Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Demokrasinin en uzun şafağında demos
Osmanlı ve Türkiye tarihinin beşinci ve Cumhuriyet tarihinin ikinci demokrasi şafağını bir darbe ile başlatmaktaki paradoksun ve ironinin farkındayım. Nitekim, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin uzun süre yandaş çevrelerce devrim/ihtilal olarak görülmesi veya karşıt çevrelerce darbe olarak adlandırılması bu paradoksla ilgilidir.
Demokrasi tarihi bağlamında 1960 sonrasıyla ilgili söylenecek çok şey var, ama konumuzu oluşturan, bu süreçte demosun yer(sizliğ)i sorunsalı bağlamında iki noktaya dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi, çok partili sistem bağlamında dikkat çeken, sonraki askeri darbelerde de karşımıza çıkacak olan bir tavırdır: Darbeciler, yönetimlerinin geçici olduğunu, hedeflerinin işleyen çok partili sisteme dönüş olduğunu daha başından ilan etmişlerdir. Bu sisteme hazırlık amacıyla anayasayı ‘sivil’ elitlere hazırlatmaları, darbe yönetimleri bağlamında şaşırtıcı değildir. Ancak bu sivil katılımın, cumhuriyetin bekçisi olmaya hazır hale gelmiş (modernleştirilmiş, medenileştirilmiş veya asimile edilmiş) genelde şehirli çevrelerle sınırlı tutulduğunu unutmamak gerekir.
Anlaşılan, demokrasinin çok partili sistemden öte bir şey olduğu, eğitimli orta sınıflar sayesinde öğrenilmiştir. Önceki siyasi rejimin radikal değişimi anlamına gelen, güçler ayrılığından sivil toplumun siyasete katılımına kadar yayılan çok daha geniş ve derin bir demokrasi anlayışı gündemdedir artık.
Bu da bizi 1960 sonrası gelişmelerle ilgili dikkat çekmek istediğim ve konumuzla daha doğrudan ilgili olan ikinci noktaya götürür: Türkiye siyaset sahnesinde demosun ilk olarak bu kadar geniş ve açıktan angajmanı, beşinci şafağın inişler ve çıkışlarla yirmi yıl sürmesine yol açar!
Yani önceki geceyi bitiren darbe sayesinde demokrasi şafağı sökmüştür, ama hemen yeniden geceye evirilmesini engelleyen ve umut dolu uzun bir alacakaranlığa dönüştüren aktör, bu süreçte farklı bir çehreyle sahneye çıkan demos olmuştur.
Seçimleri piyasa ilişkilerine, seçmeni müşteriye ve İslami/muhafazakar duyarlılıkları basit reklam kampanyasına dönüştüren Demokrat Parti, periferide kalmış demosun/populus’un siyasete katılımını başarılı tüccar popülizmi sayesinde sağlamıştı: (1) Temsilciler üzerinden, (2) tepkiye dayalı ve (3) sandıkla/seçimle sınırlı katılım.
Gerçi on yıllık iktidarında DP’nin tüccar popülizminin sandıktaki etkisi giderek azalmıştı.
Daha önemlisi, değişik nedenlerle kendisine tepkili kitleler de sadece sandıkta değil, seçim dönemini beklemeden medyada, sokakta veya yaşamın her alanında daha angaje bir DP karşıtı tavır sergilemeye başlamıştı.
Bu tavırda müesses nizamın sahiplerinin vesayeti ve manipülasyonu elbette önemliydi, ama sonuç olarak kendini ‘özne’ olarak hisseden eğitimli orta sınıflar için bu büyük bir özgüven patlaması anlamına geliyordu.
1960 sonrası belli çevrelerde devrimci/dönüştürücü popülizmin yeniden rağbet görmesi, elbette devrimin/dönüşümün yarım kaldığı algısına dayanıyordu. Bu anlamda (bir tür ‘asr-ı saadet’ gibi görülen) Atatürk döneminin restorasyonu anlayışı siyasette hala güçlüydü.
Ancak 1960 sonrası dönemin ayırt edici özelliği, ideolojilerin ve örgütlülüğün çokluğu oldu.
Devrimci/dönüştürücü popülizm, bu dönemde sadece sağ veya sol Kemalizm olarak değil, Marksizm-Leninizm, İslamcılık (Milli Görüş) veya ırkçılık/aşırı milliyetçilik (Ülkücülük) olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Esasında bunların entelektüel bağlamda Kemalizm’den ne kadar koptuğu ayrı bir meseledir, ama aktörler, kurumlar ve iktidar mücadelesinde aldıkları tavırlar (konumlanmalar) bağlamında gerçek bir çoğulluğun söz konusu olduğu açıktır.
Tam da bu nedenle, Türkiye tarihinde ilk olarak demos siyasete ve karar süreçlerine bu kadar yaygın ve derin bir şekilde katılmış ve oldukça etkili olmuştur.
*****
Türkiye İşçi Partisi çatısı altında toplanan sosyalist sol ve zamanla Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi çatısı altında toplanan Milli Görüş Hareketi başta olmak üzere ‘çerçeve dışı’ siyasi gruplar, her gün yaşamın farklı alanlarında daha çok söz ve yetki talep eden sendikalar, dernekler ve vakıflar gibi legal yapılanmalar ile radikal programları ve talepleri nedeniyle (özellikle TCK dönemin TCK 141, 142. ve 163. maddeleri aracılığıyla yasal yöntemlerle ve başından beri kontrolü elden bırakmayan polis ve istihbaratın terör/kriminalizasyon yöntemleriyle) siyasetin dışına itilen örgütlerin oluşturduğu illegal yapılanmalar, sadece Türkiye’nin her yanına yayılmamış, aynı zamanda o güne kadar siyaset dışında kalmış/tutulmuş çevreleri de aktif siyasete katarak müthiş renkli ve çoğul bir siyaset ortamı yaratmıştır.
Müesses nizam için bu, her şeyden önce kontrolün elden kaçırılması ihtimalinin artması demekti. Yanlış anlaşılmasın: Kontrolün kaybedilmesi asla söz konusu olmadı; ürküten, küçük de olsa kaybetme ihtimaliydi sadece.
Önce 12 Mart 1971, yetmeyince 12 Eylül 1980 darbesiyle ortadan kaldırılmak istenen tam da bu çoğulluğun ve demosun ‘haddini aşması’nın yol açtığı kontrolsüzlük tehdididir. Yani tüm sorunlarıyla demokrasi tehdidi…
*****
Küresel gelişmelere paralel olarak 1960lardan itibaren solun ve sınıf mücadelesinin öne çıkması, bunun yarattığı korkuyla müesses nizamın ‘aşırı’ milliyetçi örgütlenmeye bel bağlamasına ve yedek güç olarak paramiliter yapılanmalara alan açmasına neden oldu.
*****
Kaba fırça darbeleriyle oluşturmaya çalıştırdığım bu resmin çok önemli iki unsuru da demosun en geniş kesimlerine ulaşma konusunda diğerlerinden çok daha şanslı olan Milli Görüş İslamcılığı ve Kürt milliyetçiliğidir.
*****
Soğuk savaş döneminde ABD merkezli anti-komünizm paranoyasına dayanan, Sovyetler Birliği’nin etrafında kirli/derin örgütlenmeler aracılığıyla dinci ve milliyetçi duyarlılıklara dayalı bir kuşak/bariyer oluşturma planları kapsamında Türkiye’de devletin yedek/yardımcı aparatı olarak yaratılmış Ülkücüler başta olmak üzere aşırı milliyetçilerin/Türkçülerin bu resimde oynadığı rol çok karışıktır. Öte yandan bu siyaset sayesinde Türkiye’de Nurcular başta olmak üzere İslamcıların ve Milli Görüşçülerin siyaset sahnesine çıktığını söylemek de doğru olmaz. Ancak bu sayede kendilerine manevra alanı buldukları ve zamanla kitleselleşmelerini buna borçlu olduklarını söylemek mümkündür.
Milli Görüşçüler için ana akım partisi görüntüsü verme çabalarına eşlik eden, en alt kesime kadar yayılmış örgütlenmeleri aracılığıyla yaptıkları çalışmalarda devrimci/dönüştürücü söylem öne çıkmaktaydı. Diğer yandan arka bahçelerinde filizlenen, modernizmle sahici hesaplaşma içindeki radikal İslamcılık (Akıncılar) politikalarıyla da siyasetin en dışındakilerine bile ulaşma olanağı yaratıyordu.
*****
1950’lerin sonundan itibaren Irak’taki gelişmelerin etkisiyle küçük kıpırdanmalar görülen Kürdistan elitlerinin siyasete katılımı ise hala Demokrat Parti dönemindeki tepkisel sağ muhafazakarlık çerçevesinde devam etmektedir. Kürdistan’da siyasete katılım büyük oranda geleneksel elitlerin sıkı kontrolünde sandık ve seçim siyaseti ile sınırlıydı. Ancak batıdaki büyük şehirlerde eğitim alan üniversite öğrencilerinin ve meslek sahibi olmuş eğitimli orta sınıf adaylarının siyasete katılımı, 1960’lardan itibaren daha çok sol siyaset üzerinden gerçekleşmiştir.
İslami muhafazakarlığın çok güçlü olduğu ve son on yılları bu bağlamda mağduriyetler tarihi olarak yaşamış bir coğrafyada, bir de kültürel haklar veya kimlik politikaları ile ortaya çıkma olanağı, (İslamcılar için olduğu gibi) Kürt elitler için de önemli bir avantajdı.
Ancak 1960-80 alacakaranlığında modernist Kürt aydınların kültürel haklar mücadelesi ve kimlik politikası, ‘çağdaşlaşma’ bağlamında kalkınma, laiklik ve sınıf mücadelesinin gölgesinde kaldı. Her şeye rağmen, demokrasi tarihinde siyasetin büyük oranda dışında tutulmuş olan Kürtlerin önemli bir kesiminin bu dönemde siyasete aktif katılımında kültürel haklar ve kimlik sorunsalının zımni de olsa belirleyici rolü tarihçilerin araştırmasını bekliyor.
****
Bu dönemde Ecevit önderliğindeki sol popülist CHP ise hala devrimci/dönüştürücü söylemi ile dikkat çekmektedir. Ancak ana akım parti olarak demosun siyaset dışı kalmış kesimleri bağlamında en çok Aleviler üzerinde etkili olacaktır.
Bu konuyu bir başka yazıya bırakmak üzere, sadece şunu söylemek isterim: Ecevit önderliğindeki CHP, sadece büyük şehirlerden çıkarak taşra şehirlerinde de aktif siyasi aktörler yaratmakla kalmamış, aynı zamanda 1950 sonrasının sağ iktidarlarının yarattığı mağduriyetlerden yararlanarak daha geniş kesimleri siyasete katmayı da başarmıştır.
****
1960 sonrası demokrasi şafağının resmini kabaca çizerken sona bıraktığım, ama aslında Demokrat Parti’nin (diğerlerinin devrimci/dönüştürücü popülizminden farklı) tüccar popülizm bayrağını devralan sağ muhafazakar Adalet Partisi ve onun sembolü Süleyman Demirel, demosun siyasetteki yeri bağlamında en belirleyici aktör konumundaydı.
1980 sonrasının ve günümüzün siyasetini ve özellikle demosun rejime içerimlenmesi ve denetimi sürecini anlamak için, Anavatan Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi ile devam eden bu çizgiyi, ayrıca daha detaylı ele almak gerekmektedir.
Ancak kısaca şunu söylemek mümkündür: Siyasete katılımı artırmak konusunda olduğu kadar, katılım kanalları ve yöntemlerini belirleme konusunda bu çizgi belirleyici olmuştur.
Bu özelliğiyle rejimin en önemli payandası olan bu çizgi, aynı zamanda günümüzün demokrasisinin ve demosunun inşasında en az 1980 darbecileri kadar belirleyicidir.
*****
Sonuçta yirmi yıllık uzun ve inişli çıkışlı bir alacakaranlığa yol açan Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinin beşinci şafağı (bir askeri darbe sonrası sökmüş olsa da) hem darbe öncesinde hem de sonrasında şehirli halkın önemli bir kesiminin aktif katılımı bağlamında 1960 sonrası gelişmelerde demosun yeri radikal olarak nitelik değiştirmiştir.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (Yayınları için: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez