devletlerarası meselelere nasıl baksak

bu, başka çatışmalardan dahi daha fazla, başka devletlerin oturmadığı bir masadan ve barıştan yana olmayı gerektiriyor.

dünyada ve türkiye’de solun geçmişinden gelen bir refleks var; devletlerarası meseleleri, sosyalist sistemi temsil eden devletleri odağa alarak ele almak. çin halk cumhuriyeti çeperinde siyaset yapmanın sonuçları vatan partisi ve belki de partiden daha fazla tanınan doğu perinçek’te vücut buldu ama mesele bu dram ya da bu karikatürle sınırlı değil. 

sovyetler birliği’nin sosyalist anavatan sayıldığı ve sosyalist sistemin çıkarlarının dünyanın pek çok yerindeki komünistler için öncelik taşıdığı dönemin birçok sorun barındırdığı biliniyor. örneğin, arap komünistler, sscb’nin siyonizme ve israil’e verdiği desteğin sıkıntısını yaşamış; yine sscb’nin filistin kurtuluş hareketlerine verdiği destek bu durumu değiştirmemiş. 

ama bugün durum çok farklı, sosyalist bir anavatan yok, herhangi bir olumlu pozitif değeri temsil eden ve yaymaya çalışan herhangi bir devlet de yok. avrupa birliği’ne hatta abd’ye demokrasi misyonu biçenler olduğunun ben de farkındayım ama abd’nin dünyada kaç diktatöre destek olduğunun, ab ülkelerinin çok uzak olmayan bir tarihte sömürgelerini nasıl korkunç baskılarla yönettiklerinin, bugün kimlere silah sattıklarının da farkındayım. demokrasi ve insan haklarının, her ülkenin içinde birer mücadele alanı ama devletlerarası ilişkilerde laf salatası ve müdahale bahanesi olduğuna da bin kere şahit oldum, olduk. ama –iki devletin çeşitli gerilimlerde aldıkları pozisyonlardan bağımsız olarak- rusya’nın abd’nin jandarmalığını dengelemesinin olumlu bir gelişme olduğu açık. 

bugün dünyada, her ülkeden, tüm komünist güçlerin eşit temsiliyle oluşacak bir enternasyonal örgütlenmeye ve onun aklına çok ihtiyaç var, bence. ancak öyle bir akıl, farklı bölgelerdeki ve dünyanın her yerindeki halkların çıkarlarını hesaba katarak enternasyonal politikalar üretebilir. ama kendisini bir biçimde solda tanımlayan yerel bir güç olarak herhangi bir devletlerarası gerilime cevap ararken ilk bakılacak nokta bu gerilimde kendi devletinin aldığı pozisyon ve o gerilimin ülke içindeki sonuçlarını değerlendirmek olmalı.

dağlık karabağ ile ilgili ermenistan ve azerbaycan arasında ortaya çıkan çatışmayla ilgili türkiyeliler açısından birincil mesela, türkiye cumhuriyetinin bu çatışmaya, üstelik de zaman zaman uluslararası hukuk açısından meşru sayılmayan araçlarla müdahil olması. 

ikinci mesele tabii ki, bu konunun türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan ermenilerin güvenliğini tehlikeye atacak ırkçı bir hezeyana bahane edilmesi, o hezeyana kolluk güçlerinin müdahale etmemesi! patrikhanenin, hrant dink hafıza merkezi’nin önündeki tehditkâr kalabalık, araçlar konunun solu ilgilendiren yanıdır. türkiyeli ermeniler ermenistan devletinin, türkiyeli rumlar yunanistan devletinin ve türkiyeli yahudiler israil devletinin edimlerinden sorumlu değil, bu kişisel kanaatlerinden bağımsız olarak böyle. 

bu çatışmayla ilgili söz, bunlarla sınırlı değil tabii ki. artık bir savaşa dönüşen bu çatışma da başka birçok benzeri gibi psikolojik mekanizmalar harekete geçirilerek, dezenformasyona başvurularak yürütülüyor. konunun özünü anlamak için bilgi kaynaklarını dikkatle seçmek gerekiyor. farklı devletlerin konuyla ilgili pozisyonları, genel denge içinde bir hizalanmaya ve güç alışverişine dayanıyor (örneğin birçok gözlemci rusya’nın ermenistan’a yardım etmek için biraz "belinin bükülmesini" beklediğini söylüyor.) ama değişmeyen gerçek iki taraftan da yoksul gençlerin canından olduğu. nitekim, farklı kafkas ülkelerinden savaş karşıtı bir grup, yayınladıkları ortak açıklamada, savaşın getirdiği yıkımı anlatarak ateşkesin yanı sıra ermeni ve azerbaycanlı tarafların müzakere yapmaları çağrısında bulundu. dikkatinizi çekmek isterim, şu ya da bu ülke arabulucu olsun demiyorlar, çatışmanın taraflarının müzakere yapmasından söz ediyorlar. 

onların bu metinde vurguladıkları gibi, bu savaş, geçmişin trajedilerini uyandırıyor, yaralarını hatırlatıyor. ama şunu da unutmamak gerek; bir meselenin tarihsel köklerinin olması o meseleyi çözmek için tarihte bir yolculuk yapmayı gerektirmiyor, her mesele tarihi ne olursa olsun, mevcut ana evrilerek ulaşır ve çözümü bugünün dinamikleriyle mümkün olur. 

bu insanların, kafkas halkları içinde kimi ne kadar temsil ettikleri sorgulanabilir tabii ama söyledikleri söz önemli. çünkü barış, onu imkânsız kılan iktidarlara rağmen kurulacak. çünkü o iktidarların gitmesini beklemeyecek kadar acil bir ihtiyaç. diğer yandan, her ikisi de –üstelik de güçlü kanıtlar eşliğinde- yolsuzlukla suçlanan aliyev ve paşinyan’ın da azeri ve ermeni halklarının çıkarlarını temsil ettiği söylenemez. 

türkiye kamuoyunun az tanıdığı bir bölgede cereyan eden ermenistan-azerbaycan savaşında çok fazla farklı faktör devrede. bu, başka çatışmalardan dahi daha fazla, başka devletlerin oturmadığı bir masadan ve barıştan yana olmayı gerektiriyor. yok ben illa analiz yapacağım diyenlere de farklı pozisyonlarda olan ve propagandist olmayan yazarları okumalarını önereyim. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi