Enver Topaloğlu
Füruğ: Değişim çığlığı
Değişim ya da değişim temayülü varsa hayat vardır. Örneğin şiirde devamlılığı sağlayan değişimdir. Seçim “sath-ı maili”ne giren Türkiye’nin de değişimin eşiğinde olduğu söylenebilir. Hatta umumi manzaraya bakılarak değişim, dönüşüm isteğiyle, umuduyla nefesler tutulmuş seçim günü bekleniyor bile denilebilir. Kısa bir süre sonra kapanacak yirmi bir yıllık dönemin ardından değişim rüzgârlarının estiği bahar havası söz konusu olabilir. Beklenti ve iyimserlik aşılayan ihtimal öyle çok ki… Bütün mümkünlerin kıyısında gibiyiz.
Toplumun istediği değişim sandıktan çıkabilir mi diye sorulabilir. Geçmişte örnekleri yok değil. Öte yandan, değişim arayışını seçim dışındaki seçeneklerle, örneğin sokakları kullanarak sürdüren toplumlar da söz konusu. İran’da olduğu gibi. İran’da, toplumun önemli bir kesimi değişmek istiyor. Ama İranlı kadınlar daha çok istiyor. Öyle ki onlar, canları pahasına değişim için isyandalar, sokaktalar. Şiir üzerine konuşurken çağrışıma açık olmamak mümkün değil. Sokaklar deyince Ahmet Muhip Dıranas’ın şiirini hatırladık. Şiirden iki dize aktaralım:
Memelerinde keder sütü,
Şairi sokak anne büyüttü.
(…)
Ay, güneş, yıldızlar, koşarak,
Unutuş da sendedir, sokak!
Türkiye’de de tüm engellemelere karşın kadınlar, son yıllarda bir hayli kalabalık biçimde seslerini duyurmak, taleplerini dile getirmek için sokağa çıkıyorlar.
KADINLARIN DEĞİŞİM MÜCADELESİNE SELAM
Son yılların toplumsal, siyasal gelişmeleri Türkiye’de de değişimde kadınların büyük bir güç olduğunu gösteriyor. Değişim isteğini, kararlılığını toplumun gündemine yerleştiren İran ve Türkiyeli kadınların yürüttükleri mücadelenin önemi her geçen gün artıyor.
Hem İran’da, hem Türkiye’de değişime, dönüşüme yönelik erkek egemen cinsiyetçi toplumsal yapıya kadınların isyanını, yükselen mücadelelerini İranlı şair Füruğ’un, tam adıyla Füruğ Ferruhzad’ın (5 Ocak 1935-13 Şubat 1967) şiirleriyle selamlamak istiyoruz.
Füruğ’la ilgili bu, ilk yazımız olmayacak. Daha önce Gazete Duvar’da da şairle ilgili bir yazımız yayımlanmıştı. O yazıdan kaynak olarak yararlandığımızı, benzerlikler olsa bile, yazıların birebir aynı olmadığını da ara not olarak ekleyelim.
SİMGE OLMUŞ BİR ŞAİR
Değişim isteyen, arayan, kısa yaşamının önemli bir bölümünde ataerkil toplumun ablukasından kurtulmak için isyan ve özgürlük çığlığını yansıttığı şiirlerle simgeselleşmiş bir şairdir Füruğ Ferruhzad.
Modern Türkçe şiirde yapıtlarının ilk yayımlanışından itibaren “yabancılık” çekmemiştir. Öyle ki onun, hiç tereddüt etmeden, modern Türkçe şiirin içinde, ancak bir “kuzen” kadar yabancı olduğu söylenebilir.
Füruğ’a göre dünyaya gelen her insanın doğum tarihinin olması, hayatta, nihayetinde herkesin başına gelebilecek şeylerdir. Elbette öyledir, ama onu anlamak, anlatmak ve şiirleriyle aradaki mesafeyi kapatmak için yaşamına ilişkin bilgiler kilit niteliğindedir. O nedenle onun şair serüvenini ve şiirlerini yorumlamak için bu sözünü, bir süreliğine askıya almak gerekir.
Şairler ve yapıtları hakkında süren bir tartışmadır; şairin yaşamı şiire dahil midir? Soru, farklı açılardan yaklaşılarak başka başka karşılıklar oluşturmaya müsait. Örneğin soruya karşılık, şairin yaşadığı kültürün ve coğrafyanın bu konuda belirleyici olacağı şeklinde bir açıklama yapılabilir.
Füruğ örneğinde, şairin hayatı şiire dahildir. O kadar ki onun hayatını şiirinden, şiirini hayatından ayırmak imkânsızdır. Bu gerçekliği göz ardı ettiğimizde onun diliyle, sözüyle, şiirleriyle herhangi bir biçimde yakınlık sağlanması mümkün olmayacaktır. Füruğ’un İranlı oluşu da yaşamının önemli bir bölümünün orda geçmiş olması da, yurtdışındaki yılları da önemlidir. Bir o kadar önemli olan art arda yaşadığı travmalardır.
ÜST ÜSTE YAŞANAN TRAVMALAR
Şairin henüz çocuk denilecek yaşta, on altı yaşında evlendirilmiş olması, başlı başına bir travmadır. Ama bu, onun kısacık yaşamındaki büyük travmalardan sadece biridir. Çünkü evlendikten iki yıl sonra anne olur, ondan bir yıl sonra da çocuğundan ayrılır. Henüz emzirme çağında olan çocuğundan ayrılmış bir kadının, annenin çektiği acılar için Füruğ’un şiirleri bir çığlıktır. Bir yandan da o çığlığı tutmaya gücü yetmeyen dudaklardaki diş izleridir.
Füruğ’un şiirlerindeki trajik dil ve gerilim, şairin hayatından yansıyanların imgeler aracılığıyla ifadesidir. Onun “Ben, insanların sanatı, kendi varlıklarını açıklamak için seçtiklerini düşünüyorum” sözü de buna işaret eder.
Füruğ’yu, şiirlerini okurken kadın oluşun saf şairinden, has şiirler okuruz. Geleneklerin, göreneklerin, yasaların, kuralları, törelerin kuşattığı dinsel inanca göre biçimlenmiş bir toplumda, kadına nefes aldırmayan erkek egemenliğine itirazın sesi vardır onun şiirlerinde. Yaşadığı çağ ve koşullar göz önüne alındığında, bunun ne anlama geldiği daha da netleşir.
Şairin ilk kitabı “Esir” 1952’de yayımlanır. Yirmi dokuz şiirin yer aldığı kitapta daha çok ilk gençliğin erken döneminden izler vardır. Haşim Hüsrevşahi tarafından Türkçeleştirilen “Esir” (Tutsak) şiirinden bir bölüm aktaracağız:
kara ve soğuk parmaklıklar ardından
gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru
bir elin uzanışını düşlüyorum,
ansızın ben de uçayım sana doğru
boş bir anda düşlüyorum
bu sessiz hapishaneden uçmayı
gülerek gardiyan adamın gözüne
yanında yaşama yeniden başlamayı
düşlüyorum ancak bilirim asla
bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış
gardiyan adam istese bile
kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış
KİTAP İSİMLERİNE DİKKAT!
Şairin bir sonraki kitabı dört yıl sonra okurla buluşur. Füruğ’un yeni kitabının adı “Duvar”dır. “Esir”den sonra yayımlanan kitabın adının “Duvar” olmasının, elbette sembolik anlamları önemlidir. Bu aslında şairin yaşantısının gerçekliğiyle şiir dilinin, imge dünyasının ilişkisi hakkında da ipuçları verir. Haşim Hüsrevşahi’nin Türkçeye çevirdiği “Duvar” şiirinin son betiğini okuyalım:
Kuşku gözünün büyüsünden kaçarım
Saçılırım alaca düş çiçeklerinden saçılır gibi
Gece esintisi saçlarının dalgasından süzülürüm
Giderim güneş kıyılarına değin
Sonsuz dinginliğinde uyuyan bir dünyada
Usulca kayarım altın renkli bir bulut yatağına
Dökülür ışık sevinçli gökyüzüne
Dökülür yığınla şarkının tarhı
Ben oradan, esrik ve özgür
Bakarım dünyaya, senin büyülü gözlerinin
Yollarını gözümde bulandırdığı
Bakarım dünyaya, senin büyülü gözlerinin
Gizemli karanlığında durmadan
Çevresinde duvar ördüğü.
Şair Füruğ’un, henüz otuz üç yaşındayken “şaibeli bir kazada” yaşamını yitirmeden önce iki kitabı daha yayımlanır. “İsyan” 1957’de, “Yeniden Doğuş” 1963’te okurla buluşur. “Esir”, “Duvar”, “İsyan” ve “Yeniden Doğuş”; şairin kitaplara verdiği isimler. Bu kitap isimleri sadece şiir yolculuğunun duraklarını değil, şiirle ne yapmak istediğini de ifade eder niteliktedir. Sırasıyla “İsyan” ve “Yeniden Doğuş” kitaplarını da hatırlayalım. Nimet Yıldırım’ın çevirdiği “İsyan” şiirinden ilk üç dörtlüğü alıntılıyoruz:
Dudaklarıma suskunluk kilidi vurma
Söylenmemiş hikâyem var gönlümde
Ayağımdan ağır bağları çöz
Bu sevdadan dolayı perişan gönlüm
Gel ey adam, ey bencil yaratık
Gel, aç kafesin kapılarını
Bir ömür boyu beni zindana tıktıysan da
Şu bir nefes için salıver artık beni
Ben o kuşum
Çoktan beri kafasında uçma sevdası olan o kuş
Daracık göğsümde iniltiye dönüştü şarkım
Tükendi hasretle günlerim
Füruğ’un şiirlerini Türkçeye aktaran birçok isim var. “Yeniden Doğuş” kitabında yer alan aynı isimli şiirden kısa bir bölümü, Makbule Aras’ın çevirisinden okuyalım:
bana düşen budur
bana düşen
bir perdenin asılışının benden aldığı gökyüzüdür
bana düşen terk edilmiş bir merdivenden inmek
ve yalnızlık içinde çürümekte olan bir şeye ulaşmaktır
bana düşen hatıralar bahçesinde hüzünle dolaşmaktır
ve “ellerini seviyorum”
diyen sesin kederinde ölmektir
ellerimi bahçeye dikiyorum
yeşereceğim biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın arasına
yumurtlayacaklar
‘SONSUZ GÜN BATIMI’ TÜRKÇEDE İLK KİTABI
Füruğ’un şiirleri ilk kez Onat Kultar’ın katkısı, Celal Hosrovşahi’nin çevirmen olarak ortaya koyduğu emekle modern Türkçe şiire katılmıştır. Ada yayınlarından çıkan “Sonsuz Günbatımı” 1989’da okurla buluştuğunda büyük ilgiyle karşılanmıştır. “Sonsuz Günbatımı”nı da hatırlamak açısından kitaptaki şiirlerden kısa bir bölüm aktaralım. “Pencere” başlıklı şiirin, çevirmen olarak altında iki ismin imzası var: Onat Kutlar ve Celal Hosrovşahi:
Bir pencere yeter bana bir tek pencere
Bilince ve bakışa ve suskunluğa
İşte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
Ve sor aynadan
Adını kurtarıcının
Ve işte senden daha yalnız değil mi
Ayaklarının altında titreyen yeryüzü?
Yıkıntı elçiliğini, peygamberler
Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
Bu patlamalar art arda
Bu zehirli bulutlar?
Ey dost, ey kardeş, ey herkes!
Yazın tarihini gül soykırımının
Aya vardığınızda!
Füruğ’un ölümünün ardından kadınların sesinin de öldüğü söylenmiştir. Ama şair ölür mü hiç? Modern Türkçe şiirde de doksanlı yıllardan itibaren şair kadınların çoğalmasıyla Füruğ’un şiirlerinin okurla buluşması arasında, gözlemlenebilir bir paralellikten söz edilebilir. Boşuna denilmiyor şiir yaşatır diye…
Şairin son kitabı, 1974’te yayımlanan “İnanalım Soğuk Mevsimlerin Başlangıcına” olur. Okurla beşinci kitabı olarak buluşan yayında, Füruğ’un son dönem şiirleri bir araya getirilmiştir. Haşim Hüsrevşah’ın çevirisiyle kitaba adını veren şiirden bir bölüm okuyalım:
selam sana ey yalnızlığın garipliği,
odayı sana bırakıyorum
kara bulutlar her zaman çünkü
arınmanın yeni ayetlerinin peygamberleridir
ve bir mumun tanıklığında
apaydın bir giz var onu
o sonuncu ve o en uzun yalaz iyi biliyor
inanalım
soğuk mevsimin başlangıcına inanalım
düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
işsiz devrik oraklara
ve tutsak tanelere.
bak nasıl da kar yağıyor.
belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el
durmadan yağan karın altında gömülmüş olan
ve bir dahaki yıl, bahar
pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
ve teninde fışkırdıklarında
uçarı yeşil saplı fıskıyeler,
çiçek açacak olan o iki genç el
sevgili, ey biricik sevgili
inanalım soğuk mevsimin başlangıcına.
VARLIĞIN TECELLİSİ
Füruğ modern Türkçe şiirde daha önce de değindiğimiz gibi var olur olmaz yabancılık çekmeyen şairlerdendir. Ona soy ismiyle değil de doğrudan adıyla hitap edilmesi de bunu gösterir. Bilindiği üzere, ancak samimiyet ve yakınlık durumunda soy isimle değil de isimle hitap edilir.
Gerçekliğe, gerçekliğin ateşine aldırmadan “kuşun ölümlü, uçuşun kalıcı” olduğunu dile getirirken dahi sesi bir çığlığa dönüşen bir şair o.
Yaraları aşktan, aşkı tutsaklığa başkaldırı, duvara hücum, tüm varlığıyla isyan, “Yeniden Doğuş” olarak anlamış ve yaşamış, ama soğuk mevsimlerin başlangıcını da “hayatın cilvesi” değil, varlığın gerçekliği ve tecellisi olarak duyumsamış şair boşuna simgeselleşmemiştir.
Şiirin olduğu yerde umut da vardır. Şiir karamsar olur, ama umutsuz olmaz. Soğuk mevsimlerin sonunun geleceğinin muştusunu da içeren “Soğuk mevsimlerin başlangıcına inanalım” dizesi için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Başı varsa sonu da vardır ya da kış varsa bahar da vardır…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.