gelsin patron, gelsin müdür, gelsin çevik…

asgari ücret hem sofraya hem sinemaya hem kitaba hem ruja yetsin, kimse ekmeği için ölmesin, ölümüne çalışmasın. en azından şimdilik bunu diyoruz, çok şey mi istiyoruz?

grev kadar düğünü hatırlatan o videolardaki enerji, neşe sesinde de var. "eskiden müdürler hep, ‘biz burada bir aileyiz’ derdi ama öyle bir şey yoktu," diyor, "biz içeride değil dışarıda bir aileyiz. eskiden birbirine bir selam bile vermekten acizdi insanlar, bir iletişim kopukluğu vardı, belki geçimi düşünüyorlardı kara kara. ayın sonunu nasıl getireceklerini düşünüyorlardı. fabrikada sürekli moralini bozacak bir şey olur. devamlı üretim müdürü gelir, ‘hadi, hadi’ diye baskı yapar. sekiz yıldır burada çalışıyorum, gençliğimi anlamadım ben, ilk dört yıl 08.00-20.00 çalışırdım, günde 12 saat. eve giderim, yatarım, kalkar işe gelirim. ben mesela borcum olmasa çok önce çıkardım işten. eskiden yataktan kalkmaya üşenirdim, şimdi güle oynaya geliyorum. ruj bölümündeydim ben, direk kimyasalla uğraşıyorsunuz. tozlu bir havada çalışıyoruz, sıcak,  bir keresinde kazanın tepesinden düştüm zemine, diz kapağım, bileğim, kolum zedelendi. iş güvenliği uzmanı yoktu o zamanlar, bu sene geldi."

o, ilk sendikalı olanlardan. "ocak ayında normalde zam yapılır, yapılmayınca gittim eyüp başkan’la konuştum," diyor. "örgütlendik, patron öğrenince bize zam yapmadı, diğer arkadaşlara 80 lira, yüz lira zam yaptı. burada 15 yıl çalışan da aynı parayı alır, üç yıl çalışan da. genelde asgari ücret, hiçbir sosyal hak yok. aramızda toplanıp konuştuk arkadaşlarla, yasal haklarımızı alalım, dedik."

"yani sen bu işin öncülerindensin," diyorum. "e biraz öyle oldu," diye gülüyor.

sonra e-devletten sendikaya üye olmuşlar. burada şunu hatırlatayım. sendikaya e-devletten üye olabilmek büyük bir kazanım, daha önce işçiler sendikaya noter aracılığıyla üye olabiliyor ve bunun için bütçelerini zorlayacak bir ücret ödemek zorunda kalıyorlardı. daha fenası, noterler, işverenlere haber uçuruyordu genellikle. e-devletten üye olmak ise öyle değil.

nitekim flormar’da da çoğunluk sağlanınca yani toplu iş sözleşmesi için yetki doğduğunda haberi olmuş işverenin. psikolojik baskı yapmaya başlamış, "vazgeçin, yaptığınız yasal değil," diye. oysa malum, sendikaya üye olmak ve toplu iş sözleşmesi yasal ama sendikalı oldukları için işçileri işten çıkarmak yasal değil. o yüzden, başka bahanelerle atmaya başlamış işçileri; böyle durumlarda müdürler hemen "performans düşüklüğü"ne başvurur, flormar’da da böyle olmuş.

yine müdürler senede bir otelde toplantı yapar, yeni mağazalar açtıklarını, nasıl büyüdüklerini anlatırlarmış. ama iş ücretlere zam yapmaya gelince, bütçenin kısıtlı olduğunu söyleyen de yine onlar olurmuş.

burada bir parantez açıp şunu hatırlatmak istiyorum, kapitalizm, kabaca sermayenin egemenliği olarak tanımlanabilir ama kapitalizm patrondan ibaret değil, müdür de parçası ve bir gün tarihin çöplüğüne atılacak.  o yüzden sendikada, sivil toplum kuruluşunda, siyasal örgütte müdürlük eden biriyle karşılaştığınızda bunu hatırlamanızı rica edeceğim.

bu güzel hikâyenin devamını bir başka grevci anlatsın. "gece vardiyasından çıkartıldı, bahçede toplantı var, dediler, bir indik aşağıya, toplantı falan yok. arkadaşlarımız bahçede, bizi de ruj bölümüne kapattılar, arkadaşlarımızın yanına gidemeyelim diye. sonra çıkışımızı verdiler, 25. maddeden atıyorlar, o yüzden tazminat falan da yok. bizi çıkartmak için çevik kuvvet getirdiler!" ve devam ediyor; "inanıyoruz, güveniyoruz, inşallah sendikalı olarak işyerine geri döneceğiz."

onun da sesinden neşe taşıyor, "sendika çok destek oldu bize," diyor. evli, iki çocuğu var. çocuklar büyüyünce çalışmaya karar vermiş, burası ilk işyeri. "özellikle kızım çok istedi çalışmamı," diyor, "anne, bütün arkadaşlarımın anneleri çalışıyor, sen de çalış, dedi." iki sene bile olmamış daha başlayalı. haftada beş gün, günde on saat çalışmaktan şikayetçi o da. bir de cumartesi günleri zorunlu mesai yapmaktan. eşi de işçi ve sendikalı. onun da sendikalı olmasına çok destek olmuş, işten atıldığını öğrenince de, "sağlık olsun," demiş. "milletvekilleri, kadın kolları olsun, bir sürü şehirde eylemler yaptılar, çok teşekkürler onlara, yaşamadığımız duygular yaşattılar bize," diyor; "özgüven geldi bize, kadın olarak da daha çok haklarımızın olduğunu anladık. eskiden acabalar olurdu kafamızda, gördük ki isteyen yapabiliyor."

yine petrol-iş’in 2006-2007 yıllarında, antalya serbest bölgesi’ndeki, kadınların çalıştığı novamed fabrikasında yürüttüğü greve feminist gruplar büyük destek vermiş ve grevin kaderini değiştirmişlerdi. flormar’daki grevle ilgili de benzer bir çalışma yürütülüyor. feminist kadınlar greve bir ziyaret gerçekleştirdi. bunu da sordum.

"feministleri duymuştum da ilk kez gördüm," dedi biri; "biliyorsunuz, feministler biraz erkek düşmanı." (hayır, sevgili okur, neden itiraz edeyim ki.) "ben bunu biliyordum da erkek arkadaşlarımız pek bilmiyordu, biraz geri çekildiler ama onlara saygı duydular. bu ürünleri bayanlar kullanıyor, biz bir şeyi yapmak istersek yaparız. birbirimizin elinden tutarsak her şeyi yaparız. iktidar, ‘iki sendikaya bile üye olabilirsiniz,’ demişti, birine bile üye olduğumuz zaman kapının önüne koydular bizi!"

türkiye’de 95 kadın ve lgbti+ örgütü flormar ve yves rocher ürünlerinin boykot etmesi için çağrıda bulundu. flormar mağazalarının önünde gösteriler yapıldı, avrupa’ın birçok yerinde, flormar’ın asıl sahibi olan yves rocher mağazalarının önünde eylemler düzenlendi. ayrıca  21 haziran perşembe günü saat 13.00'den itibaren de flormar işçilerinin "sendikalı olarak, ücretleri iyileştirilerek ve çalıştıkları fabrikada işçi sağlığı, iş güvenliği konusunda adımlar atılmış olarak" geri dönmesi yönündeki taleplerini desteklemek için + 90 262 751 02 91’e faks ve [email protected]; [email protected]; [email protected] adreslerine mail atılması için çağrı yapıldı.

bu ürünleri ağırlıklı olarak kadınlar kullanıyor ama kozmetiğin, bakımın kadınlarla özdeşleştirilmesi, çünkü güzel olmak zorunda olanın kadınlar olması da patriyarkanın sonuçlarından biri. bu direnişle ilgili, sosyal medyada, "flormar değil direniş güzelleştirir" diye bir etiket vardı. kadın erkek herkesin başını kaldırınca daha çekici olduğuna ben de şahidim ama, hep güzelleri tercih edip süslenme karşıtı söylemleri dillerinden düşürmeyenlerin ikiyüzlülüğünü de görmek gerek.

konuştuğum iki grevci de makyaj yapıyor ama ikisi de flormar ürünlerini kullanmıyor: "yves rocher’yi asgari ücretle zaten nasıl kullanacaksın?"

asgari ücret hem sofraya hem sinemaya hem kitaba hem ruja yetsin, kimse ekmeği için ölmesin, ölümüne çalışmasın. en azından şimdilik bunu diyoruz, çok şey mi istiyoruz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi