Cem Erciyes
Demokratik bir platform olarak radyo
Türkiye’nin zor zamanlarıydı 90’lar… Türkiye bir yandan 12 Eylül döneminden çıkmaya çalışıyor bir yandan da derin devletin uyguladığı terör ülkeyi bir dehşet ortamının içinde tutuyordu. Kentlerde yeni bir orta sınıf ortaya çıkmış, demokratik açık bir toplum isteği görünür olmuştu. Bu sayede 90’ların o karanlığına rağmen iyi şeyler de oluyordu. 1995’te Açık Radyo kuruldu.
Hemen ertesi yıl 1996’da Radikal, NTV, Bilgi Üniversitesi gibi Türkiye’nin politik gündemine ve kültürel hayatına önemli katkıda bulunacak, bir dönem iz bırakacak diğer kurumlar faaliyete geçti. Ben bu dört kurumun, belli bir dönem, bir ‘sacayağı’ oluşturduğunu düşünmüşümdür. Hiçbir organik bağlantıları olmasa da birbirine benzer dünya görüşünden insanların yönettiği kurumlardı bunlar. En büyük kriterleri de Batılı demokrasi ve insan haklarının geçerli olduğu bir dünya, herkesin kendini özgürce ifade edebildiği bir Türkiye idi.
AKP döneminde bu kurumlardan geriye pek bir şey kalmadı. Malum, benim de yıllarca çalıştığım Radikal kapandı. Bilgi Üniversitesi ve NTV’nin ise sadece isimlerinin yadigar kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim bırakın yöneticilerini, o zamanların ruhunu üfleyen çalışanlardan da kimse yok artık bu kurumlarda. Ama Açık Radyo bugüne kadar varlığını sürdürdü.
Açık Radyo’nun uzun ve sağlıklı ömrünü onun bir tür sivil toplum kuruluşu gibi çalışmasına borçluyuz. Evet 90’ların etkili olmuş benzer başka kurumları büyük ölçekli, bir patrona yaslanan, bu nedenle karlılık hedefleyen, siyasi ya da ekonomik getirisi kalmayınca da ömrü sona eren kurumlardı. Açık Radyo ise daha en baştan bir dayanışma ve iş birliği ile kurulmuştu. 92 ortakla kuruldu ve yola öyle devam etti.
Her zaman yönetiminde Ömer Madra oldu, ama hiçbir zaman bir patronu olmadı. Reklam aldı, ama hiçbir zaman büyük gelir getiren bir proje olmadı. Bütün programcıların gönüllülük usulüyle işini yaptığı, sadece teknik ekip ve sürekli çalışanların ücret aldığı, esas geliri ise ‘dinleyici destek’ kampanyaları ile, bizzat dinleyicilerin yaptığı bağışlar olan bir radyo burası. İçeriği tam da sloganında olduğu gibi neredeyse kainatın tüm seslerinden oluşuyor.
Nörolojiden psikolojiye, tarihten edebiyata dinleyicilerinin profiline uygun bin bir çeşit merak konusunun kendine yer bulabildiği, dünyanın bütün dezavantajlı varlıklarından yana tavır alan, haberler veren, dünyanın bütün müziklerini izleyicisiyle buluşturmaya çalışan bir radyo Açık Radyo. Tabii insan hakları, dayanışma, iklim değişikliği ve doğa, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi öncelikleri var. İşte bu öncelikleri paylaşan sayısız insanın sabah Açık Gazete programıyla güne başlayıp, en azından akşam Açık Dergi ile bitirdiği, pek çok insan için kimliğinin bir parçası olan bir alternatif medya. Uzun yıllar sadece bir İstanbul kanalı olmuş, ama sonra internet sayesinde her programını zamansız bir podcast’e çevirerek içeriği gibi ulaşılabilirliğini de evrenselleştirmiş bir kanal.
Açık Radyo, bir medya kuruluşundan çok bir ‘demokratik platform’, adeta bir sivil toplum kuruluşu gibidir. Bugüne kadar orada program yapan binlerce kişinin hemen hepsi kendi radyo projesini geliştirip sunmuş, kabul gördükten sonra da amatör bir heyecan ve profesyonel bir titizlikle sürdürmüştür. İçlerinde onlarca yıldır süren programlar var.
Açık Radyo, programcıları için adeta kolaylaştırıcılık yapan bir yayın platformu gibi çalışır. Size bu işin nasıl yapılacağını gösterir, alt yapıyı sağlar ve sonra sizi tamamen özgür bırakır. Birikimini paylaşmak, sesini duyurmak, radyoculuk yapmak isteyen insanları ve böyle özgür ve benzersiz bir içeriği dinlemek isteyenleri bir araya getiren bir platform. Bu nedenle eşsiz ve çok değerlidir.
Açık Radyo’yla ilgili bu ikinci yazım. Geçen hafta Açık Gazete’ye getirilen yayın yasağını eleştirmiştim. O zaman bir ‘uyarı’ gibi gözüken lisans iptali cezası büyük bir hızla gerçeğe dönüştü. Şimdi hukuki süreçler işleyecek. Ama başarısız olursa Açık Radyo yayınını durdurmak zorunda kalacak. Bu tıpkı bir önceki yayın yasağı gibi ölçüsüz ve adaletsiz bir uygulama. Bir radyonun lisanısın iptal etmek onu tamamen kapatmak, yani öldürmek anlamına geliyor. Bir yayının idamına karar vermek bu kadar kolay olmamalı. Ama RTÜK büyük bir hızla bu kararı aldı.
Açık Radyo’nun tam da otuzuncu yılını kutlamaya hazırlanırken kapatılma tehdidini yaşıyor olması, onu dinleyen ve ona değer veren kitleye dönük bir hamle. Böyle kolayca ve aceleyle alınması, üstelik tam da Osman Kavala’nın yeniden yargılama talebinin reddedilmesiyle eş zamanlı olması bu kararın tesadüfi olmadığını düşündürüyor. Yavaş yavaş iktidarını kaybeden rejim, baskıyı artırabileceğini gösteriyor.
Kimlere ne mesajlar yollamak istiyorlar, bu konuyu HalkTV/Sözcü yorumcularına bırakmak lazım; ama onların da Açık Radyo’yu savunmak konusunda çok aktif tavır alacağını sanmıyorum nedense... Ama biz bu radyoyla büyümüş, bilgi birikimimiz onunla zenginleşmiş, gündelik hayatımız o ve onun içinde bulunduğu güzel kültürel ortamdan etkilenmiş insanlar olarak Açık Radyo’ya sonuna kadar sahip çıkacağız. Binlerce X kullanıcısının dediği gibi #AçıkRadyoSusturulamaz
Cem Erciyes kimdir?
Gazeteci, yayıncı. 1971 doğumlu Cem Erciyes, İzmir Bornova Anadolu Lisesi’ni ve Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. İstanbul Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler dalında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe 1992’de Dünya Gazetesi’nde başladı. Dünya Kitap dergisi ve kültür sanat sayfalarında çalıştı. 1997 yılında Radikal’e geçti. Kültür Sanat Editörü ve Radikal Kitap Eki Yayın Koordinatörü, Ek Yayınlar Yönetmeni gibi görevler üstlendi… 2016 yılında Doğan Kitap’ın yayın direktörlüğünü üstlendi. Halen bu işi yapıyor. Çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde yazıları yayımlandı. TRT’de, Açık Radyo’da kültür sanat ve tarih programları hazırladı, sundu.