKP’nin tutumu); Kafkasya Kapısı (Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın Kızıl Ordu tarafından işgali); Çin Kapısı (Komintern ve Kuomintang); İspanya Kapısı (İspanya proleter devriminin bastırılması) bölümleriyle devam ediyor.

DARAĞAÇLARINDAKİ KADINLARA AÇILAN BİR BAŞKA KAPI

Bir konuya yoğunlaştığım zaman farklı konularla ilgilenemem. Ne var ki, çok eski bir arkadaşım elime öyle bir kitap tutuşturdu ki, bu kitap beni 8 aydır içinde bulunduğum çalışmadan çekip aldı, bambaşka bir dünyaya götürdü. Zaman olarak değil, ruhsal olarak… Kitabın adı:

Darağacında 15 Kadın

Kitabın yazarı Tarık Işık; Sözcü Kitabevi; 1. Baskı, Haziran 2022. Elimdeki 3. Baskı, Temmuz 2023.

Kitabın alt başlığı: Türkiye’de İdam Edilen Kadınların Gerçek Hikâyeleri (1931-1971)

“MAZBATAYI KABUL EDENLER… ETMEYENLER… KABUL EDİLMİŞTİR”

“Suçlu” olarak görülen kadınların idamı, Meclis’te, Meclis Başkanı’nın bir müzayedeci ağzıyla söylediği bu kısa cümlelerle onaylanır.

Tarık Işık’ın anlatımlarıyla devam edecek olursak, “Kaynak İtalyan Ceza Kanunu’ndan farklı olarak ölüm cezası yaptırımını öngören hükümler de içeren Ceza Kanunu Layihası (tasarısı) Meclis’te 1 Mart 1926’da görüşülür. Şu ilginç “tesadüfe” bundan sonraki yazımda gireceğim ama hemen belirteyim, tek eşli evliliği yasal kılan Medeni Kanun’un Meclis’te kabulü, idamın kabulünden yaklaşık 15 gün öncedir: 17 Şubat 1926. Öte yandan, Şeyh Sait’in ve yüzlerce taraftarının, İstiklal Mahkemesi kararıyla bir yıl önce (Haziran 1925) asılarak idam edildiğini de belirtmeden geçmeyeyim.

İdama ilişkin “Layihayı sunan ve savunan Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt), doğrudan idam cezasına değinmemekle birlikte layihanın ‘demokratik’ olduğunu söyledikten sonra şöyle der: ‘Ceza kanunumuz çok serttir. Çünkü inkılâp çok kıskançtır.’”

Yazar, bundan sonra “Layihanın aleyhinde konuşan Dersim Mebusu Feridun Fikri (Düşünsel)’in itirazına yer verir. Düşünsel, ‘idam cezasının kaldırıldığı ve kanunlarında olduğu halde uygulanmayan Avrupa ülkelerini saydıktan sonra İtalya’yı örnek gösterir. ‘… diğer memleketlere göre daha çok suç işlenen İtalya’da idam cezasının kaldırılmasının Türkiye’de de kaldırılmasında mahzur olmadığına yeterli delil olduğunu’ söyler.” (s. 45)

Düşünsel’in itirazı Meclis’te reddedilir.

ASILARAK ÖLDÜRÜLEN AŞK KURBANLARI

Yazar kitabında, özellikle 1930’lu yıllarda yoğunlaşan 15 kadın idamının öyküsünü anlatmaktadır. İdam edilen kadınlar çoğunlukla köy kökenli ve yoksul insanlardır; küçük yaşta evlendirilmişlerdir; hiçbir sosyal çevreleri yoktur.

Tarık Işık, basında ve adli kararlardaki dönemin tanımlamalarını ve kullanılan ifadelerini benimsemediğini göstermek için tırnak içine alarak şöyle demektedir:

“Asılan 15 kadından 10’u, ‘âşıklarıyla tam bir serbesti içinde şehevi arzularını tatmin edebilmek imkânına sahip olmadıkları için’ kocalarını öldürdü. Neden bu kadınlar kocalarından ayrılma yolunu değil de öldürmeyi seçti? (abç, GZ) Kadının ekonomik özgürlüğünün olmamasının ve toplumdaki yerinin cinayetlerin işlenmesinde hiç mi etkisi olmadı?” (s. 266)

Yazar, kadın sorununa da yer yer değinmekle birlikte kitabında ağırlıklı olarak idam cezasını insani açıdan tartışmakta ve karşı çıkmaktadır. Öte yandan, kitapta yer verdiği Orhan İyiler, konuya oldukça doğru bir yaklaşım sunmaktadır:

“Orhan İyiler, Türkiye’de idam edilen kadınların suçunun ‘zamansız aşkları’ olduğunu iddia eder. İyiler’e göre, bir ikisi dışında asılan kadınların hemen hemen hepsi çocuk denecek yaşta kendilerinden kat kat yaşlı kocalarına ‘satılmışlar’dır. On iki-on üç yaşlarında evlendirilmiş, kocaları tarafından cinsel istismara uğramış, kırk yaşlarına yaklaştıklarında karşılarına çıkan delikanlılara sevdalanmış, sevgiyi ve cinsel duyguyu ilk kez bu genç delikanlılarla yaşamaya başlamışlardır. Önlem alamadıkları sevgileri de onları kocalarını öldürmeye götürmüştür.” (Aktaran Tarık Işık, s. 40)

“AH DÜNYA!”

Orhan İyiler’in bu sınıfsal ve özgürlükçü yorumu konuyu epeyce aydınlatmakla birlikte bir nokta yine de karanlıkta kalmaktadır. Bu tür durumlar her dönemde olmakla birlikte neden aşk nedeniyle işlenen cinayetler ve ardından devlet eliyle işlenen cinayetler (idamlar) 1930’lu yıllarda aniden yoğunlaşmıştır? Bunu, bundan sonraki yazımda ele alacağımı belirtirken yazımı, kitaptan, Cellat Ali’nin, 29 yaşındaki Vecahet Altın’ın 1944 yılındaki idamına ilişkin (sevgilisi Hasan Sayan’ın idam hükmü, yaşı küçük olduğundan 30 yıl hapse çevrilmiştir) şu yürek yakan anlatımıyla bitireyim:

Vecahet Altın, “Çeşme ilçesine götürülüyorsun” diye kandırılarak idam sehpasının olduğu yere getirilir.

En ufak bir itirazda bulunmadan otomobile bindi. Çeşme’ye gideceğimizi sanırken son nefesini vereceği sehpanın karşısında otomobil durunca şaşırdı…

  • Anam! Diye inledi. Beni asmaya getirdiniz…

Birden kuvveti kesildi. Sehpanın önüne yığıldı. Başını masaya dayadı, öylece kaldı...

  • Haydi kızım, dedim. Artık vakit geldi.

Koluna girip onu ayağa kaldırdık. Ellerini arkaya götürüp bağladık. Sonra da masanın üstüne çıkardık… gözlerinden durmadan yaş akıyordu:

  • Ah dünya! Diye inledi…

Masayı bir anda devirdim. Aşk için kocasını öldüren Vecahet Altın bir iki defa sallandı. Sonra hareketsiz kaldı.” (s. 215-216)

Gelecek yazı: Medeni Hukuk’taki “Tek eşli”liğin kabulüyle kadınların aşk cinayetlerinin arasında bağlantı var mı? Bugünkü kadın cinayetleriyle ilintisi…


Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gün Zileli Arşivi