Alp Altınörs
Esenyurt
1 Ekim’de DEM’lilere el sıkışma ve “iç barış” söyleminden 29 Ekim’de “Kürt sorunu yoktur” ve “daha sert tedbirler alınmalı” noktasına…
22 Ekim’de Öcalan’ı çağrı yapması için Meclis’e davet etmekten, “umut hakkı” düzenlemesi yapılabilir noktasından, 30 Ekim’de Esenyurt Belediye Başkanı’nın (sırf Kürt olduğu için) gözaltına alınmasına, tutuklanmasına, yerine kayyum atanmasına…
Bu başdöndürücü zigzagların, sağlıklı bir siyasal bünyenin salınımları olamayacağı çok açıktır; bunlar olsa olsa kriz içerisindeki bir yapının kasılmalarıdır.
Bundan çok değil, 1,5-2 sene kadar önce, İran ve bağlantılı örgütleri, ABD için Ortadoğu’da asker bulundurmayı epeyce maliyetli hale getiren (aralarında Ürdün’deki El-Tanf üssüne saldırının da bulunduğu) irili-ufaklı pek çok eylem yapıyordu. Bu dalga, Donald Trump’ın olası başkanlığında ABD’nin Ortadoğu’dan (özellikle de Suriye’den) çekileceği beklentilerini yükseltmişti. Bunun Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik imkanlar açacağını düşünen Ankara’da kimi çevreler de Trump’ın başkanlığını heyecanla beklemeye başladı; Kürt siyasetine yönelik aşırı katı yaklaşımlar bununla bağlantılıydı.
İran, bahse konu anti-Amerikan kampanyanın belli bir noktasında Hamas’ı da İsrail’e karşı harekete geçmeye teşvik etti. 7 Ekim “Aksa Tufanı” saldırıları, (sanırım İran’ı dahi ürküten) bir dizi taktik hatayı içeriyordu. Özellikle konser dinleyen gençlerin hedef alınması gibi hatalar tüm emperyalist güçleri (Rusya ve Çin dahil) İsrail’e yedekleyen sonuçlara götürdü. İsrail Siyonizmi; ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan aldığı doğrudan destek, keza Rusya ve Çin’den aldığı dolaylı destek ile tüm dünyanın gözü önünde Gazze’de soykırıma girişti; Lübnan’da uluslararası hukuku çiğneyerek bir işgal başlattı.
İsrail’in tırmanan askeri aktivitesi, Hamas Lideri Haniye’nin Tahran’da, Hizbullah lideri Nasrallah’ın Beyrut’ta katledilmesi ile beklenmedik bir düzeye ulaştı. Trump’ın olası başkanlığı, İsrail’in yayılmasını ancak hızlandırabilirdi. Ankara’daki jeopolitik beklentiler böylece tersine döndü. Birdenbire ortaya çıkan “iç barış”, “iç cepheyi tahkim etme” söylemlerinin bununla bağlantılı olduğunu sanıyorum.
Ama, o da ne? Aradan henüz bir ay geçmemişken, Türkiye’nin en büyük ilçesinin, Esenyurt’un belediye başkanı görevden alındı ve belediye meclisi de işlevsiz kılınarak kayyum atandı. (Geçmeden, kayyumun sadece belediye başkanının değil, belediye meclisinin yerine de atandığını vurgulayalım.) Hakkari ve İstanbul, kayyumda eşitlendi! Türkiye’nin Batısı kayyumla tanıştı. Hele CHP gibi, her daim bu devleti kurmakla övünen bir parti için bu, beklenmedik bir durumdu. AKP’li grup başkanvekili mecliste kayyumu savunurken, Esenyurt’un “Kent Uzlaşısı” ile CHP tarafından kazanıldığını özellikle vurguladı. Yani, Erdoğan’ın “siyasi partiler arasında diyalogu” teşvik eden konuşmalarının hemen ardından “Kent Uzlaşısı” hedefe konuldu! Tabii ki Erdoğan herkesin, iktidar partisiyle diyalogu geliştirmesini istiyordu, muhalefetle değil. Bir kez daha, yargının siyasi amaçlarla işe koşulduğunu görüyoruz. Daha bir hafta önce İmralı’daki “tecridin kaldırılması” çağrısını yapan MHP ise bu yeni havada “el yükselterek” Adana’da Çukurova ve Mersin’de Akdeniz belediyelerine de kayyum istedi! “İç barış” lafından kayyum darbesine giden yol, ne de kısa oldu!
Esenyurt’a atanan kayyum, kesinlikle yeni bir dönemin başlangıcıdır; ve bu yeni döneme muhalefet Esenyurt meydanında coşkulu ve omuz omuza girmiştir. Kayyum, halk iradesine karşı bir darbedir. Bu yeni dönemin dengeleri, kayyumlara karşı mücadeleyle belirlenecektir.