Ceren Gündoğan
Gelin Tanış Olalım
Semih Çelenk’in yazıp yönettiği, Fırat Tanış’ın Abdal’ı oynadığı Gelin Tanış Olalım yedinci yılındaki benzersiz yolculuğunu sürdürüyor. Sahnede Tanış’a enstrümanlarıyla Cem Erdost İleri, Mehmet Taylan Ünal, Mesut Ulusan ve Sitar Sertaç Şanlı eşlik ediyor.
Yunus Emre’den Âşık Veysel’e, Pir Sultan Abdal’dan Somuncu Baba’ya, İbrahim Hakkı’dan Karacaoğlan’a on bir türküyü söyleyen Abdal, şimdilerde sektörü bile oluşmuş kişisel gelişime dair önemli bir yeri işaret ediyor: Yaşadığımız coğrafyada tüm bunların çok önceleri dile getirildiğini. Şiirle, sözle, deyişle… Yoldan sapmak kadar, edinilen deneyimleri kâmilleşme yolunda başkalarıyla paylaşmanın erdem bilindiği zamanları hatırlatıyor. Didaktik bir öğretici tavrıyla değil, içeriden, bizden, birden…
Yol-yolcu ikilisinin çoğul bir tek kişilik serüven olduğunu, her deneyimin zenginlik, her hazinenin çok yakınımızda bulunduğunu, gölgemizle aydınlığımızın iç içeliğini… Şimdi yazıda seyrin büyüsünü ve içtenliğini ifade etmem zor ama Fırat Tanış ve ekip arkadaşları kelamın, kavlin içinde, anlamı derin bir yola yoldaş ediyor izleyenleri.
Gelin Tanış Olalım’ın 400. gösterimini Özgürlük Parkı’nda izledim, onuncu dakikadan sonra “başka bir dille” yazılmış bu etkileyici metin izleyeni, kendi diline katıp götürüyor. Sanki bir zaman kapsülü içindeyiz ve zaman, her zaman… Açık havadaki temsilde, has aktörlüğün, yeteneği olduğu kadar içtenliği de kapsadığını düşündüm, rastlantı bu ki, gökte çakan şimşek sahnede Yunus Emre’den alıp Pir Sultan’a getiren Abdal’ı aracı kılıyor, hadi korkmadan söyleyeyim, kutsuyordu adeta.
Hayvanlarla ve çocuklarla iç içe yaşama şansı olanların erebildiği bir sırrı (daha) var yaşamın, söyleneni değil, görüleni taklit ederek büyürüz. İnsanına benzer hayvan, ilk resimleri gördüğüne anne-baba der balalar.
Yetişkin olduk. İlk resimlerimizin temsilleriyle boğuştuk, hesaplaştık, büyüdük. Gördük ki suç da yok suçlu da, suçlayacak kimse bulamayınca tüm içsel yaşantımızın da yetişkin dünyasında buhar olduğunu gördük. Kendimizi ifade edecek başka-yeni bir söylem bulmamız gerektiğini ya da kendimizi değiştirme vaktinin geldiğini… İki yolun özdeş olduğunu görme sebebimse; bunları, biz eski dünya insanlarının (internetin olmadığı zamanları gören / kalan hepimiz) oyundan aynı etkiyi alarak çıkmamız.
EL ALIRIZ, KİMDEN?
Yetişkinlikte diğer yetişkini anlayan, onunla eşitleyen bir durum var. Anlamak hak vermek değilse de, kişide başka zamanların insanı olmanın getirdiği bir olgunluğa evrilir ebeveyn suçlaması… Biyolojik ailesinden yaralı, boşluğa düşen yetişkin, kendine başka rayberler (rehber) arar. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve diğerleri yüzlerce yıl öteden seslenir canına, ses söz olur, söz deyiş, türkü…
El alırız, sahnede Abdal, dedesi Yunus Emre’yi işaret eder, ondan çıkıp ona döner. Bu bir atayı-dedeyi yüceltme hikâyesi değil ama. Bir noktada “dedem Keltoş…” diyor. Keltoş dede üzerinden anlatıyor sözünü, onun herhangi biri olabileceğini vurgulayarak…
Fırat Tanış, curası, enstrümanı olan bedeni, varlığıyla Abdal olup yol gidiyor. Yaka mikrofonu teknik aksaklıktan arada kısılsa da Abdal gibi sürdürüyor seyri. İki cümlesini duymamanın önemi yok, kurduğu atmosfer sessiz film gibi “duymadan da anlatıyor” izleyene. Açıklamadan, uzun uzadıya anlatmadan aynaya bakmayı gösteriyor. Türküler ve seyrin metni mükemmel bir ahenkle akıp gidiyor. Yazar ve yönetmen Semih Çelenk enfes bir uyumla karşımızda.
Türkiye tiyatrosunda çok biricik bir seyir, nezaketi, incelikleri, yaşam içindeki adab-ı muaşereti gösteriyor. Bir sanatçı olarak Fırat Tanış, müzisyenlik hasletlerini her biri önemli müzisyen dostlarının yanında tevazuyla kolektife evriltiyor. Bunu (alışkın olduğumuz gibi) sadece selamlamada görmüyoruz, yaşamın, tiyatronun el vererek- el alarak büyüyen, bir olma hali olduğunu, seyirciyi de kendinden öte tutmayan çağrısına uyarak yanımızdakiyle selamlaştığımızda anlıyoruz. Hayvan, çocuk, yetişkin, herkes bir olduğunda.
Hayat birikiyor, tıpkı tarih gibi. Belki zaman gibi. Bugünden 800-500 yıl önce yaşamış, hakikat uğruna can vermiş erenlerle aynı düzlemde buluşuyoruz.
Özgürlük Parkı’nda şimşekler çakıyor gökte, yalınayak Abdal gökle yer arasında aracı, onun varlığından geçiyor gök, seyirci “başka bir şeye daveti” almış, yanında yöresinde hiç tanışmadıklarıyla selamlaşıyor. Yolda giden yolcu, başka yolcularla tanış oluyor. Dostun bir tek gülüne takılsak da, abdalların devri kaim oluyor… Hayat bu, kibir, kavga, servet, korku… efsunlu masal yüreğimizde, eve giden son metroyu yakalamak için koşturuyoruz. Unutmuştuk, hatırladık; Nesimi gibi:
“Bir nefesçik söyleyelim,
Dinlemezseniz neyleyelim.
Eksiklik kendi özümüzde,
Darına durmağa geldik”
Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL'de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım'da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV'de Artı Sahne programı sürdürüyor.