Ragıp Duran
Gebze'de ve Bordeaux'da Aynı Şiddet
Son bir hafta on günü Selanik, Köln, Paris ve Bordeaux'da geçirdim. Selanik'de durum berkemal: Zeytinyağlı ahtapot ızgara eşliğinde Barbayanni uzosu üstüne de siesta. Köln'de, Artı TV ve Artı Gerçek harıl harıl çalışıyor.
Paris, Notre Dame yangını ile sarsılmış durumda ama sahtekarlıklar da su yüzüne çıkıyor bu felaket nedeniyle. Bordeaux, Sarı Yeleklilerin en yoğun olduğu kentlerden biri. Gezi'den sonra, demek ki, 6 yıl olmuş, şarap kentinde Sainte Catherine sokağında resmen gaz yedik.
Bourdieu'nin ''Devlet üzerine'' kitabını okurken, verdiği örneklerin, saydığı referansların çoğu Fransa'dan olduğu için devlet konusunda yazdıklarının ''Fransız Devletine'' özgün olduğunu sanıyordum. Okuyup gördüklerim, duyup yaşadıklarım, Devlet'in sonuç olarak her yerde aynı olduğunu kanıtlıyor. Gebze'de çocukları açlık grevindeki Kürt analara şiddet uygulayan polis ile Sainte Catherine sokağında önce copuyla Sarı Yelekli gruba saldıran, dağıtamayınca da gaz sıkan aynı polis. Devletin polisi. İki ayrı devletin aynı polisi.
Ben zaten bu yüzden orta okuldan beri, 20 yaşındaki Rimbaud'ya hayranım. Proudhon ile Bakounine'i de aynı sebeple severim. Yanlış anlaşılmasın: Sakallı Dede'ye hürmetimiz sonsuzdur.
Léo Ferré bir şarkısında artık çok sıkılmıştır. Fransız vatandaşlığından çıkmak istediğini söyler. Ama mümkün değildir, çünkü İtalyan ya da İsviçre vatandaşı olsan da, ''Devletler hıyarca birleşip bir konfederasyon kurmuşlardır'' zaten. (Ils sont con-fédérés!)
Dönelim Paris'e: Amerikalılar şaşkın, çoğu, Fransızları zaten sevmez. Ama ciddi dergilerde bile ''Fransızlar hem dindar değil hem de Kilise yandı diye ah vah çekip üzülüyor ve seferberlik başlatıyor''.
Kiliseyi yeniden inşa etmek için milyonlarca Euro bağış yaptı büyük holdingler, zengin aileler. Yüzde 65'i vergiden düşüyor. Yakında kanun çıkacakmış, yüzde 95'i vergiden düşsün diye.
Aynı büyük holdingler, aynı zengin aileler ne çalışanlara, ne mültecilere, ne de yoksullara bir santim bile para vermiyor. Haram para ile kilise tamiratı. Fakat Gebzeli ya da Bordeauxlu devlet, her felaketi kendi lehine çevirme konusunda çok becerikli ve maalesef başarılı.
1+1 Forum sitesinde, Yücel Göktürk'ün Paris'ten Sarı Yelekliler hakkında derin ve anlamlı bir yazısı çıktı.
Fransız medyasına bakıyorum. aHaber ihracaat yapmış vallahi... Fransızca yayın yapıyor. Cuma ve Cumartesi gecesi tartışma programlarının tek konusu Sarı Yelekliler. Ama ekranda bir tek Sarı Yelekli yok. BFM kanalında bir yorumcu dedi ki hatta: ''Artık aşırı-solcular ele geçirdi hareketi. Öylesine azıttılar ki işi, Cumhurbaşkanı Macron'un istifasını bile talep ettiler.'' Bak sen!
Kitapçıları gezerken dikkatimi çekti: Medya, Gazetecilik, İletişim kitapları nedense çoğunlukla sosyoloji ve felsefe raflarına komşu. Doğru bir konumlama galiba: Gazetecilik sosyolojisi çoktan gitti, işin felsefesi kaldı sanki. Bu aralar en çok egemen medya eleştirisi ve star gazeteci-televizyoncu lanetlemesi üzerine kitaplar ön plana çıkmış. İnternet ve Yapay Zeka'ya karşı alınması gereken önlemleri anlatan kitaplar da revaçta.
Hem kitapçı raflarında hem de TV'deki edebiyat programlarında rastladım: Bu aralar roman ya da belgesellerin yıldız kahramanı Anneler! Neo-liberalizm hayatı da bu kadar özelleştirince, siyasi-ideolojik-ekonomik eleştiri sahası küçülünce adı sanı bilinen yazarlar bile kendi içlerine kapanıp annelerini anlatmışlar uzun uzun. Bir sürü mahrem şey de var yazdıklarında.
Sarı Yelekliler polisi, mahkemesi ve medyası ile örgütlü devlete karşı Kasım 2018'den bu yana hala inatla, sabırla her Cumartesi sokağa dökülüp taleplerini seslendirmeye devam ediyor. Devletin yanıtı: Aşırı sol, şiddet, kırıcılar...vs... Copla saldıran gaz sıkan sanki polis değil de Sarı Yelekliler.
Ne var ki harekete katılım sayısı olsun benim ayaküstü konuştuğum Fransızlar olsun, bir şeyi teslim ediyor: Sarı Yelekliler halk desteğini kaybediyor, marjinalleşme tehlikesi giderek artıyor.
Bu arada Fransa'da bağımsız sosyal bilimciler, Sarı Yelekliler hareketini anlamak, yorumlamak, işlemek üzere yeni bir yapılanmaya gidiyor. Bu çalışmalar yayınlandığında medyanın ''Egemen Düzen Sözcülüğü'' misyonu teşhir olacak.
Hangi taşı kaldırsan altından devlet çıkıyor.
Selahattin Demirtaş, vakti zamanında demişti ki, ''Bu başımıza gelenler devlet yüzünden değil devletsizlik yüzündendir!'' Çok emin değilim...