en sekmez lüverin namlusundan fırlayanlar…

o kuşaktan insanların özellikle son on yılda, cesaret hikâyelerinin kahramanlarına indirgenmesi bir dönemin içeriğinin boşaltılması, bir tarihin silinmesi demek.

mayıs, türkiye solunun yakın geçmişi üzerine düşünmek için ne kadar uygun, ne kadar yüklü bir ay. 6 mayıs 1972’deki idamlar, 17 mayıs 1971’de thkp-c’nin, israil’in türkiye başkonsolosu efraim elrom’u kaçırması ve 18 mayıs 1973’te ibrahim kaypakkaya’nın, ağır eziyetlerden sonra, öldürülmesi. 

türkiye’de solun tarihi cumhuriyet öncesine dayanıyor ama yukarıda andığım nesil, bu uzun tarihte bir dönüm noktası. onları 1968’li sayanlar var, füruzan bu kuşağı anlatmaya çalıştığı romanına 47’liler adını vermişti, can yücel deniz gezmiş’le ilgili şiirinde, onun için "en sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…" der… bunların hepsi bir ölçüde doğru ve ama yine bir ölçüde tartışılmaya muhtaç tanımlar. 

o kuşağı 12 mart darbesiyle de tanımlamak mümkün. daha önce de kullandığım bir ifadeye tekrar başvuracağım. dostoyevski’nin, rus edebiyatıyla ilgili, "hepimiz gogol’un paltosudan çıktık" demesi gibi, thkp-c, türkiye sol hareketinin "palto"larından biri, daha spesifik olarak, mahir çayan’ın kesintisiz’lerini temel alanlar da var. bu ilişkilenmelerin tamamı tartışılmaya muhtaç bence ama bu başka mecraların konusu. aynı yaygınlıkta olmasa da tikko ve ibrahim kaypakkaya’nın da benzer bir etkisi var ama kendilerini thko’nun mirasçısı sayacaklar çok sınırlı ve bu aynı çizginin benimsenmesinden ziyade, kadroların kurduğu bir devamlılık. 

o kuşaktan insanlar yıllar içinde ve ama özellikle son on yılda, cesaret hikâyelerinin kahramanlarına indirgendi. bu, bir dönemin içeriğinin boşaltılması, bir tarihin silinmesi demek aynı zamanda. cesaretin bulaşıcılığı anlatılardan değil, yan yana durarak oluyor, bu hikâyeler kimseye bir şey katmıyor. 

ancak şuna da dikkat çekmek istiyorum. bu üç ayrı hat içinde en kolay benimsenen deniz gezmiş ve arkadaşları. çünkü hüseyin inan’ın kaleme aldığı türkiye devriminin yolu başlıklı broşür, mahir çayan ve ibrahim kaypakkaya’nın yazılarından farklı olarak güncel meselelere odaklanan bir metin ve belki de bu yüzden sonraki yıllarda fazla yaygınlaşmadı. ama mahir çayan’ın, hele de ibrahim kaypakkaya’nın yazdıkları, kelimenin olumlu anlamıyla kolay yutulur lokmalar değil. 

bu insanlar, doğdukları yıla göre ağabeyimiz, öldükleri yaşa bakınca kardeşimizdir, bugün sol kamuoyunda büyük saygı ve hayranlık görüyorlar, anılmaları da, savunulmaları da, sahiplenilmeleri de olağan. ancak şuna dikkat çekmek istiyorum. siyasal yapılar, böyle çok sevilen kişilikleri, kendileriyle ortak noktalar bularak sahipleniyor. o yüzden o kuşakla ilgili, örneğin altıncı filo, antiemperyalizm gibi temalar, deniz gezmiş’in idam sehpasındaki son sözleri öne çıkartılıyor. oysa bir insanı, bir hareketi anarken ayırt edici özelliklerinden yola çıkmak daha adil ve makul. kahramanca direnmiş çok yol arkadaşımız var, abd emperyalizmine karşı kararlılık hâlâ çok yaygın, deniz gezmiş’in idam sehpasında vurguladığı kürt ve türk halklarının kardeşliği konusunda o zamandan bu yana çok fazla adım atıldı. ayırt edici olan şey için bir simge ararsak 17 mayıs 1971 günü, aralarında mahir çayan, hüseyin cevahir ve ulaş bardakçı’nın da bulunduğu thkp-c mensuplarının israil’in türkiye başkonsolosu olan efraim elrom’u kaçırma eyleminden söz etmemiz doğru olur. abd emperyalizmi ve siyonizmi de hedef alan bu eylemin amacı cezaevindeki devrimcilerin serbest bırakılmasını sağlamaktı. bu dayanışma da önemli tabii ama eylem doğrudan devleti karşısına alıyordu, çok güçlü bir meydan okumaydı ve en belirleyici olan şey, 12 mart darbesinin ortadan kaldırdığı demokratik mücadele olanaklarının dışına çıkma cüretiydi bence. yani darbe olduktan sonra, eylemler başlıyor, bunu 12 eylül sorasıyla da, darbe ve faşizmden söz ettiğimiz her anla da kıyaslayabiliriz, değil mi?

bu insanlar, darbecilerin "balyoz harekâtı" terimiyle izah ettikleri, ağır bir baskıyla karşı karşıya kaldı. "halkçı ecevit"in bir umut olarak ortaya çıktığı ve oyların çoğunu kazandığı seçim, 1973 yılında ibrahim kaypakkaya’nın vahşice işkence edilip öldürülmesinden birkaç ay sonra gerçekleşmişti. bunu izleyen yıllarda demokratik muhalefet kanalları açıldı, sol, başta işçi ve gençlik hareketi olmak üzere birçok alanda atılım yaptı. 

17 mayıs’la simgelemeye çalıştığım çizgi sürebilir miydi, başarılı olabilir miydi, bunlar da başka mecraların tartışmaları. ama şunu düşünmeden edemiyorum.

geçtiğimiz günlerde, sosyal medyada karşımıza çıkan tehdit videolarından birinde, kamuflaj elbiseli ve kar maskeli bir grup adam, bir evin içinde, ellerinde uzun namlulu silahlarla dikeliyor, içlerinden biri, temiz bir türkçeyle, bir metni telefondan okuyordu. ayaklarında o kıyafetin olağan aksesuarı olan postallar yoktu, birisi çorap bile giymemişti. okuduğu metinde, ülkücüleri türkiye cumhuriyeti’nin 57. alayı olarak tanımlıyor ve "sizde hayali olan namlular, bizde cayır cayır çalışır" diyordu, postallarıyla kirletmeye bile cesaret edemediği bir halının üzerinde dururken. sizde hayali olan namlular! 

teşbihimi mazur görün, halı kirletmek için postala gerek olmadığını gayet iyi gördüğümüz şu günlerde yine can yücel’in terimiyle, "şarabi eşkıyalar"ın ayırt edici yanını, en azından fark edebiliriz değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi