Metin Yeğin
Gerçek ve sahte
Guatemala'nın kenar mahallelerinde URNG-Maiz merkez ofisini ararken, en az 20 kişiye sorduktan sonra, biri telefon rehberine bakmamı önerdi. Bir radyo ve vantilatör tamircisine girip baktım. İçi açılmış radyolar ve pervaneleri sağa sola dağılmış vantilatör dolu bir dükkandı. Kilitli, demir parmaklıklı bir kapıydı. Bozuk radyolar ve sökülmüş vantilatör pervanelerinin çok değerli olduğu izlenimi veriyordu kapı.
Rehberi önüme bırakıp gitti adam. Bizim sarı sayfalardı. -Özelleştirmenin ilk adımıdır bütün ülkelerde telefon rehberi, sarı sayfalar. Sonra, hayat da ona döner. Ne kadar paran varsa, o kadar görünürsün. O kadar var olursun.- Güçlükle buldum. Küçük harflerle ‘urng’ yazıyordu. Oradaki müşterilerden biri, benim için telefon etti. Elinde kanadı kırık bir pervane vardı. Onu elinden bırakmadan adresi bir kağıda yazdı. Kağıda biraz yağ bulaştı ama okunuyordu.
Parlamentodaki polis yanlış tarif etmişti. URNG’nin o mahallede olmadığını anlamıştım zaten. Lüks bir mahalleydi. Her kapının önünde, pompalı tüfeklerle özel güvenlik görevlileri duruyorlardı. Bir otomobil galerisinde, bir McDonalds'da, benzin istasyonunda ya da herhangi bir yerde hatta sadece tişört, kazak satan bir yerin kapısında bile vardı. Spor ayakkabı satan yerin kapısında, iki tane duruyordu.
Oranın soyguncular tarafından basılıp, ayakkabıları giydiklerini hayal ettim ve sonra polislerin sokakta şüpheli, mesela Nike giyenleri topladıklarını. Bir dilenci vardı bir ilerdeki sokakta, sağ bacağını çıkarıp yanına koymuştu. Kalçadan itibaren yapılmış kötü plastikten bir protez bacaktı. Nike vardı ayağında adamın ve protez bacakta da. Sahte olduğunu düşündüm Nike’ın, protez bacak gerçekti.
Yoksullar da yoksullardan korunuyorlardı. Onlara da adresi sormuştum. Tepkilerini merak ediyordum. Eski bir gerilla örgütünü sormam, bir şey değiştirmedi onlarda. Paramiliter olamayacak kadar yoksuldular. Otomobil galerisinde, pompalı tüfekli altı bekçi vardı. Çok ciddiydiler. Siyah şapka, siyah pantolon ve siyah tişört giymişlerdi. Siyahı lekeliyorlardı. İçlerindeki tişörtleri lime lime olmuştu. Neden korudukları, otomobil galerisini soymadıklarını merak ettim ama benzin depoları dolu olmalıydı arabaların…
İki belediye otobüsü, yedi adres sorma ve üç yolcu muhabbetiyle vardım. –Otobüsler mümkün olduğu kadar insan sığdırılması için düzenlenmeye çalışılmıştı. Her koltuk arası sadece ve belki bir bacak alabiliyordu. Eski Amerikan filmlerinde gördüğünüz, eski okul otobüsleriydi. Bazılarının arka tepesindeki ‘School Buss’ yazısı hala duruyordu. Rengarenk bir dış cephesi, dışarıda duran herkesi otobüse almaya çalışan, sürekli kapıdan sarkan muavinleri vardı. Otobüs durmadan aşağı atlayıp, aynı yönde koşarak düşmeden ayakta kalıyor, sonra koşarak, otobüsü yakalıyorlardı.
Bir koltuk sırasına üç kişi oturuyordu. Otobüsün koridorundan geçerken, sıranın kenarında oturanlar, ayağa kalkmak zorunda kalıyorlardı. Denizi yarıyor gibi yürüyordum. Sanki köy kahvesinde saygıyla ayağa kalkar gibiydiler ya da Musa’nın, halk otobüsü haliydi adeta ve yoksul bir deniz…
Böyle kalsın bu yazı, barış da böyle kalmış, yarım yamalak…
Metin Yeğin kimdir?
Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...