ayşe düzkan
dayanışma yetmez
deprem gibi afetlerin bir imtihan olduğu doğru; devletin ne kadar organize, ne kadar vatandaştan yana, ne kadar şeffaf olduğunun ve iyi yönetilip yönetilmediğinin imtihanı. türkiye cumhuriyeti 1999 depreminde, bu sınavda başarısız oldu. o dönem, sivil toplum terimi bu kadar yaygın bile değilken, sivil toplumun yani devletten bağımsız çalışan yapıların çabaları, dayanışması olmasaydı, facianın sonuçları çok daha ağır olurdu. devrimci, solcu gençlerin, feminist kadınların deprem bölgesinde, evlerini, yakınlarını kaybetmiş insanlarla aynı koşullarda, günler, aylar boyu, bazen yeterli yiyecek ve içme suyuna bile ulaşamadan, yardım faaliyeti yürüttüğünü hatırlayanlar vardır.
sağın, minnet, şükran karşılığında yardım kültürüne karşı sol siyaset, dayanışmayı iyi bilir. bundan yirmi yıl önce (ayrıca van depreminde de) dayanışmayı başardık ama aradan geçen yirmi yıl bunun yeterli olmadığını gösteriyor. çünkü türkiye bir deprem ülkesi, asla anlaşamayacaklarında ısrar edilen batısıyla doğusunu bir kader gibi bir araya getiren fay hatları var altında.
nitekim 1999 depreminden sonra, zamanın cumhurbaşbakanı süleyman demirel, "altımız çürük, türkiye depremle yaşamayı öğrenmeli," demişti. o günlerde hürriyet gazetesinde yazan bekir coşkun’un bir yazısını hatırlatmak istiyorum:
"Devletin altyapısının hemen hemen hiç olmadığı, işte evlerle birlikte çöken Kızılay'dan, Sivil Savunma'dan, ilkyardımdan, ulaşım ve haberleşmeden ortaya çıkmadı mı?..
Deprem doğadan geldi diyelim, ya bunlar?..
Sormaz mısınız:
‘Üstümüz sağlam mı?..’’’
demiş ve devam etmiş coşkun:
"Neyse ki Ecevit çifti el ele ve kulak kulağa gidip yardımları denetlediler. Baktım, girmiş Bolu'da çadırlara bakıyorlar. Hani kazıkları nasıl, ipleri kalın mı, kapısı nerde?..
Üç gündür bir damla yağmur yağmadığı halde, çadırların yine de su geçirmediğini gören Rahşan Hanım fısıldadı, işte o an kulağın sahibi Başbakan söyledi:
‘Halkımızı mutlu gördüm...’
Ne yapacaksınız?..
Mutludur halkımız mutludur...
Deprem olmuş, dünyaları yıkılmış...
Altımız çürük, üstümüz çürük...
Halkımız mutlu..."
bu satırlar size de, evlerinde kalamadıkları ya da daha kötü bir ihtimalle evleri yıkıldığı için çadırda kalan elazığlıların mutlu olup olmadığını merak eden cnnturk muhabirini hatırlatmadı mı? basın eskiden haberin yanı sıra, izleyenlere umut verecek hikâyelerin peşinde de koşardı. artık haberi pek iplemiyor, sadece hikâye peşinde. yani o gün siyasetin, ecevit’in yaptığını bugün basın üstleniyor.
öyleyse bütün soruları, bütün hesapları sormak solun boynunun borcu.
itü maden fakültesi jeoloji bölümü öğretim üyesi prof. dr. naci görür, 2014 yılında, 1tü’deki görevini ve marmara denizi’ndeki deprem araştırmalarını bırakmıştı. deprem konusunda en yetkin ve güvenilir isimlerden ve aslen elazığlı olan görür bundan dört ay önce, yine cnnturk’te katıldığı bir programda, elazığ ve civarında deprem tehlikesine dikkat çekmişti. sadece o da değil, halen istanbul üniversitesi mühendislik fakültesi jeoloji mühendisliği bölümünden prof. dr. şener üşümezsoy da geçen ay benzer uyarılarda bulundu. bu bilim insanlarının uyarılarının neden dikkate alınmadığını ve neden herhangi bir tedbir alınmadığını sormamız gerekiyor.
türkiye cumhuriyeti 1999 yılından beri deprem vergisi topluyor. bu vergi bir yıllığına yürürlüğe konmuştu, sonra kalıcı hale getirildi. 2011 yılında, zamanın maliye bakanı mehmet şimşek bu vergiden toplanan 46-48 milyar liranın, eğitim, sağlık, duble yol, demiryolları gibi alanlarda kullanıldığını açıklamıştı! o 46-48 milyar lira geçen yıllarda daha da artmıştır tabii. devlet onlarca başka vergi topluyor bütün bu işler için. özellikle son iki yılda, elektrik, su gibi, aslında parasız sağlanması gereken hizmetler için ödenen paranın yarısından fazlası vergi! bu şartlar altında deprem vergisi neden depremle ilgili tedbirlere harcanmadı?
elazığ sivrice ve malatya’da incelemeler yapan chp milletvekilleri sezgin tanrıkulu ve veli ağababa, geçen yıl yapılmış olan kaymakamlık binası, merkez cami ve emniyet müdürlüğünün neredeyse kullanılamayacak durumda olduğunu belirtti. bir binanın depreme dayanıklı olması imkânsız değil, bırakın yeni teknolojilerin getirdiği avantajları, i.s. 179 yılında inşa edilmiş olan elazığ meryem ana kilisesi’nin sapasağlam olduğu bildiriliyor. herhangi bir konutun da depreme dayanıksız olarak inşa edilmesi kabul edilemez ancak üç kamu kurumunun depremde yıkılacak hale gelmesi, var olan yönetmeliklerin kamu kurumları için dahi uygulanmadığını gösteriyor. büyük bir depremin beklendiği istanbul’da depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle yıkılıp yeniden inşa edilen yapılar acaba ne durumda?
insanlar, "olay yerinde incelemelerde bulunma"nın hiçbir anlamı olmadığını biliyor, neyin göstermelik neyin gerçek olduğunu ayırt edebiliyor, malzemeden çalan müteahhitlerin yaptığı evlerde ölmenin kaderleri olmadığının farkında, insanlar olup bitenin siyasi olduğunu görüyor. devlete, daha doğrusu hükümete olan güvensizlik büyüyor ve bunun sorumlusu muhalefet değil. bir twitter hesabı, "haluk levent’e bağış yaparsam paramın yerine ulaşacağını bilirim, kızılay’a yaparsam cihatçılara silah mı olacak, afrika’da 10 bin nüfuslu bir kente 20 bin kişilik cami fantezisine mi gidecek…." diye yazmış. yöneticilerinin maaşlarının dört yılda yüzde 400’e yakın artış yapıldığı kızılay şu ekonomik krizde, şu işsizlikte, asgari ücretin ücret haline geldiği, çoğu insanın sigortasız ve asgari ücretin altında ücretle çalıştığı dönemde, bağış çağrısı yaptığında, insanlar… onun çaresini de içişleri bakanı süleyman soylu düşünmüş, sosyal medyada depremle ilgili paylaşımlarla ilgili takibat yapılacağını açıkladı. bağışın hesabını tutabiliriz, vergilerimizin hesabını bile belki sorabiliriz ama uzmanların güvenli raporu verdiği evlerimizi ne yapacağız?
solun oylarıyla kazanılan yerel yönetimlerin göstermelik olmayan yardımları, destekleri gurur verici. akp iktidarının lanetlediği bölgelerde örgütlenen dayanışma hepimize ümit veriyor. ama halkın soldan beklediği bunun ötesinde. bugün, türkiye cumhuriyeti tarihinin en olağanüstü dönemlerinden birinden geçerken, depremden sele herhangi bir afet karşısında, siyasetten uzak durarak dayanışma göstermek mümkün değil. çünkü başımızda büyük bir felaket var, bütünüyle siyasi bir felaket!