Eser Karakaş
Erdoğan’ın korumaları, ABD Anayasasının 1. eki ve Abdülhamit
En sonuncudan başlayalım.
Sene 1789, Fransız Devrimi gerçekleşiyor, bizde I. Abdülhamit Rusların Ozi kalesini alması, içeridekileri katletmesi üzerine üzüntüden felç geçirip ölüyor, yerine de III. Selim geçiyor.
Aynı tarihte de, ABD’de, 1791’de anayasal ek (Birinci Ek) halini alacak bir küçük, yaklaşık dört satırlık bir metin hazırlanıyor: "Kongre, herhangi bir dinin kurallarını temel alan veya ibadetini yasaklayan ya da ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kısıtlayan; ya da halkın barışçıl şekilde toplanma ve şikâyete neden olan bir halin düzeltilmesi için hükümetten talepte bulunma hakkını kısıtlayan herhangi bir yasa yapamaz"
Benim de en büyük siyasi ihtirasım ABD Anayasasının söz konusu 1. ekini (1789, 1791) Türk hukuk sisteminin bir parçası yapmaktır.
Elin Amerikalısı 1789 senesinde dünyanın gelmiş geçmiş en muhteşem laiklik-sekülarizm tanımını veriyor, bizdeki Diyanet komedilerine, devlet memuru din adamlarına kapılarını tamamen kapatıyor, ifade ve basın özgürlüklerini, barışçıl toplantı ve yürüyüş yapma hakkını teminat altına alıyor ve yasama organına, Kongre’ye bu konularda aksi yönde yasa yapma yasağı getiriyor (Jefferson, Madison).
Ve böylece de bugünün tartışmasız süper gücü, kişi başına elli beş bin dolar gelire sahip, Harvard, MIT gibi üniversitelere sahip bir ülke haline geliyor.
Abdülhamit ama ikincisi değil birincisi, 1789 senesinde vefat ediyor, yerine de oğlu III. Selim geçiyor; ilgilenen herkes o dönemin tartışmalarını, olaylarını en azından internet üzerinden öğrenebilir, ABD Anayasası birinci ekinden yaklaşık yirmi sene sonra ancak, uygulanma şansı da bulamayan Sened-i İttifak gündeme geliyor.
Bunları neden anlatıyorum?
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ABD’de iken Büyükelçilik konutunun önünde birileri muhalif gösteri düzenliyorlar ama şiddete başvurduklarına, başvuracaklarına yönelik en küçük bir emare, kanıt yok fakat durumdan rahatsız olan Sayın Erdoğan göstericilerin üzerine korumalarını gönderiyor ve ortaya Türkiye adına çok çirkin bir manzara çıkıyor.
ABD Hükümeti ise bu olaydan sonra bu korumalar hakkında soruşturma açıyor, dokunulmazlıklarını kaldırıyor.
Sayın Erdoğan’ın bu gelişmelere tepkisi ise "bu nasıl bir karar, bu nasıl bir hukuk anlayışı" biçiminde oluyor.
Birilerinin mutlaka Sayın Erdoğan’a şiddete başvurmayan gösteri yapma hakkının ABD Anayasasının birinci eki ile 1791 senesinden beri, yani yaklaşık iki yüz yirmi beş senedir anayasal güvence ile korunduğunu anlatması lazımdır.
Aynı birinci ek, malum, ABD türü laikliği de düzenliyor.
Rahmetli Erbakan bizdeki jakoben-devletçi laikçilere karşı hep "Biz ABD türü bir laiklik istiyoruz, ne eksik, ne fazla derdi", yani Erbakan’ın müridi, talebesi Erdoğan’ın bu maddeden haberi olması gerekir, tabi merak edip hayatında bir kez "Yahu, şu ABD türü laiklik ne demektir, Anayasanın birinci eki ne der, Burhan, gel bana anlat" demiş ise.
Aslında, rahmetli Erbakan’ın da, Diyanet türü kurumları kesinlikle yasaklayan ABD Anayasasının birinci ekini iyi anlayıp anlamadığına ilişkin de kuşkularım yok değil, zira bu siyasal gelenek, milli görüş, gömleği çıkarsa da, giyse de, mutlaka Diyanetçi.
ABD’yi ABD yapan bu anayasa birinci ekinin ABD topraklarında uygulanmasına eleştiri getirmek gerçekten çok hazin bir manzara oluşturuyor.
Üstelik bu hüznü bize yaşatan kişinin Türkiye Cumhurbaşkanı olması meselenin vahametini daha da arttırıyor.
Burhan Kuzu bu konuda ne düşünüyor, Sayın Erdoğan’a ne diyor, bunu da merak etmemek mümkün değil.
Yazının başında da belirtmiş idim, bu birinci eki Türkiye hukuk sisteminin anayasal parçası yapalım, ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, imamların devlet memuru olamayacağı hükmüne, toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğüne aksi yönde kanun çıkarmayı TBMM’ye yasaklayarak hayata geçirelim, bakalım o zaman nasıl bir Türkiye olacak.
Daha doğrusu, ancak o zaman, 2023 hedeflerinin yakalanabilirliğini bir anlayalım önce.
Yazmazsam çatlarım: Devlet fena tökezliyor
Manisa’da zehirlenen, zehirlendikleri aşikar askerler kusarak, iki büklüm hastaneye koşuyorlar, Manisa Valisi ise "bu zehirlenmeye benzemiyor" diyor. Acaba neye benziyor?
Savunma Bakanı da bu olayın depremlerden kaynaklandığını, yeraltı sularının karışmasını gündeme getiriyor.
Ne olduğunu anlamıyordum ama birilerinin korunmaya çalışıldığı belli idi.
Yardımıma yine Cumhuriyet’ten Çiğdem Toker koşuyor ve yazısında (18 Haziran) bu tuhaf açıklamaların arka planının anlatıyor.
Bir catering şirketini korumak için bir bakanın, bir valinin bu durumlara düşmesi nedir Allah aşkına?