Celal Başlangıç
Gezi ruhu ayaklandı; tek adam rejimi çöktü
31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde özellikle İstanbul’u kaybetme korkusuyla yaşadıkları panik ve telaş AKP’ye çok büyük hatalar yaptırdı.
Nereye koştuğu anlaşılamayan kafası kesik tavuk gibi öyle zigzaglar çizdiler ki, sonunda "beka"dan girip "Bekaa"dan çıktılar.
Son yılların en uzun "seçim takvimi"ni yaşadık. 1 Ocak 2019’da girdiğimiz "seçim takvimi" tam altı ay sürdü.
Kimler yoktu ki bu süreçte! Tarihten, coğrafyadan aklınıza ne gelirse hepsi bir aktör olarak yer aldı 31 Mart ve 23 Haziran süreçlerinde.
"Beka" söylemi üzerinden Suriye Kürtleri…
PKK/PYD, Kandil, "FETÖ", DHKP-C…
İmamoğlu üzerinden Pontus, Kostantinapol… AKP’lilerin ayaklanan ittihatçı duygularıyla Topal Osman…
Mısır’ın darbeci generali Sisi… Devrik lideri Mursi…
Hem Abdullah Öcalan, AKP’ye o da yetmedi kardeşi Osman Öcalan…
Sonuçta AKP çok ağır bir hezimete uğradı İstanbul’da.
Ne diyordu Erdoğan; "İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz."
O zaman açıkça yazalım; İstanbul’da Erdoğan kaybetti, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi çöktü!
Bunu biz söylemiyoruz, Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı Devlet Bahçeli 23 Haziran seçimlerinden tam sekiz ay önce söylemişti.
Aynen şöyle demişti Bahçeli:
"Yerel seçimlerde alınacak sonuç Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin oturması ve yürümesi açısından çok önemli. Alınacak kötü sonuç her şeyi ters yüz edebilir. Özellikle üç büyük şehir çok önemli. Buralarda HDP, CHP ve diğer partiler destek verip yerel yönetimleri kazanabilir. Bu olduğu takdirde daha o gece bu sistemin meşruiyetini tartışmaya açarlar. Bu da içinde bulunduğumuz şu geçiş döneminin altüst olması demektir. Bu seçimde Güneydoğu’da alınacak oylar çok önemli. Orada 101 belediyeye kayyım atandı. Şimdi o parti oralarda yine kazanırsa bu çok kötü olur. Çıkarlar, bunu plebisit gibi sunarlar."
Bahçeli’nin saydığı bütün olumsuz koşullar iki etaplı yerel seçimde tümüyle gerçekleşti.
Özellikle üç büyük şehirde muhalefetin kazanması durumunda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin meşruiyetinin tartışmaya açılacağını söylemişti Bahçeli.
İzmir’i zaten alması beklenmiyordu AKP’nin. İlk etapta Ankara’yı kaybetti. İkinci etapta İstanbul’da ağır bir yenilgiye uğradı.
"Alınacak kötü sonuç her şeyi ters yüz edebilir" diyordu Bahçeli; evet İstanbul’da Cumhur İttifakı’nın aldığı büyük hezimet her şeyi ters yüz etti.
Sadece Ankara ve İstanbul’u değil; Mersin’i, Adana’yı, Antalya’yı hatta Bolu’yu bile kaybettiler.
HDP, kayyım atanan belediyelerin büyük bölümünü geri alarak "Bahçeli’nin plebisiti"nden zaferle çıktı.
Yani Bahçeli’nin gerek Cumhur İttifakı gerekse de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için bütün korktukları fazlasıyla başlarına geldi.
"Öcalan’dan mesaj getirme" numarası çok kötü yazılmış bir senaryoydu ve aktörleri de çok acemiydi. Tutmadı…
Bu oyunu oynayanlar çaresizlikten Öcalan’ın gönderdiği mesajı Kürtlerin nasıl okuyacağını bile kavramamışlardı.
Öcalan’ın gönderdiği ya da göndermek durumunda kaldığı mesajında, "Demokratik İttifakın önemi ve tarihsel anlamı mevcut ikilemlere kendini angaje etmemesi ve şimdiye kadar olduğu gibi seçimlerdeki tarafsız çizgisinde ısrar etmesidir" diyordu.
Bu tezgahı kuranlar herhalde mesajın "seçimlerdeki tarafsız çizgisinde ısrar etmesidir" bölümüne bakarak hiç değilse Öcalan aracılığıyla HDP seçmenini sandıktan uzak tutmaya, sandığa gitmemelerini sağlamaya yeterli sandılar. Ancak o sözlerin önünde başka bir belirleme daha vardı; "…şimdiye kadar olduğu gibi…"
Bir evvelki İstanbul seçiminde de HDP seçmeni sandık başına gitmiş ve CHP adayına oy vermişti.
Onlar da bu mesaj üzerine sandığa daha fazla gittiler ve "şimdiye kadar olduğu gibi" İmamoğlu’na bastılar mührü.
Öcalan’ın mesajı üzerinden oluşturulmak istenen algı operasyonu tutmamıştı.
Daha önce Kürt seçmeni tavlamak için Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’a gidip "Kürdistan", "Pe Ke Ke" demesi de sadece güldürmüştü insanları.
Zaten, devlet eliyle Öcalan’ın mesajı kamuoyuna açıklandığı gün üç aydır İstanbul’da seçim çalışmaları yürüten İçişleri Bakanı Süleyman Soylu rakiplerini "Kandil’den Saraçhane’ye tünel kazacaklar" diye suçluyordu. Meğer o sırada kendileri İmralı’dan İstanbul’a düzmece bir tünel kazmanın peşindeymişler.
Örgütten yıllar önce uzaklaştırılmıştı Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman. Irak Kürdistanı'nda yaşıyordu. Türkiye Cumhuriyeti kırmızı bültenle arıyordu.
Devletin kırmızı bültenle aradığı Osman Öcalan’ı devletin televizyonuna çıkartıp CHP adayı İmamoğlu’nu kötülemesi için mikrofon tutmaları, AKP’nin düştüğü çaresizlik çukurunun derinliğini gösteriyordu.
Ancak hakkını vermek gerekir ki gerek 31 Mart öncesi gerekse de sonrasında uyguladığı "stratejik oy" söylemiyle iki seçim sürecinde de çok başarılı bir performans gösterdi HDP yönetimi.
Kazanacakları yerlerde adaylarını çıkardılar, kazanma ihtimali olmayan yerlerde de kimin kazanacağını belirleyen parti olmayı bildiler.
İstanbul’da noktalanan iki etaplı yerel seçim sürecinin en büyük kaybedeni Erdoğan’dır.
Onca yalan söyleyen, gerçekleri gizleyen, kara propaganda yapan Saray medyası da bu seçimin en büyük kaybedenlerinin başında geliyor. Çünkü artık hiçbir etkilerinin olmadığı, masa başında ürettikleri "imalat yalanlara" kendi yandaşlarını bile inandıramadığı ortaya çıktı.
Dün İstanbullular kazandıkları zaferi kutlarken sırtına İmamoğlu’nun posterini bağlamış, bir eliyle bozkurt işareti yapan ülkücü aynı zamanda hemen önünde halay çeken Kürtlere tempo tutarak eşlik ediyordu; aynen Gezi isyanında olduğu gibi…
İstanbul seçimlerinde Erdoğan, Gezi ruhuna karşı hezimete uğramıştır.
Erdoğan’ın uğradığı bu yenilgiden bir gün sonra Silivri’de Gezi davasının başlaması ve Osman Kavala ile arkadaşlarının ilk kez hakim karşısına çıkması da eğer başka bir hesap yoksa kaderin cilvesi olsa gerek!
İstanbul’da Gezi ruhuyla atılan bu tokadın sesi dalga dalga Anadolu’ya yayılacak; tıpkı şu anda içinde bulunduğumuz ekonomik kriz gibi.
Artık Erdoğan iktidarının sarsılma, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin çöküş süreci başlamıştır.