‘Demir Pençe’nin kurbanları

‘Demir Pençe’, 1970’lerin sonundan 1990’lara kadar Amerikan güreşine yön vermiş Von Erich ailesinin trajik öyküsü. Yalnızca spor filmi olarak değil, Amerikan rüyasının çelik çekirdeği ailenin ‘lanetini’ gösterme becerisiyle de dikkate değer.

Sean Durkin, 2011 tarihli “Paranoya” ile dikkatleri çektikten sonra uzun sayılabilecek bir aranın ardından 2020’de “Yuva” (The Nest) ile çıkmıştı seyircinin karşısına. “Yuva”, ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de ise Margaret Thatcher’ın kapitalizmin iplerini tamamen saldığı, neoliberalizmin azgın bir şekilde her yeri yağmalamaya başladığı ve yıldızının parladığı 80’lerde geçiyordu.

Bu tarih aralığında İngiltere piyasasında yıldızını parlatan, Wall Street’e transfer olup büyük paralar kazanmış bir adam ve ailesine odaklanıyordu yapım. Açgözlü bir borsacının hırslarının bir aileyi sürüklediği yıkımın izini sürüyordu yönetmen. Dönem hikayenin ana unsurlarından birisi olmasa da fonda sürekli kendisini hissettiriyordu. 1970’lerin sonundan 1990’ların başına kadar olan tarih aralığı bugünün dünyasının siyaseten, kültürel ve de ekonomik olarak kuruluşusun temellerinin atıldığı dönem olarak kabul edilebilir. Özellikle de Reagan- Thatcher ikilisinin inşa ettiği “yeni dünya düzeni” bugün dünyanın içine düştüğü cehennemin bekleme odasıydı desek yeridir!

Belki tesadüf, belki bilinçli bir şeklide yine aynı döneme götürüyor bizi Sean Durkin. Bu kez, gerçek bir hikayenin peşinde ‘Amerikan ruhu’nun izini sürüyor ve dikkat çekici bir iş çıkarıyor ortaya. “Demir Pençe” (The Iron Claw) Amerikan güreşine üç kuşaktır damga vuran Von Erich ailesinin zaferler ve trajedilerle dolu hikayesinden alıyor ilhamını. 1970’lerin sonlarından 1990’lara kadar uzanan süreçte, ailenin ikinci kuşak erkeklerinin Amerikan güreşi ile kurdukları ilişkiye odaklanan yapım babanın ataerkil gölgesi ve onu besleyen kapitalist rekabetçiliğin yıkıcı sonuçlarını ustaca anlatıyor.

Fritz Von Erich, 1960’larda bu sporu yaparken kendisine özgü ‘demir pençe’ hareketini geliştirmiş, iyi de bir sporcu. Ancak hiçbir zaman arzuladığı başarıyı yakalayamamış, dünya şampiyonluğunu elde edememiş. Bu hayal kırıklığı kapitalizmin rekabetçi ruhu ve ataerkil düzenin tarihsel misyonuyla birleşince oğullarını yerine ikame ediyor Fritz. Amerikan güreşine yönlendirdiği oğulları üzerlerinde yoğun baskı kuruyor hatta onları altından kalkamayacakları kimi rekabetlerin içine sokmakta beis görmüyor.

Von Erich ailesinin gerçek fotoğrafı

Kendisinin ulaşamadığı hedefleri, hayalleri gerçekleştirmesi için oğullarını birer güreş makinesine dönüştürüyor. Bunda muvaffak da oluyor. Üç oğlu Kevin, Kerry ve David hatırı sayılır bir başarı elde ediyorlar bu sporda. Dünya şampiyonluğu da geliyor. Ancak bedeli de o kadar ağır oluyor. Amerikan kamuoyunda “Von Erich laneti” olarak bilinen tanımlamanın da yolu açılıyor.

Film hikayeyi biraz değiştirip anlatsa da gerçek hayatta durum filmde gösterilenden çok daha trajik. Fritz Von Erich, 1997 yılında kanserden hayatını kaybettiğinde, altı oğlundan üçü intihar etmiş, biri güreşe bağlı yaralanmalardan dolayı bir otel odasında ölü bulunmuş, ilk oğlu ise daha çocuk yaşta bir kazaya kurban gitmişti. Yani filmin onun gözünden izlediğimiz Kevin dışındaki bütün çocuklarını kaybetmişti.

Sean Durkin, Von Erich ailesinin bu hikayesini bir trajedi gibi ele almıyor. Tıpkı “Yuva”da yaptığı gibi toplumsal dinamikleri bir aile hikayesinin içinde ustaca eritmeyi başarıyor. Yukarıda özetlediğim dönemin rekabetçi ortamını, ‘Amerikan rüyası’nın açmazlarını göstermeye girişiyor. Çocuklarını kendi mülkiyeti gibi gören bir babanın hırslarının annenin suskunluğu, başarının ve paranın sıcaklığıyla buluştuğu noktada bir trajediye dönüşme hikayesi “Demir Pençe”. Kardeşliği bir rekabet arenasına çeviren başarı arzusunun, güçsüzün elenmesinde bir beis görmeyen ‘ilkel doğa yasası’nın kapitalist toplumda kurulu spor düzeninin amentüsü olduğu gerçeğini de hatırlatıyor öte yandan yapım.

Sean Durkin’in kamerası yine karakterlerine yakın durarak duyguları anlık ifadelerden, jestlerden yakalamamızı istiyor. Güreş sahnelerini bir yandan gerçek ama öte yandan da konuşulan bir senaryo üzerine inşa edilmiş oyun alanı olarak kuruyor yönetmen. Meselenin sportif olarak en iyi olmak değil, aynı zamanda iyi bir oyuncu, şovmen olmak anlamına geldiğini, bütün bunları başarmanın zorluğunu gösteriyor. Bu bakımdan aynı tarihlerde güreşin zirvesine çıkmış bir sporcunun hikayesini anlatan Darren Aronofsky imzalı ”The Wrestler”ı (Şampiyon) da anımsatıyor. Öte yandan bir spor filmi olarak da “Foxcatcher” ve “I, Tonya”nın izinden gittiği söylenebilir.

Zac Efron, Jeremy Allen White, Lily James, Harris Dickinson, Maura Tierney ve Holt McCallany gibi isimlerden mürekkep oyunculardan da en yüksek verimin alındığının altını çizelim. “Demir Pençe”, yalnızca iyi bir spor filmi olarak değil, Amerikan ruhunun çoğu zaman bir ‘lanet’ olduğunu gösterme maharetiyle de dikkat çekici bir yapım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenay Aydemir Arşivi