Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Geceye evirilen şafaklar ülkesi
Bu ülkede varlığı ile yokluğu her zaman tartışmalı olan demokrasi, var olduğu kadarıyla da bir türlü hastalıklardan kurtulamayan cılız bir canlıyı andırıyor.
Üçüncü dünya veya global güney denilen dünyanın genel sorunu olan bu hastalıkların her ülke için ayrı ayrı tartışılması gerekiyor. Ancak Türkiye’de makro düzeyde yaşanan her gelişme gibi, bunların da bölgesel ve küresel bağlamı içerisinde anlaşılabileceği unutulmamalıdır.
*****
DEMOKRASİ
Demokrasi ve onunla yakından ilişkili olarak cumhuriyet(çilik) konusundaki sofistike tartışmaları ve bazen meselenin kavram karmaşasına kurban edildiği söylemleri bir yana bırakacak olursak, konuyu basitleştirmeyi göze alarak şunu söyleyebiliriz:
Herhangi bir yerde veya toplumda, erk/güç ilişkilerinde tabanın/halkın (demosun veya cumhurun) ne kadar geniş kesiminin ne kadar pay sahibi olduğu ve bu payı nasıl kullanacağı ile bu ilişkilerin denge ve denetime ne kadar tabi olduğu, demokrasinin varlığı ve gücünü belirler.
Demokrasinin en basit şekilde halkın kendi kendini yönettiği bir siyasi rejim olarak tanımlanması, (modern öncesi ‘demokrasi’ ve ‘cumhuriyet’ deneyimlerinden kategorik olarak farklı şekilde) modern zamanlara özgüdür.
Bu köşede hep dile getirdiğim üzere, bu bağlamda hakimiyet-i milliye, ulusal egemenlik ve halkın egemenliği gibi kavramlar ile buna bağlı olarak demokrasi, cumhuriyet, ulus devlet ve hatta sosyalizm tartışmalarının birbirinden kopuk yapılması, büyük resmin görülmesi önünde engel oluşturmaktadır.
Yine hep dile getirdiğim üzere, erk ilişkilerinin bütüncül diyalektik bir yaklaşımla ele alınmaması da kısıtlı bir bakış ve analiz anlamına gelmektedir.
Yani kabaca ifade edecek olursam tüm düzlemlerde haklar ve bu bağlamda eşit(siz)likler bütün karmaşıklığı, dinamikliği, akışkanlığı ve kesişimselliği ile ele alınmalıdır.
Ancak böyle bir perspektifle “halkın kendi kendisini yönetmesi” naif ifadesinde yer alan kavramlardan her birini, yani ‘halk’, ‘kendi kendisini’ ve ‘yönetme’ mefhumlarını anlamlı bir şekilde tartışmak faydalı olacaktır.
*****
DEMOKRASİ ŞAFAKLARI
Halkın kendi kendini yönettiği siyasi rejimler ifadesi, böyle olmayan önceki bir rejimden geçişi öngörür ve çoğu zaman özensizce devrim adı verilen bu geçişten önce halkın bir kişi (hanedanlığa dayalı hükümdar, monark) veya grup (oligarşi) tarafından yönetildiğini varsayar. Erki sınırlanmış bir hükümdarın varlığı devam ederken halkın en geniş kesiminin erk sahibi olabildiği (yani karar süreçlerinde dolaylı veya dolaysız hak sahibi olduğu) demokratik siyasi rejimler de mevcuttur, ama genelde monarşinin ortadan kaldırılması demokrasiye geçiş için belirleyici bir adım, belki ön koşul olarak anlaşılır.
Yanlış bir şekilde cumhuriyet kavramıyla özdeşleştirilen bu geçişin, demokrasinin yerleşmesi anlamına gelmediğini günümüzün demokratik olmayan birçok cumhuriyet rejimi kanıtlamaktadır. Hatta günümüzde gayri demokratik ülkelerin çoğu, ‘cumhuriyet’ ile yönetilen birer otoriter veya totaliter diktatörlükler olarak karşımızda durmaktadır.
Hanedanlığa dayalı hükümdarlığın tasfiyesi bağlamında cumhuriyetin dar tanımını bir yana bırakarak, genelde ‘demokratikleşme’ adını verebileceğimiz uzun sürece baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Modern dönemde halkın (demosun, cumhurun, milletin) yönetimde daha çok söz sahibi olmasına katkı anlamında temel unsurlar olarak, anayasal ve parlamenter rejim yönünde atılan her adım, demokratikleşmenin bir merhalesini oluşturur. Mikro düzeyde veya yerelde yaşanan dönüşümler (reformlar) devam ederken bir bütün olarak merkezi yönetimi ve devlet yapısını dönüştürme yönünde makro düzeyde değişim veya altüst oluşlar (devrimler), demokrasiye geçiş (vaadi ve umudu) anlamına gelir.
Bu vaat ve umuda demokrasinin şafağı adını verdiğimizde, demokrasi, ‘gündüz’ veya ‘aydınlık’ olarak; öncesi veya yokluğu ise ‘gece’ veya ‘karanlık’ olarak kodlanmış olur. Ancak geceden gündüze geçişin habercisi olarak doğal mahiyeti üzere gerçekleşen aydınlık vaadi ve umudu, demokrasi tarihinde doğal ve kaçınılmaz olmuyor.
Mecazen ‘yalancı şafak’ adını verebileceğimiz, demokrasiye geçişin habercisi ‘devrimler’, gündüzü değil geceyi, aydınlığı değil karanlığı getirebiliyor.
Bu yazının iddiası, Osmanlı ve Türkiye tarihinde tüm demokrasi şafaklarının kısa bir gündüz/aydınlık ara döneminden sonra yeni bir geceye evirildiğidir.
*****
GÜNDÜZÜ DEĞİL GECEYİ GETİREN DEMOKRASİ ŞAFAKLARI
Demokratikleşmenin makro düzeyde iki temel taşıyıcı sütunu olarak kabul edilebilecek meclis ve anayasa tarihi açısından ilk adımlar Tanzimat ve Islahat Fermanları olarak olsa da demokrasiye geçişte ilk deneme olarak Birinci Meşrutiyet (1876-78) kabul edilmektedir.
Bu nedenle bu topraklarda ilk demokrasi şafağı olarak I. Meşrutiyet’ten başlamak üzere, yaklaşık 150 yıllık tarihe baktığımızda, altı farklı demokrasiye geçiş denemesinin, kısa süre sonra farklı bir otoriter rejimle sonuçlandığını, yani demokrasi şafaklarının gündüze değil geceye evirildiğini görüyoruz.
Elbette bu dönüm noktaları, yol açtıkları şafaklar ve ardından gelen diktatörlüklere evirilme süreçleri, kendi özgünlükleriyle ayrı ayrı ele alınmalıdır.
Ancak öncelikle bu altı yalancı şafağı listelemek iyi olacaktır:
- 1876: Sivil-askeri bürokrasi devrimi/darbesi ve Sultan Abdülhamit’in kontrolünde partisiz demokrasi (I. Meşrutiyet) denemesi. (İki yıl geçmeden Abdülhamit istibdadına evirilme.)
- 1908: Sivil-askeri bürokrasi devrimi/darbesi ve partili demokrasi (II. Meşrutiyet) denemesi. (Birkaç yıl sonra çok partili sistemde tek parti diktatörlüğüne evirilme.)
- 1920/22: 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla doruğa ulaşan, (kapsayıcılığı ve çoğulculuğuna dair rezervler unutulmadan) Ankara’da alternatif/isyancı halk meclisi hükümeti rejimi inşa denemesi. (29 Ekim darbesi sonrasında ‘Cumhur’-Reislik sistemi olarak Cumhuriyet’in ilanı sonrasında tek adam ve tek parti rejimine evirilme.)
- 1950: ‘Müesses nizam’ kontrolünde hükümet değişimi sonucu çok partili demokrasi denemesi. (Birkaç yıl sonra çok partili sistemde tek parti diktatörlüğüne evirilme.)
- 1960: Asker-sivil modernist elitlere dayanan Cunta darbesi ve sosyal demokratik cumhuriyet denemesi. (İki darbe arası yaşanan uzun süreli çok partili demokrasi sürecinde aşılamayan krizler ve askeri vesayete evirilme.)
- 2002: Periferinin temsilcisi olarak AKP’nin seçim zaferi sonucunda Avrupa Birliği rüzgarıyla liberal demokrasi denemesi. (On yıl geçmeden çok partili sistemde tek parti diktatörlüğüne evirilme ve tek adam diktatörlüğü inşa süreci.)
Tüm bu dönüm noktalarında demokrasiye geçiş denemelerinin sadece bir girişim olarak kalması, sonraki dönemlerde adeta aynı şekilde tekrarlanmıştır. (1945-50 arası dönem, kendi özgünlüğüyle ayrıca ele alınmalıdır.) Bunun nedenlerini tartışmadan önce bazı genel gözlemler ve tespitler yapmak yararlı olacaktır.
*****
GENEL GÖZLEMLER VE TESPİTLER: BAŞLIKLAR
Yazıyı bitirmeden, 1876 darbesi ve sonrasında yaşanan dönüm noktaları ile ilgili olarak -her biri ayrıca ele alınması gereken- bazı genel gözlem ve tespitlere sadece başlıklarıyla yer vermek istiyorum:
- Dönüm noktalarının darbe niteliği
- Batı etkisi/dayatması niteliği
- Entelektüel ve siyasi düşünce (demokrasi ve cumhuriyetçilik anlayışı) bağlamında devrimciler/reformcular düzeyinde sınırlılıklar ve hastalıklar
- Dönüşüm sonrası yandaşlar-karşıtlar argümanın araçsallaştırılması
- Dönüşümün/darbenin aktörleri arasındaki kavgada acımasız tasfiyeler süreci (Devrimin kendi evlatlarını yemesi!)
- Dönüşümde olduğu kadar- her şeye rağmen daha demokratik olan – ara dönemde de halkın yer(siz)liği
- Sonuç olarak, kısa süren şafağın gündüze değil geceye evirilmesi
- Yeni diktatöryal rejime evirilmenin bizzat demokratik dönüşümün liderleri tarafından gerçekleştirilmesi
Hepsi birbiriyle ilişkili ve iç içe düşünülmesi gereken bu genel gözlemler ve tespitlerin açılmasını ve tartışılmasını sonraya bırakıyorum.
Ancak asıl yapılması gereken, yukarıda sıraladığım altı demokrasi şafağını, öncesiyle ve sonrasıyla örnek vakalar olarak kabul etmek ve her birini bu tespitler ve gözlemler bağlamında tartışmak olmalıdır.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; modernleşme ve demokrasi tarihi ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ile modern Osmanlı, Balkan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. Yayınları için bkz.: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez (İletişim: [email protected])