Erkekliğe geçiş aslında sembolik hadım etmedir

Sünnet bir uyarıdır ve tümü kesilmediği için de bir bağışlamadır. Eğer burada bağışlama varsa çocuk bu bağışlamadan ötürü otoriteye şükran duymalıdır ve saygı göstermelidir. Kendisine acı veren minnet borcu

Bu metin 2015 yılında psikanalist arkadaşlarla Almanca yayınladığımız ortak kitapta yer alan yazımın, gözden geçirilmiş bir çevirisi.

SÜNNETİN HİKAYESİ

Sünnet, arkaik toplumların bir ritüeli olmuştur. M.Ö. 6000 yıllarında, Eski Mısır ve Mezopotamya'da sünnet uygulanmaktaydı (bkz. Quack 2012). Ayrıca sünnetin yapıldığı yaş da her kültürde aynı değildir. Mesela eski Mısır kültüründe yeni doğmuş bebeklere sünnet yapılmazdı (bkz. Quack, 2012-1, s. 18.). Yahudilerde ise bebek 8. gününü doldurmadan sünnet ediliyor. Bunu Yahudiler çocuğun acı hissetmemesi amaçlı olduğunu söylüyorlar. Aslında bu acı çekmeden bebek sünneti de bir anlatı ve doğruluk payı yok. [1] Yapılan bilimsel çalışmalarda bebeğin acı çektiğini, anlatının sadece dinsel bir ‚masal‘ olduğunu gösteriyor.

Eski Mısırda bir dönem sünnette penisin ön derisi V biçiminde kesiliyordu (Quack, 2012-1, s. 20). Romalıların sünneti Yahudiliğin vücuda yazılışı olduğundan sünneti yasakladıkları dönemler bile olmuş. Sünnet resimleri İsa’nın sünneti biçiminde Hıristiyan anlatısında yer almıştır. Yahudilik ve sünnetin reddi yer yer Yahudi düşmanlığının sembolü haline de geliyor tarihte. Özellikle orta çağda bazı resimlerde sünnet reddedici ve teşhir edici bir şekilde sunulur. Birçok kültürün tarihinde sünnet ve hadım etme, ceza ve aşağılama olarak kullanılmıştır. Bazen Müslümanlar için sünnet, erkek vücudunun orijinal durumunu iyileştiren bir yöntem olarak görülmüştür. Türk erkeğinin ideal erkek vücudu, sünnetli penise sahip bir vücuttur.

Türkçede sünnet, Muhammed'in uygulamalarını ifade eden Sunna kelimesinden gelir ve bir Müslümanın takip etmesi gereken pratikleri belirtir. Ancak Kur'an'da sünnetten bahsedilmez. Jokisch'e göre, Müslüman alimler, Kur'an'daki dört ayeti, Q 16:123, 3:95, 6:90 ve 42:13, sünnete bir çağrı olarak yorumlar. Bu ayetlere ve başka rivayetlere göre sünnetli olan Arapların ata babası İbrahim'in yolundan gitmeye çağrılır. Jokisch'e göre, burada "Yahudilikle açık bir paralellik bulunmaktadır" (Jokisch 2012, s. 161f). Yahudiliğe sünnetin tahminen Babil tutsaklığının son döneminde 6. Yüzyılda girdiği sanılıyor. Tanrı İbrahim’den tanrıya olan bağının işareti olarak doğan çocukların sünnet olmasını istiyor. Sünnet bu anlamda seçkin bir dine aidiyetin sembolü. Yahudilik sünnet konusunda çok katı ve sünnet olmayan Yahudilikten çıkmış oluyor.

İslam öncesi dönemde sünnet Araplarda bir mecbur değildir. Sünnet İslam öncesi bir geleneğin Müslümanlarca İslamiyet’ten sonra da sürdürülmesidir. Yani gelenekle ilişkilidir, dinle değil. Müslümanlar Muhammed’in doğduğunda sünnetli olduğuna inanmalarından ötürü sünneti [2] onaylarlar. Bizans döneminde Arapların karakteristik bir özelliğidir.[3] Günümüzde de Yahudi ve Müslüman erkek olmanın en önemli özelliği sünnetli olmak ve bu bağlamda dinsel kimliğin gereği gibi yerleşik bir tutum var. Bu bağlamda da çok tutkuyla dinsel savunulsa da aslında kimliğe ilişkindir bu savunu. İnancın ve erkekliğin çüke bağlanması aynı zamanda kimliğin zayıf yanı da. (Erkek kimliğinin kültürel ve sosyal kuruluşuyla ilgili bu sayfada daha önde de yazmıştım. Onun için bu konuyu kısa tutuyorum)

SÜNNETİN PSİKOLOJİK SONUÇLARI GENELLEŞTİRİLEMEZ

Türkler arasında sünnet deneyimine dair genel bir yargıda bulunmak mümkün değildir. Yani sünnetin sünnet olan tarafından yaşanış biçimini genellemek zor. Çünkü iki yaşında birinin yaşadığı sünnetle ödipal dönemde yani 4/5 yaşı civarında uygulanan sünnetin etkileri çok farklı oluyor. Sünnet yaşına dair Yahudilerde olduğu gibi bir zorlama yok ve burada bir esneklik söz konusu. Erkek çocuklar, doğumdan sonra 40. günden 12., 13. yaşlarına kadar sünnet edilirler. Ayrıca mezhep (Alevi veya Sünni), etnik köken (Kürt veya Türk), yaşam tarzı (şehir halkı veya köylüler) ve ait oldukları sosyal sınıf da sünnet ve sünnet töreninin nasıl gerçekleştirildiği üzerinde etkili olur. Bu nedenlerden ötürü sünnet çok farklı şekillerde deneyimlenir.

Türk kültüründe sünnet, sünnetten önce ve sonra sürekli gündemdedir. Eğitimde sık sık sünnet tehdidi kullanılır. Türk erkek çocuklarına şöyle denir: Eğer düzgün davranmazsan/Eğer akıllı olmazsan/…, çükünü keserim! Bu, aşağılama amacıyla kullanılan bir kastre etme tehdididir. Ancak bazen ebeveynler veya çocuğun akrabaları sevgi ifadesi olarak "çükünü yerim" derler. Tehdit ya da sevgi amaçlı da olsa çük sürekli tehdit altındadır ve kastre korkusu aktüel tutulur. Erkeklik bu patriyarkal sistemde falliktir ve penis üzerine kurulur aynı zamanda kastrasyon korkusu fallik narsistik bir tehdit, yani güvensizlik de demektir.

Çük neden yemek istenir ki? Bettelheim, "Yutma veya oral asimilasyon, arzulanan bir nesnenin özelliklerini, hatta nesneyi kendisini elde etmenin arkaik bir yöntemi" olarak adlandırdı. İnsan sevdiği bir yemeği yiyerek kendisine katar, kendisinde eritir. Çük yenerek o kişiye eklemlenir. Anne ‘çükünü yerim’ derken çocuğun çükünü kendisinin bir parçası da yapar. Ve böylece de penissizlikten kurtulmak ister belki de. "Arzulanan bir nesneye ilişkin ilk pozitif içgüdüsel davranış," Ve insan bir şeyi yerken aynı zamanda "Kendisi ve nesne arasındaki mesafeyi azaltmaktır" [4]

Sünnetle yüzleşmek veya bu olaya tanık olmak bir yandan sürekli bir korku yaratırken, diğer yandan korkuları alabilir ve belirsizlik korkusunu azaltabilir. Erkek çocuk sünnete hazırlanabilir. [5]

Erkek çocuğun doğumundan sonra sünnet, aile için önemli bir konudur ve sünnet hazırlıkları çok zaman alır. Çocuk, akrabalarının, komşularının vb. sünnetlerine sürekli tanık olur. Türk ailelerin oturma odalarının duvarlarında çocuklarının düğün ve sünnet törenlerinden fotoğraflar asılıdır. Bu fotoğraflar belirli anıları teşvik eder ve kültürün ya da ritüelin sürekliliğini ve değişmezliğini simgeler. Bu, sosyal ve dışsal bir hafıza oluşturmaya yardımcı olur. Resimler, insanların geçmişi şimdiye taşımasına ve bu şimdiki zamanı gelecek olarak deneyimlemesine yardımcı olur. [6] Şunu söylemeye çalışıyorum: katsrasyon tehdidi sürekli canlı tutulur. Sünneti travmatik yaşayanlar için de bu travmanın sürekli anımsatılmasıdır.

Sünnet, erkekliğin onaylanmasıdır. Afrika’da bazı kültürlerde kadın sünneti yaygın uygulansa da Anadolu’da böyle değildir ve kadınlar sünnet edilmez. Sünnet üzerinden sadece erkeklik değil erkek egemenliği de güvenceye alınıyor. Sadece sünnetli bir Müslüman tarafından kesilen hayvanların eti yenilebilir (‘helal kesim’ sünnetli Müslüman erkeğin kestiğidir). Kadınlar, hayvanları yemek amacıyla öldüremez. Bu bağlamda sünnet, kültürde "erkek egemenliğini" [7]sağlama işlevi görür. Varoluşsal besine ulaşmak isteyenler erkeğe bağımlı kılınırlar. Bu hakkın özel olması sadece özel kişilere (erkelere) verildiği intibası uyandırır. Sünnetin sürekli konu edilmesi, sünnetin açıktan yapılması, penis bilincini güçlendirir, organın önemini gösterir ve "fallik gururu" ortaya çıkarır [8].

Sünnetsiz penis cinsel uyarıldığında ön deri geri çekilir. Sünnette ön deri kesildiğinden penis sanki sertleşmiş ve ön deri geri çekilmiş, penis cinsel uyarılmış gibi görünür sünnetli penis. Bettelheim, sünnet sonrası penisin sürekli olarak ön derisi geri çekilmiş gibi durduğunu böylece sürekli cinselliğe hazır/erekte göründüğünü belirtir. Çük/penis bilincinin böyle canlı tutulması (vajina için böyle bir durum yoktur, gizlenen-‘gizli’ organdır) ve erkeğin penisine çeşitli anlamlar yüklenmesi erkeğin penis yarıştırmasına da yol açar. Erkek çocuklar kendi arlarında yoğun homoerotik bir ortamda, en büyük penisin kimin olduğunu belirlemek için yarışmalar düzenler veya bu durumu işemek için ne kadar uzağa yapabildiklerini gösteren oyunlarla sembolik olarak da ifade ederler. Ayakta işemek pratik olmanın yansıra penisli olmanın onaylanmasıdır. Sürekli olarak erekte bir penis gibi görünen bir penise sahip olmak, sünnetsiz (gavur) penislilere bir nevi yarış zaferidir.

Sünnet yoluyla erkeklik ve din, erkeğin vücuduna kazınmaktadır. Sünnetle çocuğun çüküne kültürel erkeklik tasarımı projekte edilir. [9] Sünnetle çüke “saygınlık” kazandırılır adeta. Müslümanlar arsında ideal çük sünnetli olandır ve ideal olan boyun eğerek gerçekleşir. Cinsellik üzerine ulu orta konuşmak çok ayıplanırken sünnet üzerine rahatça konuşulabilir. Sünnetle çük estetize edilir ve sünnetli çük adeta güzelin standardize edilmiş halidir. Sünnetsiz çük çirkin/pis çükür Müslümanların algı dünyasında. Sünnet, "gerçek bir Türk erkeği" olmak için önemli bir ön koşuldur; yalnızca bir penise sahip olmak yeterli değildir. Gerçek ve tam bir Türk erkeği olmak için bir erkek ismiyle birlikte bir penise sahip olmak, sünnet olmak, askerlik hizmetini tamamlamak ve erkek işleri ile erkek rollerini ve görevlerini üstlenmek gerekir.

Her ne kadar Müslüman sünnetli erkekler sünnetli penise övgüler yağdırsalar da sünnetli/sünnetsiz penis karşılaştırması erkek için imkânsızdır. Çocuk yaşta sünnet olmuş birinin sünnetsiz penisle cinselliğin nasıl olduğunu bilme ve haz karşılaştırması yapma şansı yoktur. Sünnetsiz penisli erkekler için de durum aynıdır. Cinsel haz konusunda kıyas yapılamaz… Erkek çocuk kadın bedeniyle karşılaştığında kadının penissiz olduğunu görür ve bunu kadının kastre olduğunu düşünebilir. (Freud burada erkek çocuk açısından durumu anlatırken kız çocuklarının penis hasedinden söz etmiştir. Ama bu teorinin yanlışlığı daha sonra bir çok psikanalist tarafından ortaya konmuştur).

Sünnetsiz erkek için hadım edilmek fantezide kurgulan bir korku iken sünnetli erkek için bu bir gerçeklikle çok ilişkilidir. Bazen erkek çocuk sünneti bir bağışlanma olarak görür. Yani çükün tamamı değil de uyarı amacıyla uç derisi kesilmiştir ama baba otoritesine boyun eğmezse tümünün kesileceğinden de korkar. Yani sünnet bir uyarıdır ve tümü kesilmediği için de bir bağışlamadır. Eğer burada bağışlama varsa çocuk bu bağışlamadan ötürü otoriteye şükran duymalıdır ve saygı göstermelidir. Kendisine acı veren minnet borcu…

SÜNNET TRAVMATİK BİR OLAYDIR

Küçük bir çocuk için sünnetin çeşitli zorlukları vardır. Belki benim konuyu abarttığımı düşünebilirsiniz. Belki de haklısınız. Ama burada konu benim açımdan haklı olmaktan öte tartışabilmek… Sünnet üzerine eleştirel konuşmak kültürü, sosyal çevreyi, kutsalı, erkeklik konseptini, karşımıza almaktır... Bu konuyu çocuklarla konuşurken olumlayıcı ve çocukları sünnete ikna edici konuşuyoruz. Sünnette Türk erkek çocuğunun seçme şansı yoktur. Aile çocukla seçme özgürlüğü vererek değil de sünneti onaylaması için konuşur. Yani ikna gibi görünen şey aslında gönüllü boyun eğdirme [10] meselesidir de.

Bu anlamda çocukların sünneti reddetmeleri bağımlı oldukları yetişkinleri karşılarına almaları demektir. Çocuk ebeveyn ilişkisi asimetrik güç ilişkisidir ve çocuklar bunu bilirler. Ebeveynler çocuksuz yaşamayı bilirler, çocukları olana kadar da bunu deneyimlemişlerdir. Çocuklar ama bağımsız olmadıklarından hayal dünyalarında annesiz/babasızlık bile yoktur. Anne/babaya varoluşsal bağımlıdırlar. Annesiz babasız var olamayacaklarını düşündüklerinden itaat ederler. İtaat ederler çünkü annesi/babası mutsuz olan çocuklar kendileri de mutlu olmazlar. Anne/babalarını üzen çocuklar hem mutsuz hem de anneyi/babayı üzmenin suçluluk duygusunu yaşarlar… İtaat etmek, boyun eğmek…

Bu çıkmazdan çıkış gibi görünür… İtaat ederek var olmayı, çatışmadan kaçınmayı öğrenen çocuk daha sonra otoriteye boyun eğmeyi gelenekleştirir. Sonra da tanrıya, devlete, lidere, şefe, müdüre… Kendilerinden aşağıda/güçsüz gördeklerine de zalimi olmayı itaate zorlamayı güçlülük sayar. Çünkü ilk boyun eğişteki deneyde çocuk güçsüz anne/baba güçlüdür. İşte insan ilişkisini güçlülük/güçsüzlük, boyun eğen/boyun eğdiren biçiminde içselleştirenlerin daha sonra insan ilişkilerine zulmü sokmaları belki de biraz bundandır… Çocuklar aileyi ve değerlerini eleştirecek kadar otonom olmadıklarından sünnete karşı tavır almaları çok güçtür.

TAM ERKEK OLMAK

Bu konuları konuşacak olgunluğa geldiğinde de erkekler arlanmadan ötürü kamusal alanda penisleri üzerine sohbet etmekten kaçınırlar. Ya da abartılı konuşmaya meylederler. Yani bu konu üzerine gerçekçi konuşmak biraz tabudur. Konuşulabildiğinde de ya bir yara ya da komikleştirilerek ya da düğün eğlencesi olarak anlatılır. Her sünnet bir travmadır… Sünneti iç dünyasından çocuk çok yönlü zorluk olarak kurgular. Ön derinin bir kısmı çıkarılır. Çocuğun hayalinde bu açıkça bir eksilme, gelecekte bir şeylerin eksik kalacağı anlamına gelir. Ancak çocuğa, sünnet sayesinde tam bir erkek (tam erkek oldun) olacağı, yani babasının (fallik) büyüklüğüne ulaşacağı söylenir. Geertz'in [11] tarif ettiği gibi, simgeler dünyası bir çocuk tarafından henüz anlaşılamaz: Ritüelde yaşanılan ve hayal edilen dünya aynıdır. Bu ritüel insanların gerçeklik algısında bir değişiklik yapar.

Sünnet, erkek kimlik gelişiminin önemli bir aşaması olarak görülebilir, vücutta bir dinî ve cinsiyete özgü bir işaret olarak sınırlar çizer. Sünnet ile dışlama ve içerme, aidiyet ve dışlanmışlık gerçekleştirilir: Erkek- Kadın, Müslüman- Müslüman olmayan. Sünnetle birlikte Müslüman ve ‘gerçek bir erkek’ olunur, bu durumda: tam erkek oldun, tam bir erkek haline gelmişsin demektir. Sünnetin kültürümüzde sadece erkeklere uygulanması aynı zamanda kadın ve erkek cinsiyet ayrışma işlevi var. Kadınlar sünnet olmaz. Sadece erkekler sünnet olur… Her ne kadar erkek çocuk kadını kastre edilmiş bir erkek gibi kurgulasa da sünnet, bir kadın olunmasını imkânsız kılan bir sınırdır. Bu, kadınlıktan kesin bir ayrılık, erkek kimliğinin vücuda yazılmasıdır. Burada kastedilen hetero erkekliktir.

Her çocuk dünyaya dinsiz olarak, sadece çocuk olarak gelir. [12]Ama sünnetle çocuk Yahudi veya Müslüman yapılır. Sembolik kastrasyon, penisin küçültülmesi (çocuklar penisin bütünüyle kesileceğinden de korkarlar) dişileşme korkusu (erkek egemen toplumda ‘karı gibi olmak’ bir olumsuzluktur) aynı amanda tam erkek olma ve babanın fallik gücüne ulaşma. Ödipal anlamda baba kadar olmak ama aynı zamanda kastre olmak ve bu kastrasyonu anne/baba onayladığından ödipal korkunun büyümesi. Babadan korkmak, otoriteyi yüceltmede sünnet, yani kastrasyon korkusu çoktur. Baba çocuğu kastre etme gücünü elinde tutarak ve ona sünnet ettirerek, onu reel tehdit ederek çocuğuna ‘tam erkek olma’ izni veriyor. Bu korkudan ötürü de çocuk ensestik hayallerinden/anneden uzaklaşmak durumunda. Yani babanın kanununu (baba prensibi) kabul etmeye zorlanıyor. Reik [13] sünnetin otonomlaşmak için anneden uzaklaşmak ve böylece ensest arzusunu kanlı bir şekilde unutması gerektiğini anlattığına dikkat çeker. Sünnet ensest tabusunun yerleşmesi ve kabulünü kolaylaştırır. [14]

Sünnet anı bir travmadır… Bu travma, bu kanlı olay neden sürdürülür? Tanrısal/kutsal olan korkunç da olabilir. [15] Yunan ve Mısır mitolojilerindeki anlatılar. Azteklerin ritüelleri… İbrahimi kutsal kitaplarda da “korkunç” olaylar ve anlatılar bulunabilir. Kutsal anlatıların bazıları hayal edilemeyecek kadar travmatiktir. İsmail, Musa, Yusuf, Eyüp anlatıları… Kutsal savaşlar… Hamza’nın katli… Cehennem anlatıları… Tanrısal olanın özelliği ama korkunç olanın sorgulanamamasıdır. Kutsal anlatılarda korkunçluk görmezden gelinir… Sünnetin sorgulanmaması ve sürdürülmesi kutsal sayılmasına bağlıdır. Kutsal olan boyun eğmeyi emreder. Sünnet tanrıya boyun eğmedir ve tanrıya boyun eğen baba da çocuğuna dolayısıyla tanrıya boyun eğdirdiğini düşünür.

Sünnet anı travmatik bir andır ve sünnetin konu olarak çeşitli konteslerde canlı tutulması travmanın yeniden ve yeniden anımsanmasıdır/anımsatılmasıdır da. Yani travmatik an sıkça konu edilir.

SÜNNET KUTLAMASI EVLİLİK KUTLAMASIDIR DA

Sünnet, evliliğe hazırlık olarak görülebilir. Türkçede sünnet töreninin "sünnet düğünü" olarak adlandırılması tesadüf değildir. Sünnet töreni, çocuğun acı dolu deneyimi ve kaybı için bir tazminat şeklidir. Sünnet sonrasında evlenme ve cinsel ilişki için yetki verilir. (Hıristiyan erkelerin Müslüman kadınla evlenmeden önce sünnet olmamalarını anımsayalım.!) Birçok Türk kadınının algısında sünnet olmamış bir penis kirli (hijyenik açıdan), bir sünnet olmamış erkekle cinsel ilişki sağlıksız (sağlık açısından) ve haramdır (günah açısından). Sonunda, sünnet olmamış bir penis Türk kadınları tarafından (genelde) güzel bulunmaz (estetik açıdan). Çoğu kez gavur damat adaylarının sünnete zorlanması dinsel ve estetik, hijyenik gerekçelere dayanır.

Sünnet esnasında cesaret önemli bir rol oynar. Sünnet sırasında ağlamak korkaklık olarak görülür (küçük çocuklar hariç) ve ağlamamak cesaretin ya da erkekliğin bir kanıtı olarak değerlendirilir. Ağlayan çocuklar zayıf olarak görülür. Zayıflık kadınsı bir özellik olarak kabul edildiği için, sünnet sırasında ağlayan ve dolayısıyla zayıf olan çocuklar kız olarak aşağılanır. Kastre edilerek dişileştirildiği korkusuna ağladığı için erkek olma şansını yitirdiği korkusu eklenir. Çünkü erkekler ağlamaz. Psikanalist Bruno Bettelheim [16] sünnetin (kastrasyonun) erkeklerin erkeklere uyguladığı şiddet olduğunu yazar. Müslümanlarda da kadın sünnetçi yoktur. Ritüel kadınların dışlandığı erkek erkeğe bir ortamda gerçekleşir.

Sünnetten önce bir kirve seçilir. Engin'e [17] göre bu, iki kan bağı olmayan aile arasında "neredeyse-akrabalık ilişkileri" oluşturur. "Bu bağlamda bir ailenin erkek başı, Hristiyan inanç bağlamında bir vaftiz babasına benzer şekilde, diğer ailenin oğlu veya oğulları için sünnet ritüelini dini ve mali açıdan yönetme sorumluluğunu üstlenir. Bu noktadan itibaren her iki aile birbirini akraba olarak görür ve aralarında kesin bir evlilik yasağı uygular. Ayrıca, her iki aile de hayatın her alanında birbirlerine destek olmak ve yardımcı olmak için taahhütte bulunur." (Ebd.)

Vaftiz babalığının/kirveliğin kurulması aynı zamanda bir sosyal güvence sistemi oluşturur, bu "sosyal sermaye"dir.[18] Ve başka bir amacı daha vardır. Oğlun sünnet sonucu ya da babaya olan boyun eğme sonucu ortaya çıkan agresyon, aile birliğine veya kolektife saldırı olarak yorumlanabileceği ve birliğin dağılmasına yol açabileceği için aile ilişkilerinde yaşanamaz. Erkek çocuk genelde babası tarafından dinsel dünyaya sokulur. Çocuğun camiye, çocukla camiye gitmek, namazı öğretmek erkek /babanın görevidir.

Sünnet de dinsel ve kültürel bir ritüel olarak babanın çocuğuna vazifesi olarak görülür. Sünnetten baba sorumludur ve bu acılı ritüel öfkeye de neden olur. Ama bu öfke babaya yönlendiremez. Babanın çük kestirme hakkı var ve bu durum babanın kanlı gücünün olduğu anlamanı da gelir. Kirve sünnet anında çocuğu sıkıca tutan ve sünneti sağlayan kişidir. Kirvenin çocuğu sünnet anında kıskaca almasıyla acının kesişmesi o an öfkenin adresinin/sorumlusunu da çocuğun algısında değiştirir.

Sünnet sonrası çocuk yine anne/babasına sığınır ve onlar bakımı üstlenirler. Kirve yani sembolik babanın atanmasıyla agresyon bu kişiye yönlendirilebilir baba işlemden sorumlu tutulmadığı için korunur. Psikanalizde savunma kaydırma (Verschiebung) dediğimiz bir savunma yöntemi var. Öfke kirveye kaydırılarak sünnetin öfkesi aile dışına yani kirveye kaydırılır ve böylece aile birliği tehlikeye atılmaz. Kirve ama düşmanlaştırılmaz aynı zamanda korunur çünkü o, sünnet olan çocuğa ek bir baba (yardımcı ben=Hilfs-ich) olur. Görevi, ömrü boyunca vaftiz oğluna kendi oğlu gibi davranmak ve ona her zaman destek olmaktır. Ayrıca, çocuğa en değerli hediyeleri telafi amaçlı vererek öfkeyi azaltmayı dener. Sünnet sonrası ilişki genelde olumlu sürdürülür.

Çocuk aynı zamanda agresyonundan korkar çünkü bu, onun nesne ilişkilerini kaybetmesine yol açabilir. Bir köyde, aile birliği varlığı sağlar. Kirvenin çocukları kardeşler ve onun eşi anne gibidir. Kirvenin atanması, her iki aile arasında daha sıkı bir ilişki kurma amacına da hizmet eder. Sünnetçi genellikle bilinmeyen bir yabancı olduğundan, komplikasyonlar ortaya çıktığında, agresyonlar bu dışarıdan olan kişiye yönlendirilir.

SÜNNETTE ERKEKLER ‘NUR TOPU GİBİ BİR ERKEK’ DOĞURURLAR

Sünnetten önce ve tören sırasında, çocuk erkekliğini vurgulayan kıyafetler giyer (prens kostümü veya komutan elbiseleri). Ancak sünnetten hemen önce, çocuk soyunur ve kadın elbisesine benzeyen bir gecelik giyer. Bu durum, simgesel olarak güçlü bir erkeklikten kadınsı bir duruma geçişi temsil eder. Sünnet esnasında kadınlar dışlanmıştır, tıpkı erkeklerin çocuğun doğumunda dışlandığı gibi.

Bu an, kadınların yokluğunda erkeklerin bir sırrıdır. Kirve bir sandalyede otururken çocuk bacakları açık bir şekilde onun kucağına oturur. Çocuğun elleri, vaftiz babası tarafından sağ ve sol uylukların altından tutulur. Sünnetçi, sandalyenin önünde diz çöker. Tam erkek olmak… Kadının kadınlar dünyasında, kadınlar içinde doğurduğu çocuk erkekler arasında sanki sembolik olarak kadınsız erkekliğe doğar.

Bu sahneyi gören biri, bir doğum sürecinin gerçekleştiğini ve çocuğun vücudundan dişil bir şeyin çıkarılmak istendiğini hisseder. Bir erkek olabilmek için, dişil unsur erkekten çıkarılmalıdır. Sünnet anı, çocuğun kadınlardan uzak bir erkek olarak erkek dünyasına giriş yaptığı bir sosyal yeniden doğuş ve başlatma/önayak olma (İnitiation) gibidir. Gerçek bir Türk erkeği olmak için, erkekler tarafından doğurulmuş olmanız gerekir.

van Gennep'in (2005) belirttiği gibi, ergenlik çağındaki sünnet, çocuğun kimliğini yeniden tanımlayan ve onu topluluğa yeni bir üye olarak kabul eden bir başlatma/ön ayak olma ritüelidir. "Daha önce bir genç olan birey artık bir yetişkin olmuş ve eğer ritüel işe yararsa, topluluk tarafından bir yetişkin olarak tanınmanın yanı sıra, bireyin kendini tanımlamasında da bir dönüşüm gerçekleşmiştir" (Leikert 2013, S. 94). Yani bu erkekliği başlatan, çocukluktan çıkış, yarım erkeklikten tam erkekliğe geçiş ritüelidir. Ancak bu başlama/ön ayak olma ritüeli, çoğu Türk erkek çocuğunun ergenlik öncesi sünnet edilmesi durumunda geçerli olmadığını gizler.

Ayrıca çocuk, erkek olduktan sonra, yani sünnet sonrası bakım genellikle annenin görevi olduğu için, yeniden kadın dünyasına, annesinin kucağına geri getirilir, yani yeniden çocuklaştırılır. Tam erkek olan sünnetli sünnet sonrası yeniden çocukluğa döner. Annenin bakımına muhtaçtır. Erkek olmak için, erkeklik ritüellerinin diğer aşamalarını deneyimlemeniz gerekir.

Sünnetin yaşandığı an travmatiktir. Ama bu yaşanan herkesi travma geçirmiş biri yapmaz. Yani sünnetli her erkek travma yaşamış olmaz. Çocuğun sünnete psikolojik olarak yeterince hazırlanmaması ve ritüelin eksikliği (çocuğa hediyelerin alınması, kültürdeki her erkeğin bu durumu yaşayacak olması, sünnetin kaçınılmaz olması, sünnetin o toplumun realitesini olması, sünnetin sürekli konu olması, çocuğun konuyu biliyor olması, aniden ve beklenmedik olmaması, ailenin ve kültürün sünneti onaylayıcı tavrı yaşanan travma anının travmaya dönüşmesine engel olur.

Mesela bir ameliyatta da insan çok acı çeker. Ama ameliyata karşı tutum ameliyat acısının travma dönüşmesine engel olur), travmaya neden olabilir. Sünnet deneyimi, çocuğun kesildiği gelişim aşamasına veya krizine ve çocuğun olaya nasıl hazırlandığına bağlıdır. Matthias Franz (2014), sünneti travma olarak yaşayan hastaları tanımlar. Ayrıca ebeveynlerin çocuğa ve sünnete tepkileri ile sosyal çevre de belirleyicidir. Kültürde ve ritüelde, travmatik olaylara karşı koruyucu unsurlar mevcuttur: "Her şeyden önce, bir aileye ve/veya gruba koşulsuz bir aidiyet hissini onaylayan, koruyucu ve destekleyici bir çevre durumu vardır" (Blumenberg 2013, S. 120). Ebeveynlerin ve grubun sünnete olumlu tutumu, dikkat, takdir ve narsistik yükseltme ile çocuğun sünnet töreni ile ödüllendirilmesi ve tazminatı, travmatik etkiyi hafifletir. Kısacası kültürün travmayı önleyici etmenleri/ritüelleri ve çocuğun travma geçirmesini engelleyici yöntemleri var.

Sünnette yaşanan olayla (sünnet) olayın deneyimlenmesi arasında fark vardır. Erkekler arasında ve kadınların yokluğunda gerçekleştirilmesine rağmen, olay sırasında çocuk için kaçınılmaz bir an vardır ve bu an travmatik olarak deneyimlenebilir. Bu, sünnetçi ve sünnet olacak kişi arasındaki diyadik (ikil/baş başa) durumdur. Bu an, iyi, çocuğu koruması gereken nesnelerin (ebeveynler) yokluğu ile karakterize edilir, çocuk kötü nesne, kendinse acı verecek olan sünnetçiye teslim edilir. Bu an aslında sembolik çocuk kurbanı sahnesi gibidir.

Celladına teslim edilen kurban gibi. Kurbanlar kutsala, tanrılara edilir ve sünnet dinsel gerekçelendirilir. Durumdan çıkış yoktur, sadece bıçak (acı) olaya dahil edilebilir. Yaralanma, sünnetin gerçekleşmesi durumdan kurtuluş olarak görünür. İyi nesnelerin yokluğu, terkedilmiş hissetme duygusunu tetikleyebilir. Güvenin haklılığı sorgulanabilir, çünkü güven iyi nesnelerle bağlantılıdır. Yani çocuğu koruyan, kollayan ebeveynler çocuğu sünnetçiye teslim ederler. Güvenin sarsılması, sevdikleri tarafından terk edilmek, kimsenin kurtarmaması, sonsuz çaresizlik ve hiçbir kaçışın mümkün olmadığı an. Sünnet olmak değil de sanki zorla teslim alma, yenme anıdır vurulan bıçak.

Bu en güvendikleri kişilerin çocuğu terk etmeleri anıdır da. Ancak sünnetçi bu sahneyi sonlandırabileceği için, çocuğun gelişiminde ilk nesnelerine yüklediği kurtarıcı veya her şeye kadir nesne pozisyonuna gelir. Bu, kontrol edilemeyen korkuları tetikleyebilir ve benlik işlevlerinin zayıflamasına yol açabilir (bkz. Mitzlaff/Niedecken 2013, S. 70 f.). Bu anda, çocuk ebeveynlerinin yardımını, yani yardımcı benliği, ihtiyaç duyar ama tam da şu anda bu destek eksiktir.

Sünnet, grupların stabilize olmasına katkıda bulunur. Sünnet topluluklara duygusal ve sembolik bir bütünlük sağlar (bkz. Wulf/Zirfas 2004, S. 18). Ritüellerin ardında çatışmalar, ikirciklikler ve bunlardan kaynaklanan saldırganlıklar gizlenir. Bu, aile içinde ve sosyal çevrede gerilimler yaratır. Ritüeller sırasında bu çatışmalar görünür hale getirilir, kontrol edilir ve işlenirken aynı zamanda gizli ve zararsız kalırlar. Mesela ödipal kompleks dediğimiz şey babayla çocuk arasındaki çatışmaya işaret eder. İşte sünnet bu çatışmada babaya sonsuz bir güç verebilir ve çocukta da derin korku bırakabilir ve bu insanlar daha sonra sembolik şiddetten korunmak amacıyla otoriteye sürekli boyun eğebilirler. Sünnette baba/oğul çatışması ritüel üzerinden kanlı bir biçimde oğul aleyhine sonuçlanır. Bu çatışma çok barizdir ama adı başkadır ve bu çatışma değil de çocuğa iyilik, erkek olmasına yardımcı olmak gibi sahnelenir. Ritüel, mevcut çatışmaları, ikilemleri ve saldırganlıkları işler, böylece sosyal sistem yıkılmaz. Sünnet ritüeli de bu işlevi yerine getirir.

Sünnet, tüm Türkler için zorunludur. Oğlunu sünnet ettirmemek yanlış hareket anlamına gelir. Türkler sünneti destekleyerek kültür, din ve erkeklik kavramlarının bir bütün olduğunu vurgularlar.

Sünnet ritüeli binlerce yıldır sürüyor. Çocukken bu travmatik durumu yaşayan çocuk büyüyüp kendisi baba olduğunda aynı şeyleri çocuğuna yaşatıyor… Sanki kendisine yapılanı çocuğuna yaşatarak onun tarafından anlaşılmak istiyor. Böylece çocuğuyla eşitlenme duygusu da yaşıyor olabilir. Ayrıca kendisine yapılan ve travmatik olanı başkasına yaşatarak kendi dışına atmak ve kurtulmak da istiyor olabilir…

SON SÖZ

Dini ritüeller bazen çok kanlı da olsa sorgulanmadan uygulanıyor. Sünnet de böyle bir ritüel. Yani kutsal ritüellerde bir otomatikleştirme var. Bu yazıyı okuyanlar bu tür ritüelleri yerine getirirken belki en azından sorarak ve sorgulayarak uygularlar. Dünyada milyarlarca sünnetsiz erkek var. Yani erkeklik, erkelik kimliği sünnete bağlı değil. Ayrıca sıkça duyduğumuz sünnetin çok yaralı ve gerekli olduğu tezini kanıtlayacak hiçbir veri yok.(von Loewenich, s. 76). Sünnetin yararlı olduğunu söyleyen ‘sözde araştırmalar’ da sünnet endüstrisinin ve dinsel endüstrinin desteklediği çalışmalar ve bağımsız değil yani.

Günümüzde sünnetler daha çok doktorların yaptığı operasyonlar ve narkoz sayesinde daha az acılı oluyor. Ama bu sünnetin risksiz bir operasyon olduğu anlamına gelmiyor. Sünnet belirli riski içeriyor. Sünnete dair tıbbın özel etik kuralları yok. Bu anlamda von Lowenich’in önerdiği gibi (s. 77) genel etik kurallarından yola çıkılabilir. En önemli etik değer bir doktor için bir insana zarar vermemek en temel ilke ve tıbbi müdahalelerde hastanın onurunu korumaya azami özen göstermek. Bu anlamda bedene hiçbir tıbbi gerekçe olmadan sadece dinsel gerekçelerle istiyorlar diye hiç sorgusuz bir müdahale yeniden sorgulanabilir…

Çocukların psikolojisi ve bedeni anne/babaya emanettir. Anne baba bu emaneti çocukları kendilerinden alıncaya kadar korumak ve kollamak durumundalar. Çocuklar büyüme süresinde bedenlerini bizden alırlar ve bedenleriyle ilgili karaları kendileri verirler. Bana göre hiçbir annenin çocuklarının bedenine sağlık sorunu olmadıkça dokunma hakları olamamalı. Burada yapılan eylemin çocuğa yararı göz önünde bulundurulmalı… Emaneti alan evlatlar kendi bedenlerine kendileri karar verirler…

Literatur

Bettelheim, B. (1982): Die symbolischen Wunden. Pubertätsriten und der Neid des Mannes. Frankfurt am Main (Fischer).Boëtie,, É.d. L., 2013 Von der freiwilligen Knechtschaft, 2013, Edition Ahrend&Wegner.

Blumenberg, Y. (2013): Von Trauma und Tradition. In: Blumenberg, Y.; Hegener, W. (Hg.): Die »unheimliche« Beschneidung. Aufklärung und die Wiederkehr des Verdrängten. Frankfurt am Main (Brandes & Apsel), S. 95–134.

Bourdieu, P. (1998): Die männliche Herrschaft. Frankfurt am Main (Suhrkamp).

Engin, Havva (2012): Die deutsche Beschneidungsdebatte. Anmerkungen aus muslimischer Perspektive. In: Heil, J.; Kramer, S. J. (Hg.): Beschneidung: Das Zeichen des Bundes in der Kritik. Zur Debatte um das Kölner Urteil. Berlin (Metropol), S. 256–260.

Franz, M. (2014): Beschneidung ohne Ende? In: Franz, M. (Hg.): Die Beschneidung von Jungen. Ein trauriges Vermächtnis. Göttingen (Vandenhoeck & Ruprecht), S. 130–189.

Funke, D. (2016): İdealität als Krankheit. Gießen (Psychosozial Verlag).

Geertz, C. (1987): Dichte Beschreibung. Beiträge zum Verstehen kultureller Systeme. Frankfurt am Main (Suhrkamp).

Gennep, A. van (2005): Übergangsriten. Frankfurt/New Yorck (Campus).

Jokisch, B. (2012): Islamische Knabenbeschneidung in Deutschland. In: Heil, J.; Kramer, S. J. (Hg.): Beschneidung: Das Zeichen des Bundes in der Kritik. Zur Debatte um das Kölner Urteil. Berlin (Metropol), S. 160–170.

Kearney, R. (2023): Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar, İstanbul (Metis Yayınları), 4. Basım,

Leikert, S. (2012): Schönheit und Konflikt. Umrisse einer allgemeinen psychoanalytischen Ästhetik. Gießen (Psychosozial).

Leikert, S. (2013): Die Funktion der Musik im Ritual. In: Leikert, S.; Scharf, J. M. (Hg.): Korrespondenzen und Resonanzen. Psychoanalyse und Musik im Dialog. Frankfurt am Main (Brandes & Apsel), S. 91–111.

Mitzlaff, S.; Niedecken, D. (2013): Zerstörung des Denkens im Trauma. Frankfurt am Main (Brandes & Apsel).

Quack, J. F. (2012-1): Die traditionelle Beschneidung, ihr Verbot und ihre Sondergenehmigung im Alten Ägypten. Kitap Beschneidung: Das Zeichen des Bundes in der Kritik. Zur Debatte um das Kölner Urteil. Berlin (Metropol),

Quack, J. F. (2012): Zur Beschneidung im Alten Ägypten. In: Berlejung, A.; Dietrich J. & Quack, J. F. (Hg.): Menschenbilder und Körperkonzepte im Alten Israel, in Ägypten und im Alten Orient. Tübingen (Mohr Siebeck), S. 561–651.

Von Loewenich, Volker,2014, Medizinische Aspekte der ritüellen Genitalbeschneidung, Kitap: Die Beschneidung von Jungen, Editör: Matthias Franz, Vandenhoeck&Ruprecht Verlag.

Wulf, Ch.; Zirfas J. (2004): Performative Welten. In: Wulf, Ch.; Zirfas J. (Hg.): Die Kultur des Rituals. Inszenierungen, Praktiken, Symbole. München (Wilhelm Fink), S. 7–45.


[1] Volker von Loewenich, 2014, Medizinische Aspekte der ritüellen Genitalbeschneidung, Kitap: Die Beschneidung von Jungen, Editör: Matthias Franz, s. 77.

[2] Matthias Franz, 2014, Beschneidun ohne Ende?=Sonu gelmeyen sünnet, Kitap: Die Beschneidung von Jungen, Editör: Matthias Franz, s. 133

[3] Jokisch, s. 161

[4] Bettelheim 1982, s. 126.

[5] Leikert 2012, s. 156

[6] Wulf/Zirfas 2004, s. 21.

[7] Bourdieu, 1998.

[8] Bettelheim 1982, s. 43.

[9] Dieter Funke, İdealität asl Krankheit? =ideallik hastalık mıdır?2016, s. 95.

[10] Étienne de La Boëtie,, Von der freiwilligen Knechtschaft=gönüllü kölelik, , 2013, Edition Ahrend&Wegner.

[11] 1987, s. 78.

[12] Theodor Reik, 2010, Die Pubertätsriten der Wilden=Vahşilerin ergenlik ritüelleri, Ahriman Verlag, 2. Baskı, s. 73.

[13] Reik, s. 49.

[14] Reik, s.14.

[15] Richard Kearney, 2023, Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar, Metis Yayınları, 4. Basım, s. 113.

[16] Bettelheim, S. 121

[17] (Havva Engin, 2012, s. 257.

[18] Bourdiou, 1988.


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi