Devleti yeniden tanımlamak

Solun, daha az devlet-daha çok toplum ve bireyi gerçekleştirme konusundaki toplumsal tasavvuru projelendiren bir temelde yeniden yapılanması zorunlu hale gelmiş durumda.

Devletin şiddet tekeli ancak meşru hukuka uygun kullanıldığı takdirde kabul edilebilir. Devlet şiddetinin meşruiyeti hukukla bağlı olmasından doğar. Meşru hukuka dayanmayan devlet organizasyonu çeteleşir ,mafyalaşır ve  toplumda hukuk güvenliği yok olur. Devletin tanımı bunun için önemlidir.

Demokratik olmayan ve hukukla bağı olmayan bir rejimde devlet kutsal, dokunulmaz, hatta kendi halkına karşı korunması gereken bir "leviathan"dır. ( Hobbes) Soyut devlet tek kişide ya da oligarşik bir yapıda tecessüm eder; ordu, polis, istihbarat gibi güvenlik kurumları da bu örgütlenmede kapalı ve denetlenemez kurumlar olarak yer alır. Militarist bürokrasi bu yapıda her zaman en önemli güçtür; bu güç kimi zaman sahnede kimi zaman perde gerisinde etkili olur. Parlamento, hükümet ve yargı göstermelik kurumlardır. Siyasi iktidar ya bu yapıyı yargı, parlamento ve kamuoyu aracılığıyla açık, şeffaf ve denetlenebilir bir şekilde yönetir ki bu takdirde hukukun üstünlüğüne dayalı bir rejim söz konusu olur. Ya da kapalı ve denetlenemez militarist yapıyla uzlaşarak toplumu kadim uzlaşmazlıkları çözmeden gerilim içinde yönetir ki bu takdirde hukukun üstünlüğünün ve demokrasinin dışlandığı şiddete dayalı medeniyet dışı faşizan bir rejim ortaya çıkar.

Böyle bir rejimde devlet hukuka değil, her türlü yolsuzluk ve ayrımcılığa açık bir güce ve şiddete dayanır. Hak ve özgürlük talepleri isyan kabul edilerek şiddet ve bastırmayla yok edilmeye çalışılır. Artık burada ne bir toplumsal uzlaşma ne de toplumsal barış umudu vardır. Oysa sahih bir demokratik rejimde devlet sadece halka hizmet etmekle görevli bir örgütlenmedir. Toplum içindeki topluluklar farklılıklarını koruyarak,barış ve özgürlük içinde ve hukuk güvenliği altında yaşamayı güvence altına alan asgari bir uzlaşma temelinde devlet aygıtını oluştururlar. Bu nedenle devlet kutsal olmayıp, toplumun bu ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir hizmet aygıtıdır.

Seçimle gelen parlamento, hükümet ve bağımsız ve tarafsız yargı devleti somutlar. Hükümetin emrinde ancak parlamento ve sivil toplumun denetiminde olan açık, şeffaf ve denetlenebilir asker-sivil güvenlik bürokrasisi temsili kurumların altında yer alır. Asker-sivil hiçbir bürokrat siyasi meselelerde emredici, ikaz edici, tehditkar söylem ve davranışlarda bulunamaz.Hizmet aygıtında idari görev yapan ve halkın emeğiyle var ettiği bütçeden maaş alanların topluma ve siyasete müdahale etmeye hak ve yetkileri yoktur.                                 

Korunması gereken devlet değil, toplumsal barış, bireyin hakları ve özgürlükleri ve hukuk güvenliğidir.Devlet şiddet tekelini elinde tutarken bunu meşru hukuka uygun ve orantılı olarak kullanmak zorunda.

 100 yıla yakın bir süredir demokrasi ve meşru hukukla bağlantısı olmayan devlet organizasyonu tekçi ideolojisi doğrultusunda hak ve özgürlük taleplerini bir kalkışma olarak değerlendirdiğinden, bu talepleri şiddet tekelini gayrimeşru kullanarak hatta manipülasyon ve provokasyonlar yaparak bastırmaya çalıştı. Sonuç hak ve özgürlük taleplerinin istenmesinin meşru yoldan çıkılarak şiddet yöntemleriyle talep edilmesine döndü. Devlet hak taleplerinin tanınmasında geciktiği için fiili durumlarla karşılaşmakta, bu fiili durumu yine şiddet yoluyla ortadan kaldırmaya çalışmakta. Özellikle 1980 askeri darbesinden bugüne kadar yaşanan süreçte hak, özgürlük ve eşitlik talepleri işkence, yargısız infaz, sürgün, köy yakarak boşaltma,aşağılama ve inkar etme hukuksuz uygulamalarıyla ve insan hakları ihlalleriyle bastırılmaya çalışıldı.

15 Temmuz darbe girişiminin failleri ve azmettiricileri yargısal sürecin ana konusu olması gerekirken çok sayıda gazeteci, akademisyen, siyasetçi, iş sahibi, memur darbe girişimiyle bağlantılarını gösterir deliller varmış gibi tutuklanarak mağdur edildi. Hukuk güvenliği herkes için ortadan kalktı. Güç çatışmaları ülkeyi medeniyet kaybına uğrattı.

Devlet bir hizmet aygıtı olarak, demokratik hukuk devleti niteliğine toplumsal uzlaşma temelinde yeni ve sivil bir anayasaya kavuşturulmadıkça, zihniyet kodları değişmedikçe toplumsal ve siyasi barışı sağlamak imkansız gözükmekte.

Toplum, çeşitli şekillerde ortaya çıkan toplumsal çatışma alanlarındaki sorunları,  uzlaşma kültürünü, siyasi temsili ve siyasi yöntemleri kullanarak çözmede başarı ve beceri gösterdiği durumlarda merkez-çevre ilişkisi demokratik bir çerçeveye oturabilir. O zaman ortaya demokratik-devlet, daha çok toplum ve birey-yurttaş çıkabilir. Sorunların siyaset tarafından çözülemediği ve uzlaşmaya varılamadığı durumlarda ise toplumun karşısında egemen, baskıcı, topluma ve siyasi kurumlara karşı özerk bir devlet vardır.

 Devlet, yüklendiği işlevler nedeniyle varlığını sürdürse de, toplumun tahakkümcü hiyerarşik yapılardan kurtarılması ve devletçi önlem ve kanunların elden geçirilmesi, özgürlükçü bir yaklaşımla şeffaf yönetimler ve kurumlar oluşturulması ve bireyin  devletin  müdahalesine karşı güvenceye kavuşturulması gerekmekte..

Devleti arındırmanın başka bir boyutu da belli inanç, düşünce ve ideolojileri yerleştirme yönündeki zihinsel yönlendiriciliğinden, baskısından ve toplum mühendisliğinden  vazgeçirilmesidir. Rejim kendini sahih bir demokrasi ve meşru hukuk temelinde var etmeli. Hedeflenmesi gereken gençlerin araştırıcı, meraklı, yaratıcı, analitik ve eleştirel düşünebilen ve kendi dünya görüşünü oluşturabilen bir özgürlük ortamına kavuşturulması  olmalı.

Devletin işlevlerinin yeniden tartışılarak,"şiddete başvurmadan devlet şiddetten ne ölçüde arındırılabilir ?" sorusuna cevap ararken, devletçi anlayışa dayalı tahakküm yapılarının yıkılmasını öngören bir özgürlükçü talep gerekir. Bunun için de her alanı devletleştirmeye çalışan merkeziyetçi yaklaşımlara karşı çıkmak zorunluluğu bulunmakta. Merkezileştirme eğilimleri egemenliğin "otoriter iktidar" elinde toplanmasına neden olmakta, toplumlar militaristleştirilir ve silahlandırılırken otoriter yapıların güçlendirilmesine yönelik teknolojiler geliştirilmekte. Milliyetçi duygular kışkırtılarak aslında yabancılaştırıcı bir etki yaratan merkeziyetçilik korunmakta, bölgesel kültür farklılıklarının üstü örtülerek etnik ve dini azınlıklar üzerinde baskı yaratılmakta.

Bu nedenlerle gerek özyönetim ve gerekse toplumun kendi kendini belirleme olanaklarının genişletilmesi yoluyla merkeziyetçi yapıların geriletilmesi zorunlu. Türkiye açısından bu zorunluluk yaşamsal önemde. Devletin toplumsallaştırılmasıyla gelinecek nokta bireyin kendi kendini belirlemesi ve toplumsal işbirliğine dayalı olarak kendi kendini yönetmesi ve demokrasinin özgürleştirici bir içerik kazanması olacak.

Solun eksiklikleri olarak, radikal bir devlet eleştirisinin yokluğu, adem-i merkeziyetçi bir özyönetim anlayışının olmayışı, uzlaşmaya açık bir merkeze ve kendi kendini örgütleyip düzenleme temeli üzerine kurulu, işbirliğine yer veren bir topluma ilişkin tasavvurun bulunmayışı ve devlet eleştirisinin yanı sıra ekonomik ve sosyal alanı da kapsayan tahakküm sorunlarını eleştiren bir yaklaşımın düşünülmemesi ortaya çıkmakta.

Bu nedenle solun otorite ve şiddet karşıtı,özyönetimci,özgürlüklerden yana bir tavır alması gerekmekte.Solun, daha az devlet-daha çok toplum ve bireyi gerçekleştirme konusundaki toplumsal tasavvuru projelendiren ve her alandaki tahakkümcü yapıları geriletecek öneriler getiren bir temelde yeniden yapılanması zorunlu hale gelmiş durumda.

Devleti bu anlamda yeniden kim tanımlayacak ? Temel soru bu.

                      

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi