Yavuz Baydar
Erdoğan'ın intihar sürüşü ve muhalefetin siyasetsizliği
Ne diyordu Erdoğan?
''Nereye vurursanız vurun, biz dümdüz gidiyoruz çünkü biz Türkiye’yiz.''
Bu laflar bir-iki hafta önce Almanya'ya söylenmişti, ama ' dümdüz gidiyoruz' kısmı çok uzun bir zamandır her şey için geçerli.
Dümdüz gidiyor Erdoğan, bunu açık sözle de anlatıyor.
Dümdüz gidiyor çünkü direksiyon kilitlendi.
Türkiye'nin içine sürüklendiği tarihi rezilliğin yüzde 90'ından sorumlu olan kişi, kendi formasyonu ve kapasitesi açısından, ancak böyle konuşursa dümdüz gidişle düze çıkacağını sanıyor.
Bu iç gerçeği anlayınca, seçim hazırlığındaki Almanya'ya hitaben bugün edilen şu lafları da doğru yere koymak kolaylaşacaktır:
''Türkiye'nin tansiyon düşürme noktasında herhangi bir sorumluluğu yoktur. Eğer bu konuda sorumluluk aranıyorsa bunun baş sorumlusu Almanya'nın ta kendisidir. Almanya, AB müktesebatına uymayan bir ülke konumuna düşmüştür.
Ben de Almanya'daki vatandaşlarıma şunu söylüyorum, sakın bu yanlışa düşüp de bunları desteklemeyin. Bunlar Türkiye düşmanlarıdır. Birinci, ikinci parti önemli değil. Bu şu anda Almanya'da yaşayan tüm vatandaşlarımızın onur mücadelesidir.
Onların aklına da ihtiyacımız yok. Buradaki siyasi partiler bu mücadeleyi demokratik bir tavır içerisinde yürütmeleri lazım. Bunu Hamburg Zirvesi'nde de gördük. Oradan döndük geldik ama değişen bir şey yok. Orada asıl bu işi değiştirecek olan 1 milyona yakın oy kullanacak olan Türk seçmen var.
Türk seçmenlerimize özellikle Türkiye'ye bu denli saygısızlık yapan bu siyasi partilere karşı sandıkta oylarını kullanırken gerekli dersi vermeleri gerekir diye düşünüyorum.''
''Türk seçmenlerimize'' kavramına mim koyun. Bu zihniyette, başka bir ülkenin sistemine girmiş ve orada yaşamayı, oranın hukuk düzenine uymayı seçmiş, oranın yurttaşı olmuş insanların onur ve zekasına saygı aramayacaksanız. Elbette ki Erdoğan, seleflerinin geleneğine uyarak Türkiye'de yaşayan insanlara koyun muamelesi yapma - yan bilimsel deyişle, vesayet uygulama - tavrını sürdürüyor, ama bunun tabii ki katmerlisini yapıyor. Bu lider türünün gözünde kitleler sığır sürüleridir, denileni yapmaya mütemayildirler, ses yükseltince korkar, kitle içinde tekmelenmemek için akıntıya uyarlar. Şimdi bekliyor ki Erdoğan ve bakanları, Almanya'da demokrasi kültürü içinde soluk alan Türkiye çıkışlı insanlar da böyle davranacaklar.
Peki kime oy verecekler?
Komünistlere mi? Nerede o günler?
Aşırı sağcılara mı?
Nasıl ders verecekler yerleşik partilere?
Bilen yok.
Yok, çünkü siyaset kültürü bir kere holiganlaştı mı, izahı zor işler peş peşe gelir.
2011'den beri yaşanan 'biri Türkiye'yi gözetliyor' dizisinin özünde de işte bu var.
Hal aynen böyle olduğu için, bir zamanlar Gülen Cemaati okullarında okumuş olan damat Albayrak'ın bugün 'Yurt dışındaki FETÖ'cüleri yerinizde olsam boğazlarım' lafı da diziye gayet iyi uyan bir replik. Sorun yok.
Geriye dönüp bakmak, geleceği anlamak için şart. Bakınca, aslında Erdoğan'ın nasıl dümdüz geldiği de gayet aşikar. Gelin, AKP kurucularından Abdüllatif Şener'in değerli muhabir kardeşimiz Fatma Yörür'e anlattıklarını buraya hatırlatma amaçlı taşıyalım. Şener'in bu konjonktürde yalan söylediğini düşünmek için bir sebep yok, 'Erdoğan'ın Önlenemeyen Yükselişi'ni anlatırken de kritik eşikleri iyi tasvir etmiş.
Şunların altını çizdim Şener'i okurken:
- 16 yıl onun kişilik, kimlik ve siyaset yapma tarzı ile ilgili gelişti. Parti demokratik bir ortamda kurulmuş olsa da, gerek siyasi partiler kanunu gerekse Erdoğan’ın tarzı bunu yarattı. Siyasi partiler kanunu öteden beri sorunludur, demokrasiye uymayan ve izin vermeyen ve genel başkan odaklı çalışmayı kolaylaştıran bir yapıdadır. Tek güç olmayı hedefleyen Erdoğan da buna dayandı.
- Şener’e göre Erdoğan hiçbir zaman demokrasiyi amaçlamadı. Nüfuzunu ve gücünü sürekli artırmayı amaçladı: "Konjonktür uygun hale geldikçe, ve toplumsal- kurumsal yapı müsaade ettikçe de bu adımları atmıştır. Bugünkü tek güç haline dönüşmüştür" diyor, ve ilk önemli evreyi partinin Anayasa Mahkemesi’nde kapatılmasının reddiyle Anayasa Mahkemesi denetiminin partide (parti aleyhine, yb) işlemediğini görmesi olarak belirtiyor.
- Şener’e göre ikinci eşik, 2010’da yapılan anayasa değişikliği. Bu sayede kurumsal yapıları pasifleştiren Erdoğan, yargının kendisine ve milletvekillerine fezleke gönderemez olmasıyla bunu AKP açısından güce, muhalefet açısındansa tehdide dönüştürdü.
- Şener, AKP’nin bu noktadan sonra dokunulmazlıkları özellikle HDP ve CHP üzerinde bir tehdit olarak kullandığını belirtiyor.
- 16 yıllık serüvenin önemli dönüm noktalarından biri olarak barış sürecini de gösteren Eski Başbakan yardımcısı Şener: "Barış süreci, Erdoğan’ın kendi hakimiyeti veya gücünü pekiştiren bir mekanizma olmaktan öte, ülkeyi çözüme götüren ve demokratikleştiren bir mekanizmaya dönüştü ve bu da Erdoğan’ın siyasi stratejilerine uymadı." diyor ve Erdoğan’ın bu safhada HDP ile havluları atıp burayı bir siyasi mücadele alanına dönüştürdüğünü söylüyor.
- Şener’e göre gücün tek elde toplanmasında son aşama, ne olduğu, nasıl olduğu ve kimlerin organize ettiği henüz bilinmeyen 15 Temmuz oldu: "Şu anda karşıt düşüncelerin söylenmesi yasak olduğundan, tek yanlı yayın yapılıyor ve bizler işin ayrıntısını öğrenemiyoruz. Asker ve sivil tüm muhalefete yapılan baskılar nedeniyle Erdoğan’ın karşısında gücünü sınırlayacak ne siyasi ne de kurumsal bir yapı kaldı."
- Şener’e göre, Türkiye gibi yönünü demokraside tutmaya çalışan, yıllardır AB sürecini yürüten ülkede, yüz yıllık tarihin geriye gidişini yaşıyoruz: "Politika bir süreç, bu süreç kendi kendine oluşmadı. AK Parti’nin yola çıktığında Türkiye bu hazmetme kapasitesinde değildi. Kurumsal ve sosyolojik birtakım sınırlamaları vardı. Demokrasiyi araçsallaştırmadıkça bu sınırlamaları aşamazdı Erdoğan..."
Bu araçsallaştırmada bir yavaşlama yok.
Bazılarının iddia ettiğinin tam tersine, bir korku da yok Erdoğan'da.
Dümdüz gitmenin mantığında korkuya yer yoktur. Sert bir tercihin sonucudur bu, ve Roma'yı yakacak olmanın rahatlığıyla, Roma'yı kundaklama altyapısının kurulmuş olmasıyla ilgili bir kör uçuşla ilgilidir.
Panik yok o cephede, sonuna kadar gitme var.
Miloçeviç korksaydı, durum farklı olurdu. Hani bir örnek...
Bu noktada, ABD'nin Partiler Üstü Politikalar Merkezi adlı düşünce kuruluşunun analisti Nicholas Danforth'un Washington Post'taki saptamalarını da paylaşayım:
- "Türkiye’de demokrasi öldü ve Tayyip Erdoğan her zamankinden daha çok kontrole sahip."
- "Türkiye’nin kaderinin sivil otoriterlik sayesinde boğucu ama istikrarlı bir seyir izleyeceğini varsaymak hata olacaktır. Askeriye gibi kurumlardaki bölünme, Erdoğan’ın demokratik mirası aşındırması ve parlamenter demokrasiye yönelik devam eden saldırılarıyla birleşince, Türkiye önümüzdeki yıl karşılaşması muhtemel şoklara hazırlıksız yakalanacaktır. Eğer ülkedeki durum kontrolden çıkarsa sonuç; demokrasinin geri dönmesi değil, şiddet ve kaos sarmalı olabilir."
- "Erdoğan, sivil yurttaşları silahlandırıp örgütleyerek 2013’teki gibi yaygın protesto ihtimaline karşı bunları kullanmaya hazırlanıyor"
- "En kötü senaryo, Erdoğan’ın ülkeyi artık istikrarı sağlamanın mümkün olmadığı noktaya kadar sürüklemesidir."
'Dümdüz gitme' söz konusu ise, bu, Erdoğan'ı frenleyecek hiçbir mekanizmanın ve kişinin kalmadığı gerçeği ile ilgilidir. Gül, Şener ve Arınç çoktan gitmişti, pek yakında 'Nabi abi' de çekildi.
Ortada Erdoğan için bir 'çıkış haritası' (exit strategy) yoktur.
Masa örtüsünü olduğu gibi çekme var.
Roma'yı tutuşturma var.
İtiraz edeni imha var.
Alternatif siyaset önerenleri, partiye emek vermiş mutsuzları itlaf kampanyası var.
Paranoya senaryoları var.
Bitmeyecek bir OHAL var.
Ve en önemlisi 'beterin de beteri' için altyapı hazırlanmış durumda.
Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener'in genel dümdüz gidişi anladığını iddia edebilirsiniz. Ama, her ikisinin de çözümle ilgili çok ciddi blokajları var.
Çünkü; Erdoğan'ın 7 Haziran sonrasında hazırladığı Türk-İslam-Militarist Sentez, bu iki lideri de ciddi biçimde düşündürüyor.
Siyaset bir toplu yürüyüştür. Ne Kemal Bey, emin kendi partisi içindeki milletvekillerinin bu yeni ittifaka hakiki muhalefetinden, ne de Akşener, kendi etrafında bu çılgın milliyetçi - İslamcı dalgaya sonuna kadar vuruşacak bir kadroyu görebiliyor.
Ve tabii, Kürt siyaseti bu devrenin tamamen dışında.
Bu açmaz Erdoğan'ın lehine.
Hüsnü kuruntu, manzaranın önüne buzlu cam çekiyor ama gelin Tarık Ziya Ekinci'nin bilgece tespitlerine bakalım da anlaşılsın:
''Yeni Türkiye, Milli Nizam Partisi’nin kurulduğu 1960’lı yıllardan başlayarak devam ede gelen bir siyasetin günümüzdeki ürünüdür. Yeni Türkiye düşüncesinin hayata geçmesi için asker-sivil bürokrasinin baskısından kurtulmak, özellikle silahlı kanadı pasifize etmek gerekli bir zorunluluktu. Parti kapatmaları, tutuklamalar, vakıf, tarikat ve benzeri dinsel amaçlı kuruluşların tasfiye edilmesi, yayın organlarının kapatılması hareketin iktidar amaçlarına set çekiyordu. Yeni Türkiye hareketinin öncü kadroları uzun yıllar CHP+ Ordu=Devlet denklemi karşısında çaresizdi. Hem CHP’yi alt etmek, hem de orduyu kışlasına kapatmak aşılması gereken ağır sorulardı. AK Parti, iktidara geldiği 2002 tarihinden başlayarak etkin ve tutarlı bir mücadele başlattı. İlk beş yıl boyunca demokratik hak ve özgürlükleri genişletme ve hukuk devletini güçlendirme yönündeki politikalar sayesinde içte ve dışta büyük itibar kazandı. Ordunun radikal unsurlarına karşı başlattığı Ergenekon ve Balyoz davalarında kamuoyundan destek gördü. Önemli tasfiyeler yapıldı. Daha sonra yenilgiyle sonuçlanan 15 Temmuz Fetocu hain ve caniyane kalkışma hareketini yapanların tutuklanarak tasfiye edilmeleriyle de Ordu önce Kemalist unsurlardan, sonra da Yeni Türkiye projesinin karşıtlarından tamamen arındı. Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığı’na, Kuvvet Komutanlıkları da Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı. Böylece silahlı kuvvetler AK Parti iktidarına bağlı bir kuruluş haline geldi.
Miadını dolduran Ordu+CHP=Devlet denklemi yerine AK Parti+Ordu=Devlet denklemi kuruldu. Yüksek yargı, vesayet rejiminin denetiminden çıkarıldı. Anayasa Mahkeme’sinin (AYM) parti kapatma tehditleri son buldu. Yeni Devlet denkleminde AYM de AK Partinin yörüngesine girdi. Milletvekillerinin tutuklu olarak yargılanamayacağına ilişkin içtihadını unuttu.
12 HDP milletvekillinin makabline şamil bir anayasa değişikliği ile yargılanıp tutuklanmaları karşısında sessiz ve ilgisiz kaldı. Eski kararını uygulayabilmek için adeta talimat bekleyen bir konuma girdi. En azından toplumdaki algı bu yöndedir ve bu algı devam ediyor.
Bugün artık asker-sivil bürokrasi siyasetin dışına çıkmış. Sosyolojik tabanı olmayan Kemalizm de gücünü kaybetmiştir. Yandaşlarının tabulaştırma çabalarına rağmen Kemalist ideolojiye dayalı bir siyasetin umut vaat etmesi olanaklı görünmüyor.''
Tarık Ziya Bey'e katılıyorum. 'Ama bunlar çok karamsar' denebilir.
Olabilir. Ama asıl önemli olan, yukarıda alıntıladığım gerçekçi - karamsar değil - görüşlere karşı, CHP veya Akşener cephesinin ikna edici cevapları, bir çözüm iskeletini henüz ortaya koyamamış olmasıdır. Baş aşağı giden bir Türkiye var ortada, 'bekleyelim de görelim, aceleye gerek yok' diyemezsiniz.
Bakın Erdoğan dümdüz gidiyor, ve belki de 2019'da, 16 Nisan sonucunu bile temiz ilan ettirecek dalavereler, Ali Cengiz oyunları yaşanacak.
Romantizm, hayal tacirliği, altı boş slogancılık devri kapandı artık.
Nerede 'acil muhalefet'?
Mağdurlar etlerinden et koparılmış gibi bağırırken, hangi alternatif siyaset var ortada?
Soruyorum sadece.