'Gecekondusunu yıktırmamak için çocuğunu rehin alıp...'

Şimdi bıçak kemiğe değil artık iliklere dayanmışken AB'nin tepesindeki Juncker, Mogherini ve Hahn gibi isimlerden, sert çıkış bekleyenler,bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacaklar.

Bazı aklıevvel yabancı STK temsilcilerinin pompalaması ve Berlin'e sunulan 'ahlaksız teklif'le her nasılsa ikna etmesinin ardından devreye giren Mülteci Anlaşması sonunda, kimse kusura bakmasın, işlerin bu noktaya geleceği belliydi.

Büyükada kepazeliği içinde, her biri Türkiye'nin vicdanı olan insan hakları savunucularının yanında Peter Steudtner'in de tutuklanması üzerine (bu kez ciddi biçimde) patlak veren Alman-Türk krizinden söz ediyorum. 

Steudtner 15 Temmuz'dan bu yana Türkiye'de tutuklanan 10'uncu Alman yurttaşı. Ama onun derdest edilmesi belli ki bardağı taşıran son damla. 

Bana sorarsanız, eğer Almanlar bazılarının gözüne sabır taşı gibi bir manzara sundularsa, bunun arka planında o alık Batılı STK temsilcilerinin sunduğu 'ahlaksız teklif'in kirli ürünü olan Mülteci Anlaşması var.

Ta o zamandan bu yana bu anlaşmanın iskeletini hazırlayan saftirik, hırsı aklından önce giden Batılı STK temsilcileriyle de tartıştım, sonrasında hangi toplantıya katıldıysam, bunun AB-Türkiye ilişkilerinde ne kadar sert bir optik yanılgıya, ne kadar yanlış kararlara, ne kadar derin sessizlik ve umursamazlıklara yol  açacağını anlattım. 

Bu anlaşma AB'nin kilit noktalarında ne kadar siyasi ahlak kaldı ise rayından çıkarmaya adaydı; aynen de öyle oldu. 

Hala da hayalperestliğin izleri silinmiş değil. 

Şimdi bıçak kemiğe değil artık iliklere dayanmışken AB'nin tepesindeki Juncker, Mogherini ve Hahn gibi isimlerden hala bir gür ses, bir sert çıkış bekleyenler, göreceksiniz, bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacaklar. 

Bu anlaşma AKP yönetimininin AB'yi rehin alma, felç etme planının parçasıydı çünkü.  

AKP'ye hakim olan zorba zihniyetin, insani olan her türlü değeri çoktan çöpe attığını, yüzbinlerce perişan mülteciyi toplu pazarlık unsuruna çeviren bir 'siyasi celep' profili tarafından akla gelen her türlü kirli adımın önünü açtığını anlamayan AB, işte geldi ve kendi vatandaşlarının düpedüz çok daha kaba takaslar için rehin alındığı bir noktada buluverdi kendisini.

Alman iktidarının siyasetçilerine bir zamanlar riskleri anlattığınızda boş boş yüzünüze bakıyorlardı. 

Belliydi sebebi: Çünkü Ankara'da kapalı kapılar ardında bir ton palavra laf, boş vaat dinliyorlardı. 

Tek bir Müslüman mülteci almayan Polonya, Çekya, Slovakya ve Macaristan gibi insanlıktan çıkmış üyelerine diş geçiremeyen AB yetkililerinin işine geliyordu, Ankara'nın sınır kapılarını tutması. 

Türkiye'de canını düşüne takmış üç beş tane STK neydi ki?

Kürt ve Cemaat medyasının çanına ot tıkılırken kapalı kapılar ardında suspus olunuyordu. 

Cumhuriyet gazetesi krizi başgösterdiğinde, Almanya'da ve Danimarka'da iktidardan birileri kapalı kapılar ardında, 'tirajı 30 bini bulmayan bu gazete yüzünden kıyamet koparmaya değer mi?' diye soruyorlardı. 

Bunları hep duyuyorduk. Duymuyoruz sanıyorlardı. 

Ama AB içinde öyle çok vicdanlı diplomat var ki, hiçbir sahtekarlık gizli kalmıyor.

Ama fark etmedi.

Türkiye'nin hukuk devleti yapısı, medyası yerle bir edilirken, adalet sıfırlanırken, gündelik 'ayy, çok endişeliyiz' laflarıyla idare edildi. 

Ama 15 Temmuz herşeyi değiştirdi, daha berbat ve içinden çıkılmaz - çok muhtemelen geri dönülmez - hale getirdi.

Ayıklasınlar pirincin taşını şimdi.

Pek yakında Türkiye'deki Alman vakıfları okulları vs kapanırsa, hatta görevlileri aynen Rusya'daki benzerleri gibi içeri alınırsa hiç 'bu kadarı da olmaz' diye şaşmayın.

Bugün krizin tırmanışını izlerken, memleketin gidişatına içinin yandığını, derin endişesini sosyal medyada hiç saklamayan, değerli siyasetçi, ANAP eski genel başkanı Nesrin Nas'tan aldığım notlar da aynı şeyleri söylüyordu:

Ben en az 3-4 senedir AB yetkililerine "mültecilerin koz olarak kullanılmasına izin verirseniz, çok daha kötüsü gelecek" diye anlatmaya çalıştım. Havuç uzatarak Erdoğan'ı ikna edip müzakere masasına döndürebileceklerini sandılar.

Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan bellidir: Müzakere demokratik geleneğin bir parçasıdır. 

Demokratik zihniyet kodları olmayan Erdoğan için ise, müzakere gereksiz bir zaman kaybıdır. O yumruk atmayı bilir. Üstelik boks gibi kurallı oyunları da sevmez. Tekme tokat, çimdik, ısırma...böyle dövüşür. 

Bunu Avrupalılara anlatamadım. Onlar müzakere dedikçe Erdoğan bunu onların zaafı olarak gördü. Sert engellere çarpmaya başlayınca da elinde daha fazla nasıl koz olurun hesabını yapmaya girişti. 

Şu anda Türkiye'de olan her Alman ya da AB vatandaşı tehlikededir. Her an rehin alınabilirler. 

İran Devrimi'nin ilk yılları da böyleydi. 

Bizim gibilerin ise artık kaybedecek pek bir şeyi kalmadı. Eninde sonunda bu rejim bizleri de yok edecek. Almanlar ve Avrupalılar bunu anlamak istemediler. Şimdi de şaşkınlar. Bu saatten sonra onların sertleşmesi Erdoğan'ı daha da çileden çıkaracaktır. 

Yumuşadıklarında ise ben kazandım diyecektir. Uzun sürecek bir karanlık dönem başladı sanki. Herkese geçmiş olsun. Avrupa da aptallığına yansın.

Nas, memleket yönetimini ele geçiren ekibin zihniyetini anlatırken şunları de ekliyor:

Türkiye'nin dış politikasının esası, oyun bozmaya dayanıyor artık. Bu oyunu ne kadar sert oynarsa kalacağını düşünüyor. 

İşimiz açıkça Allah'a kalmış durumda.

Başta Almanya Hükümeti - özellikle Merkel ve CDU - bu sertliğin geçici olduğunu düşündü. Kendilerine şunu da anlatamadığımızı biliyorum.

'Bakın' dendi, açıkça kamusal alanda yazıldı, çizildi:

'Dünyanın neresine bakarsanız bakın, başıbozuk, dediğim dedikçi, kanun tanımayan, medyaya düşman diye bakan, etrafı komplo teorisyenleri, hatta Türkiye'deki gibi tescilli şizofrenlerle çevrilmiş bir yeni yönetici sınıf, bir siyasetçi profili türedi. Bu sınıfın ve liderlerinin siyasi dildeki ilham kaynağı, aynen mafya liderlerinin kullandığı dildir. Bu dili kopyaladılar. Günümüz diplomasisinde başarı arayanlar, eğer mafya tarihini, capo'ların dilini ve davranış kodlarını okumazlarsa, kaybedeceklerdir. Kibarlık, alttan alma, uzlaşma, mafya kodlarında yumuşama, ezikliktir. Türkçede bunun karşılığı yavşama, yavşaklıktır. Alttan alanın üstünde tepinmek esastır. Bunu anlamazsanız kaybetmeye mahkumsunuz.' 

Bitirimin dilinden bitirim anlar.

Rusya uçağı krizinde neden Türkiye kaybetti ve Rusya kazandı?

Bunu Moskova'nın geleneksel diplomasi başarısı diye mi okuyacağız?

Şaka mı ediyorsunuz?

Akıl fikir çağı geride kaldı artık.

Dönem artık 'yer misin yemez misin' dönemi.

Son olarak, Türkiye'de sanki hala normalite varmış gibi yaparak 'merkezi analiz' sunmaya çalışan sözde köşe yazarlarına, ve rejimin daha ne kadar çok sertleşebileceğini kavrayamayanlara iki kelime edeyim:

Zincirler, balatalar, kayışlar tamamen koptu artık.

Ne varsa, ne kaldıysa, sonuna kadar.

Türkiye'yi Batı'dan koparmaya çalışan Avrasyacı ekip 'fırsat bu fırsattır' diye yüklendikçe yükleniyor. 

Öteden beri Batı alerjisinden muzdarip bir kesim muhalif de bu alerjinin perdelemesiyle olanların derinliğini anlamak istemiyor.

PKK, FETÖ, terörle mücadele vs laflarıyla, binlerce kişi fikirleri ve demokratik talepleri nedeniyle hapiste, işsiz, ve korku-kaygı içinde. 

Bu sayı daha da artacak, çünkü süreç mantığı sadece daha beterini beklemeyi gerektiriyor. 

Türkiye'yi insan yutan bir bataklığa çevirme kararlılığındalar.

Bir tanıdığın son derece isabetli benzetmesiyle:

''Gecekondusunu yıktırmamak için kendi çocuğunu rehin alıp boğazını kesmekle tehdit eden o adamcağıza benziyor. Ve bizleri rehin alarak kendini kurtarabileceğini düşünüyor.''

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yavuz Baydar Arşivi