Ceren Gündoğan
Drive My Car: Her hikâye kendini tamamlar
2021 Japonya yapımı Drive My Car, Haruki Murakami’nin kısa öyküsünden senaryolaştırılmış, yönetmeni Ryûsuke Hamaguchi tarafından. Üç saate sığdırılan bu uzun öykü, süresi uzadıkça meselesinden kopan filmlerden değil. Tanıtım metnine katılarak "zarif bir film" gerçekten de.
Yirmi beş yıllık birlikteliklerinde sanatçı bir çiftin, aktör-rejisör Yusuke (Hidetoshi Nishijima) ile aktris-senarist eşi Oto’nun (Reika Kirishima) günlük yaşantısıyla açılır sahne. Oto, sevişmeleri sırasında adeta vecd halinde hikâyeler anlatmaya başlar. Bu hikâyeleri sonradan Yusuke hatırlatır ona, dört yaşındayken zatürre nedeniyle kaybettikleri kızlarının ölümü sonrasında oyunculuğu bırakan Oto, bu hikâyeler yoluyla dizi senaristliğine başlamıştır.
Oto ile Yusuka’nın, ortak yas, ortak acı ve ortaklaşılan iş yaşamıyla çemberlenen sevgileri, bireyliklerini korumalarıyla devam eder. Elbette bu birey kalabilme çabası, yalnızlığı ve anlaşılamamayı da beraberinde getirir. Cinsel birliktelik çiftleri birbirine yakınlaştırırken, onlara bilinmez başka bir uzaklığı mı getirmektedir sorusu, filmin ilk yarısına hâkim olur.
Oto’nun beyin kanaması sonucu ölümüyle Yusuka, aktörlük yaşamında sıkıntılarla karşılaşır. Büyük başarıyla oynadığı Çehov’un Vanya Dayı’sındaki Vanya rolünde sahnede duygusal ataklar yaşamasıyla iki yıl sahnelerden uzaklaşır. Hiroşima Sanat Tiyatrosu’nda, Vanya Dayı’yı sahnelemek üzere, yönetmen olarak Hiroşima’ya gider. Ve bir anlamda film, ikinci kere tekrar başlar…
Yusuka, tiyatro kurumunun "sanatçılara şoför tahsis etme" kuralından başta memnun kalmaz. Çünkü o, Oto’nun Sonya’nın repliklerini okuyup doldurduğu kaseti arabasıyla giderken dinlemekte ve kendisi de Vanya Dayı’nın repliklerini seslendirmektedir.
Şoföre gelirsek… 23 yaşında genç bir kadın Misaki (Tôko Miura). Hokkaido’nun bir köyünde, annesiyle büyümüş, şoförlüğü de annesinden öğrenmiştir. Yusuko ile Misaki, günler-geceler süren yol arkadaşlıklarında hikâyelerini anlatırlar birbirlerine. Misaki’nin annesi beş yıl önce, köylerindeki heyelanla evlerinin yerle bir olması sonucunda ölmüştür. Arabayı alıp Hiroşima’ya gelen Misaki, arabası da bozulup onu yolda bırakınca çöp kamyonu sürücülüğü yapmıştır. Misaki’nin sadece çalışabilmek için adeta kimliksizleşmiş giyimi, bakımsız hali onun yaşadığı yeri görmesek bile ayakta kalmaya çabalayan yoksul bir işçi olduğunun göstergesi.
Yusuko ve Misaki, travmalarını atlatmış olsalar da sonrası stres bozukluğunu içlerinde taşıyan, sessiz, heyecansız, gülümsemeyen, donuk kimselerdir. Tıpkı atom bombası ile trajik geçmişini ardında bıraksa da sessiz hüznü her yerine sinen Hiroşima gibidir onlar da.
Kōji, birliktelik yaşadığı Oto’nun ölümü sonrasında, internette sık sık Yusuko’nun adını aratarak, onun izini sürmüş ve son gün haberdar olduğu seçmelere başvurarak Hiroşima’ya gelmiş genç bir aktördür. Yusuko, eşi Oto’nun Kōji ile birlikteliğinden haberdardır. Ve bunu yaşadığı sürece Oto’ya belli etmemiştir. Koji, Yusuko ile bir şeyler içmek için prova sonrası birkaç kere buluşur. Oto’nun kurduğu hikâyelerin devamını arabada giderken Kōji’den dinleriz, Yusuko ve Misaki gibi biz de. İki âşık erkeğin yer yer birbiriyle restleştiği, yer yer rakibine omuz verdiği bir sahnedir bu. Yusuko, Oto için, "ihaneti de aşkı gibi doğaldı" der Kōji’ye ve ekler: "İkimiz aynı acıyı paylaştık, çünkü aynı kadına âşıktık."
Yusuko, Kōji’nin ısrarlı anlama çabalarına karşılık sonunda onun hakkındaki gerçek düşüncelerini söyler. "Heyecanını dizginleyemiyorsun, bu da sosyal yaşantıda zorluklara neden oluyor." Bir öngörüymüşçesine, Kōji, oyunun prömiyerine günler kala, sokakta fotoğrafını çeken bir genci darp eder ve ölümüne neden olarak tutuklanır.
Tiyatro temsilcileri, Vanya Dayı’yı oynaması için Yusuko’ya ısrar eder ve Yusuko, düşünmek için iki gün ister. Misaki onu, kendi köyüne, evinin karlar altındaki yıkıntısına götürür. İkisi de burada, biri eşinin, diğeri annesinin ölümleri üzerinden yaşadıkları suçluluk duygusunu ortaya döker, Yusuko ilk kez, donuk hâlinden çıkarak çözülür ve ağlar. Misaki ile birbirlerine sarıldıklarında, Yusuko, Misaki’ye umut veren cümleler kurar. Çehov’un Sonya’sı, bu iki yıkık insana, yüzlerini yeniden yaşama dönme dirimi verir.
Drive My Car, Avrupa’dan ödüller almaya başlamışsa da Oscar tahminlerim genellikle tutmaz ve zaten ödül konusu netameli olduğundan çok da prim verilecek bir şey değil kanımca.
Film bana, sanatın, kurgu olanın nasıl da yazgıya dönüşebileceğini bir kere daha gösterdi. Oto’nun hikâyelerindeki dokunaklı hâl, kendini, geride kalanlar yoluyla gerçekleştiriyor. Drive My Car, Yusuko - Kōji ve Yusuko - Misaki ikilileri üzerinden, tamamlanmamış her hikâyenin kendini gerçekleştirerek tamamlama yetisine sahip oluşunu ve bu mistik yapının sanatın büyüsü olduğunu, duygulu, pür bir yerden anlatıyor.
Tiyatro ekibinde anadili Mandarince, Korece, Japonca olan ve dilsiz alfabesi ile konuşan oyuncular üzerinden yönetmenin tek dil, tek din, tek bayrak demeyen çoğulcu anlayışı yansıtılmış. Oyun sırasında üst yazı olarak geçen Japonca ile aslında sorun bile olmayan sorun çözülmüş oluyor. Türkiye’de Kürtçe oynandığı için yasaklanan oyunları düşününce bu "sorun olmayan sorunlar"ın nasıl da iktidar eliyle imâl edilip, sorun haline getirildiğini görebiliyor insan. Film bu açıdan da çoğulcu bir bakışa sahip.
Vanya Dayı’yı oynamak istemeyen Yusuko, bunun nedenini Kōji’ye, "Çehov insanı korkutuyor. Metni okurken içine giriyorsun ve o senin gerçekteki hâlini ortaya çıkarıyor" diye açıklar. Çalıştığı rol için yazarın metnini dinleyen, kendini metne bırakan ve metne cevap veren oyuncuların, bu sessiz ama yoğun işbirliğini çok güzel gösteriyor film, yönetmen Yusuko üzerinden.
Oyun perde açtığında, Yusuko sahnede Vanya Dayı’yı başarıyla oynuyor. Filmin finalinde Misaki’yi, başta gördüğümüz halinden çok daha farklı, bize umut veren haliyle görüyoruz. Markette alış veriş yaparken herkesin maskeli olmasından anladığımıza göre pandemi günlerindeyiz artık. Misaki, temiz, şık giysiler içindedir ve artık saçlarını da salmıştır, film boyunca ilk kez. Yusuko’nun o çok sevdiği kırmızı arabasına Misaki, tek başına bindiğinde, arka koltuktaki köpeğiyle yoluna gitmeyi sürdürür.
Her hikâye, kendini tamamlamak ister. Yusuko kızını, Misaki babasını bulmuştur artık. Öz değil, ikame mi dediniz? İyi ama her hikâye iç içe geçmiş başka bir hikâyenin ikamesi değil midir? Sanat bize her duygunun özlüğünü, hiçbir duygunun üvey olmadığını da anlatamayacaksa neden izliyoruz, dinliyoruz, oynuyoruz, yazıyoruz ki?
Kadıköy Sineması’ndan çıkışta, merdivenlerde değerli büyüğümüz, aktris Suna Selen’i gördüm. On dokuz sene önce, henüz bir tiyatro öğrencisiyken İstanbul Devlet Tiyatroları’ndaki Yaban’da aynı kulisi ve sahneyi paylaştığım sevgili Suna abla ile ayaküstü filmi konuştuk, film içindeki provaların, oyunculuklarla ilgili kısımların etkisini andık. Suna abla her zamanki sanatçı disipliniyle başka bir filmi izlemek üzere salona yöneldi. Devlet Tiyatroları’nın bugünlerde "65 yaşından büyük sanatçılar sahneye çıkamaz" kararının akıl dışılığını gösterir gibiydi, hayranlık ve saygıyla baktım ona. Karar vericilerin kararları ne zaman gerçekliği yansıttı ki?