Devlet ve demokrasi

100 yıla yakın bir zamandır sahih bir demokrasi ve hukuk rejimi kuramayan, faşist ve fasit bir dairede ve demokrasi ve hukuk krizi içinde debelenip duran Türkiye en dibe vurmanın eşiğinde.

Askeri vesayet bittiği zaman sivillerin gerçek bir demokrasi inşa edebileceği beklentisi bir yanılgıymış. Toplumun ve siyasetin demokrasi ve hukuk kültürüne sahip olmadığı bir yerde hangi parti bunu gerçekleştirecek? Bu durumda sadece faşizm gerçek olabilir.

100 yıla yakın bir zamandır sahih bir demokrasi ve hukuk rejimi kuramayan, faşist ve fasit bir dairede ve demokrasi ve hukuk krizi içinde debelenip duran Türkiye en dibe vurmanın eşiğinde. Kuşkusuz bunun tarihsel altyapısı bulunmakta.

Türk’lerin Osmanlı’ya taşıdıkları gelenekte, toplumsal sorunların çözümünde mutlak yetki devlettedir. Halil İnancık, Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik dönemini anlatırken (1300-1600) merkezin, herkesi kendi konumunda tutarak tebaayı koruduğunu belirtmekte. Tebaanın ,padişahın ve bürokratik merkezin yaptırımlarından korkar durumda tutulması, korku ile gelecek arasındaki gel-gitler, Osmanlı siyasi kültürünün sürekli bir gerilim temeli üzerinde şekillendiğini göstermekte. Merkez-çevre ilişkisi bakımından, Osmanlı geleneğinde, İngiltere’deki uzlaşma-işbirliği geleneğinin aksine  uzlaşmazlık ve gerilim bulunmakta. Cumhuriyet, Osmanlı’daki devlet-tebaa çatışmasını tevarüs etmiş, bürokratik seçkinlerin aşkın devlet anlayışı daha çok devlet sonucunu doğurmuştur. Bugün yaşanan gerilim, bu tarihsel geleneğin  sonucu. Gerek Osmanlı döneminde gerekse Cumhuriyet döneminde sonu anlaşma ile biten bir çatışma bulunmamakta. Merkezden yapılan dayatmalar sonucu, siyasal bütünleşme sağlanamamıştır. Demokrasiye geçişte de, bu nedenle siyasal yaşam, meşruiyet krizi yaşamakta. Yine çevreden merkeze gelen yeni güçler de, uzlaşma-işbirliği yerine gerilim ve çatışmayı tercih etmekte.

Bu siyasi kültür dışında, emrindeki bürokrasiyle bir ölçüde devleti somutlayan iktidarlar, Hegelci bir devlet anlayışı sergilemekte. Bu anlayışta, devlet cisimleşmiş bir kişidir ve hatta bir kişide cisimlenir. Cisimleşen bir kişilik olan devletin kendi iradesi, ehliyet yeteneği ve amaçları bulunduğundan en iyisini bilir ve yapar. Hegelci devlet anlayışının demokrasi, özgürlük ve barış ile bir ilgisinin olmadığı açık.                       

 Klasik temsilciliğini Hobbes ve Locke’un yaptığı, devleti suni bir varlık ve araç olarak tanımlayan anlayışa göre ise; insanlar çatışma ve savaş durumlarından korunmak, özgürlüklerini güvence altına almak için toplumsal sözleşme adı verilen bir uzlaşma ve anlaşmaya dayanarak, ortak iradeyi temsil edecek bir gücü hakem ve yönetici olarak tayin ederler. Bugünkü anlamıyla doğal bir temeli olmayan devlet, insanların hukuk güvenliği altında özgür ve eşit olarak yaşamalarını sağlamak ve kendilerini geliştirmelerine imkan verecek bir araç olarak ortaya çıkar. Bu nedenle de katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü ve eşitlikçi bir felsefenin taşıyıcısı olarak demokrasiyi hedefler.

Türkiye’de geleneksel devletçilik anlayışı, bir demokrasi temelinde kendi kendini yöneten kurumları hayata geçirecek bir toplumsallaşmayı engellemiş, toplumun örgütlenmesi sırasında hiyerarşik yapılara yol verilmiş ve sonuçta toplum devletleştirilmiştir.

 Liberal-muhafazakar siyaset de, devletçi-sol siyaset de,  radikal bir devlet eleştirisi yapmaktan kaçınmıştır. Özellikle yerleşik sol, kendi otoriter-devletçi geleneğini sorgulamamış, tahakkümden ve hiyerarşiden arındırılmış bir toplum kavramı geliştirememiştir. Taksim Meydanı’na ilişkin projeye yönelik tepkilerin işaret ettiği husus demokrasi eksikliğidir. Gerilimin ve çatışmanın temelinde yatan ise,  ademi merkeziyetçi bir özyönetime, kendi kendini örgütleyip düzenleme esası üzerine kurulu, işbirliğine yer veren bir topluma ilişkin herhangi bir yaklaşımın ve beklentinin bulunmayışı sayılabilir… Merkezin, yetkilerini bölge parlamentoları üzerinden bölge halkıyla paylaşması sadece Kürtlerle ilgili bir çözüm modeli olmayıp, genel demokratikleşmenin zorunlu bir talebi olarak ortada durmakta. Bölge insanlarının yaşadıkları bölgeyi dolayısıyla kendilerini ilgilendiren bir projeye itiraz etme, tartışma, öneride bulunma ve kararı etkileme hakkı vardır. Bu hakkı ülke genelinde alınan oy oranı üzerinden yok saymak, milli iradeyi tek başına meşruiyet kriteri yapmak antidemokratik bir anlayıştır. Yerel yönetim özgürlüğü siyasi özgürlüğün tabanını oluşturur.

Yurttaşlık kültürünün tek kaynağı olarak kentin ve bölgenin, katılımcı ve ekolojik bir karar sistemi,  insanı ve doğayı temel alan bir dünya görüşüyle etik bir birlik olarak yeniden kurgulanması düşüncesi tartışma alanına girmelidir. AKP iktidarının çatışmacı kültürel kodlardan ve Hegelci devlet anlayışından uzaklaşması gerekmekte. Kuşkusuz bu muhalefet partileri için de aynen geçerli. Modern Alman romanının yaratıcısı psikiyatr-yazar Alfred Döblin’in uyarısı önemli. "Devleti ele geçirirsen o senindir, sen de onunsundur ve artık sen yoksundur"

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi