ezan susmaz, bayrak inmez, vatan bölünmez, halk parçalanır
geçmişte çok-hukukluluktan söz eden islamcılar, bunu islami hukukun dayatılmasına yönelik bir geçiş süreci yani toplumu, islamileştirme sürecinin bir aşaması olarak öngörmüşler.
yine çok hızlı durumlardayız, biz müftülerin nikâh kıymasını konuşurken imamların nikâh kıymasından söz edilir oldu. iyimser yorum, iktidarın ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalıştığı. gerçekçi ve kötümser yorumları yazmaya bilmem gerek var mı?
bilinen bir konu ama yine de bir hatırlatma yapayım. medeni nikâh kıydırdıktan sonra herkesin dini nikâh kıyma hakkı zaten var. birçok ilahiyatçı medeni nikâhın dinen de geçerli olduğunu –belki de beyhude bir çaba olarak- ifade ediyor. nitekim ilahiyatçı olmasa da, ilahiyat konusunda derin bilgi sahibi, mütedeyyin bir insan olan, karar gazetesi yazarı ibrahim kiras, 3 ağustos tarihli yazısında, dini nikâhın islam’ın bir gereği olmayıp bir gelenek olduğunu çok sarih bir biçimde ifade etmiş; belki bu da beyhude bir çaba.
müftülere ve tabii imamlara nikâh kıyma yetkisinin verilmesinin, kadın-erkek ilişkilerini islamileştirmeye yönelik bir adım olmasının dışında önemli bir sonucu daha olacak. toplum, kıydırdığı nikâha göre bir kere daha bölünecek. birçok arap ülkesi, örneğin iç savaşları peynirinden bile ünlü olan lübnan böyle. bilindiği gibi bu ülkede sosyal hizmetler de cemaatlere göre ve cemaatler tarafından sağlanıyor. üstünden çok zaman geçti, artık alıştığımız, nasıl geliştiğini bile unuttuğumuz bir süreç olabilir ama hatırlayanlar olacaktır; dini kurumların, derneklerin sosyal devletin yerini alması akp’nin önemli icraatlarından biri oldu.
yani, herkesin belli bir –dini- cemaate ait olması, bütün sosyal hayatının bunun çevresinde oluşması, egemen dine mensup olmayanların, hiçbir dine mensup olmayanların toplumda hoşgörü/horlanma ikilemi içinde varlıklarını sürdürmesi güncel islami politikanın ve hedeflerin bir parçası. zaten osmanlı hoşgörüsü diye ballandıra ballandıra anlatılan şey de büyük ölçüde bu.
bunun başka yolu yok mu? bilenler vardır. julia boutros lübnanlı, hristiyan bir şarkıcı, beyrut’ta dünyaya gelmiş, annesi filistinli. arap dünyasında çok sevilen boutros’un yine çok sevilen bir parçası var: erkek kardeşi ziad boutros’un bestelediği ve hele de konser kayıtları insanın tüylerini ürpertecek kadar etkileyici olan "aşraf insan" hizbullah genel sekreteri hasan nasrallah için yazılmış. bir hristiyan şarkıcının müslüman bir lidere hayranlığı dikkate değer bir işaret.
ama başka işaretler de var. http://gazeteyolculuk.net geçtiğimiz günlerde lübnan komünist partisi ile ilginç bir röportaj yaptı. burada, hizbullah’la ilgili olumlu ifadeler kadar eleştiriler de var. bunların arasında güney’de alkol yasağı ve örtünme mecburiyetini, zaman zaman zor kullanarak uyguladığı da yer alıyor. yani mezhep çatışmalarının olmadığı durum da o kadar ehven sayılmaz.
tahlil ve tahmin yapmaya, niyet okumak diye burun kıvıranlara kulak vermemize artık gerek yok, değil mi? geçmişte çok-hukukluluktan söz eden islamcılar, bunu islami hukukun dayatılmasına yönelik bir geçiş süreci yani toplumu, hukuku, devleti islamileştirme sürecinin bir aşaması olarak öngörmüşler. buna direnmek, karşı koymak gerektiğinin farkında olan birçok müslüman da var. ihtiyacımız olan, hepimizi bağlayan hukukun özgürlükler ve eşitlik açısından zenginleştirilmesi.
ama bugün birazcık farklı bir durum daha var karşımızda. akp, bölünmüş bir toplum yaratmak için gereken her şeyi yapıyor. bu sadece benim fikrim değil, partinin oluşumunda yer almış muhafazakâr birçok siyasetçi bile aynı şeye dikkat çekiyor. bunun iki veçhesi var bence. birincisi, islamileştirme sürecinin, sadece devlet baskısıyla değil, sivil milislerin şiddetiyle de sürdürüleceği bir ortamın yaratılması. bekir bozdağ, şort giyen kimsenin soruşturmaya uğramadığını söylerken haklı. ama şort giyen bir kadının, kendini güvende hissettiğini söylemek mümkün mü? ya şort giyen bir kadına müdahale eden bir erkeğin –hele de islam’la ilgili bir cümle kurmayı becerebildiğinde- kendini yasalar karşısında tehlikede hissetmesi ihtimali var mı?
ikinci noktaysa, akp’nin iktisadi ve yönetimsel krizini çatışma ortamıyla örtme stratejisi. (bunu selahattin demirtaş, son mektubunda veciz biçimde ifade etmiş.) halkın dinsel, mezhepsel vb aidiyetleri üzerinden alevlenen çatışma içinde, dış siyasette, ekonomide, eğitimde, şehircilikte ve aklımıza gelen gelmeyen bin bir alanda yapılan hataları, yolsuzlukları görmeyecek bir hale gelmesi. bu stratejiyi boşa çıkarmanın yolu toplumu bölecek adımlara karşı çıkmaktan geçiyor. çünkü her adım yenilerini getirecek ve artık çok geniş kesimlerin adını koymaktan çekinmediği islami faşizm çatışmayla birlikte yerleşecek. bu süreçte inançlarının araçsallaştırılmasına karşı çıkmayanlar ileride adlarının islam değil faşizm hanesine yazılacağının, liberallik, demokratlık gibi sıfatların birer ayrıntı olarak unutulacağının da farkındadır sanırım.