İrfan Aktan
Gidiyor gelmekte olan
Fotoğraf: Kılıçdaroğlu, CHP'nin kedisi Şero ile birlikte
"Ne zaman CHP bahsi açılsa aklımıza ‘Kafka’nın kedisi’ gelir, ‘Melezleme’ öyküsündeki kedi: ‘Acayip bir hayvanım var, yarı kedi, yarı kuzu. Öbür eşyalarla babamdan miras kaldı. Eskiden kediden çok kuzuya benziyordu, şimdi her ikisini de eşit ölçüde andırıyor. Başı ve pençeleriyle bir kedi, iriliği ve gövde biçimiyle kuzu. Kediden kaçıyor, kuzu gördü mü de saldırmaya kalkıyor. Hayvanın içinde iki türlü tedirginlik var; bir kedinin ve bir kuzunun tedirginliği…’
Kafka’nın kedisini Cemal Süreya’nın tarifiyle düşünmekte fayda var: ‘Kedi, utangaç kaplandır.’ CHP de öyle, yarısı kuzuysa, yarısı da ‘utangaç kaplan’. Kuzuluğu sosyal demokratlığı, kediliği milliyetçiliği. ‘İçinde iki türlü tedirginlik var’ yani. Hem her iki vasfının doğası gereği, hem de birbirleriyle çatışan kimlikleri barındırdığı için."
Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçtiği Mayıs 2010’dan sonra kaleme alınan Express dergisinin Ekim 2010 tarihli sayısının editör yazısı, muhtemelen gelmiş geçmiş en iyi, aradan 12 yıl geçtiği halde hâlâ bugün yazılmış kadar da güncel CHP analizi.
"UTANGAÇ KAPLANI" BİZZAT KILIÇDAROĞLU UYANDIRDI
Sadece girizgâhını naklettiğimiz yazı beş-altı yıl önce bugünkü kadar güncel olamazdı. Zira "Gandhi Kemal" başına geçtikten bir süre sonra CHP’nin içindeki "kuzu", "utangaç kaplanı" önemli ölçüde bastırdı. "Kedinin içindeki kuzu" galebe çalınca partideki ulusalcı-milliyetçi kanadın bir kısmı peyderpey partiden ayrıldı. Geri kalan kesim ise yarı uykulu bir halde sıranın kendisine gelmesini bekledi.
CHP içindeki son büyük kopuş, "utangaç kaplanı" uyandırma vaadiyle öne çıkan ama partinin başına geçme çabalarında muvaffak olamayan Muharrem İnce’nin ayrılışıyla gerçekleşti.
Fakat Kılıçdaroğlu ve çevresindeki sosyal demokratların, yahut "kuzuların" bastırdığı "utangaç kaplan" şimdilerde yine CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı bileşenlerinde, esas olarak da İYİ Parti’de vücut bulmuş görünüyor.
Üstelik bu "utangaç kaplanı" da 22 Nisan 2018’de 15 milletvekilini istifa ettirip TBMM’de İYİ Parti’nin grup kurmasını ve seçimlere katılmasını sağlayarak bizzat Kılıçdaroğlu uyandırdı.
KILIÇDAROĞLU "UTANGAÇ KAPLANDAN" KORKMASA…
Daha şimdilerde, hem İYİ Parti hem de Bolu Belediye reisi gibi unsurlar üzerinden "utancından" sıyrılan "kaplanın" iktidar değişimiyle birlikte kuzuya saldırmaya başlayacağına dair genel kanaat, Kürtler açısından neredeyse hayat-memat meselesi.
Kılıçdaroğlu’nun bunu anlamak için Diyarbakır’a gitmesi, Kürtlerin taleplerini dinleyip notlar alması da gerekmiyor. Her ne kadar kendisi pek sahip çıkmasa da Dersimli Alevi-Kürt kimliğiyle Kılıçdaroğlu zaten Kürt meselesini de, Kürtlerin kaygılarının kaynağını da yakinen biliyor.
Üstelik Kılıçdaroğlu kendi "kuzuluğundan", yahut karşısındaki "utangaç kaplandan" korkmasa Kürt meselesinin barışçıl, demokratik çözümü için "elinden geleni" yapabilir de. Fakat "benim adım Hıdır, elimden gelen budur" diyeceği zamanın çok uzakta görünmediğini bizzat kendisi hissettiriyor.
Çünkü Kılıçdaroğlu’nun iki elinden biri "kaplanın" elinde. Onun etki sahasındaki CHP "kediden kaçıyor" ama Millet İttifakı’ndaki "utangaç kaplan" daha şimdiden "kuzu gördü mü saldırmaya kalkıyor."
Daha önce nakletmiştik, 24 Ocak’ta Ali Babacan’la yaptığı ortak açıklamada Kılıçdaroğlu "demokrasinin Diyarbakır'dan geçer" deyince, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı tarafından şu sözlerle uyarılmıştı: "Demokrasi ülkeye Diyarbakır'dan gelecektir diyenlerin ve bize çözüm sürecini, devamında da 1212 şehidimiz ile acıyı yaşatanların yaptıkları ortadadır!’’
AŞILMAMASI GEREKEN ÇİZGİYİ ÇİZECEK EL, KILIÇDAROĞLU’NUN ELİNDE DEĞİL
Sadece İYİ Parti değil, CHP’nin bizzat içinde, şimdilerde Bolu Belediyesi reisinin şahsında görünür olmaya başlayan "utangaç kaplan" da uyanma emareleri gösteriyor. Bununla birlikte Kılıçdaroğlu daha kendi belediye reisine bile aşamayacağı çizgiyi gösteremiyor. Çünkü "kuzuya saldıran kediye" aşmaması gereken çizgiyi çizecek el, Kılıçdaroğlu’nun elinde değil!
9 Mart akşamı Diyarbakır’a giden Kılıçdaroğlu, ertesi gün ilk görüşmesini 11 kadınla gerçekleştirdi. O kadınlardan biri olan hukukçu ve Artı Gerçek yazarı Nurcan Kaya yaptığımız görüşmede şöyle diyordu: "Kılıçdaroğlu Kürt meselesi konusunda bir çerçeveyle gelmişti. O çerçeveyi savunurken gayet net ve kararlıydı. Ama çerçevenin kendisi son derece dardı." Kaya’nın Kılıçdaroğlu’yla görüşmeye dair yazısına da bakınız.
Kılıçdaroğlu "çözüm" konusunda kararlı olsa da, sunduğu çözüm çerçevesinin kendisi "utangaç kaplanın" korkusuyla çizilmiş ve Kürtlerin asgari taleplerinin bile sığamayacağı darlıkta görünüyor. (Kılıçdaroğlu’nun "vaatlerini" tek tek nakletmeyelim, özeti şurada:)
CHP ÇÖZÜM KAPISINI GÖSTERİYOR AMA ÖTESİNDEN BAHSETMİYOR
Akademisyen Cuma Çiçek’in, Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır seyahati üzerine sorduğu isabetli soruları hatırlayalım: "CHP’nin çözüm kapısını gösteren ama kapıdan ötesinden de bahsetmeyen bir pozisyonu var. Çözeceğim diyor ama nasıl çözecek? Kürtlerin somut talepleri var. Ana dilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kendisini yönetme, maddi kaynaklarını yönetme gibi. Ankara’da merkezi yönetime dahil olma gibi talepleri var. Silah meselesi var, şiddeti nasıl çözecek CHP? Rojava meselesinde pozisyonu ne? Kürt meselesinin jeopolitik dinamikleri var, IKBY ile nasıl bir ilişki öngörüyor? Tutuklu insanlar var, bir o kadar da yurt dışında var. Kürt meselesinde gelecek inşa edici, siyasal ve toplumsal talepler var. Bölge’nin 1932’den bu yana bir geri bırakılmışlığı var, bir kaynak bölüşümü sorunu var. Kaynaklar nasıl adil bölüşülecek? Bu eşitsiz kaynak dağılımının giderilmesine dair CHP’nin pozisyonu ne? Bu sadece tarımı destekleyerek olacak bir iş değil. Daha kapsamlı, bölgesel bir kalkınma, gelişme yeniden kaynak bölüşümü meselesi var. Meselenin ağır boyutları var."
Cuma Çiçek’in soruları bunlarla sınırlı değil. Detaylar şurada.
İSLAMCI-TÜRKÇÜ SAĞ MUHALEFET KILIÇDAROĞLU’NUN "TEMİZ SURETİNİ" KULLANIYOR
Eğer her şey yolunda giderse, AKP-MHP’nin yerini Millet İttifakı iktidarının alması kuvvetle muhtemel. Ve bu ittifak bileşenlerinin üçünün (Gelecek, Deva, Saadet) ideolojik olarak AKP’nin, İYİ Parti’nin de MHP’nin muhalefet kıyafeti giymiş, lekeli sureti olduğunu biliyoruz. Fakat Millet İttifakı içinde yer alan CHP hariç İslamcı-Türkçü beş parti, "yeni" görünmek için Kılıçdaroğlu’nun "temiz suretini" maske olarak kullanıp kendi suretlerindeki lekeleri gizlemeyi başarıyor.
The Economist geçen hafta Kılıçdaroğlu'nu manşetine taşıyarak "İttifak henüz Cumhurbaşkanı adayını açıklamadı. Ancak tüm oklar Kılıçdaroğlu’nu işaret ediyor" diye yazarken, bir nevi malumu ilam ediyordu.
"Kuzunun" suretini kullanarak AKP-MHP sonrasında iktidara geri dönmek isteyen İslamcı-Türkçü siyaset, "parlamenter sisteme geçiş sürecinde" mevcut yetkileri kullanmayacağını vaat edecek bir Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığına itiraz etmez. Zira onlar açısından asıl hedef, sembolik bir makama dönüştürülecek olan Cumhurbaşkanlığı değil, ülkenin yönetimini ele alacakları esas icra makamları; mesela başbakanlık.
KILIÇDAROĞLU’NUN ELİ OLMASA, SAĞ MUHALEFET İTİBAR VE MEŞRUİYET KRİZİNİ AŞAMAZDI
Üstelik başbakanlık makamı daha şimdiden Akşener’e rezerve edilmiş durumda. (Kılıçdaroğlu: Başbakan adayımız da var, Meral Akşener ‘Talibim’ dedi.)
Kılıçdaroğlu "geliyor gelmekte olan" derken, mevcut iktidarın yerine bambaşka bir Türkiye tahayyülünde bulunan, köklü bir demokratik dönüşümü hedefleyen bir iktidarı müjdeliyor ama buna dayanak olarak, zihniyeti zaten iktidarda olan ve fakat bir şekilde iktidardan dıştalanmış sağ muhalefeti işaret ediyor. O halde "gidiyor gelmekte olan" demek yanlış olmaz. Zira gidecek olan köklü bir dönüşüm şansı.
Oysa Kılıçdaroğlu’nun eli olmasa, AKP-MHP’den ayrılmış sağ muhalefetin itibar ve meşruiyet krizini aşacak, tekrar iktidara namzet olacak hali yoktu.
Örneğin eski AKP kurmayı, yeni Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün, Eylül 2019’da yaptığımız söyleşide, iktidara gelebileceklerini tahayyül bile etmiyor ve şöyle diyordu: "Sıfırdan başlamaya razıyız. Yüzde kaç oy alacağımıza, ne zaman iktidara geleceğimize bakmıyoruz."
"BAŞBAKAN" AKŞENER NEDEN ESKİ AMİRİ ÇİLLER’İN ÜSTÜN DENEYİMLERİNDEN FAYDALANMAK İSTEMESİN?
Öte yandan aslında bu yazıya "gidiyor gelmekte olan, dönüyor gitmiş olan" diye de başlık atabilirdik. Zira 1990’ların felaket uygulayıcısı, şimdinin başbakan namzeti ve Meral Akşener’in amiri eski başbakan Tansu Çiller de sahneye sürülüyor. Çiller’in siyaset sahnesine dönüşünü sadece Erdoğan’ın bir hamlesi olarak okumak doğru değil.
Akşener neden başbakanlık koltuğuna oturduğunda, şu sıralar yeni bir partiyle arz-ı endem etmeye hazırlanan Çiller’in üstün deneyimlerinden faydalanmak istemesin? Akşener’in bunu yapmayacağına dair herhangi bir beyanatı, taahhüdü var mı?
Sağın ülke yönetimini yeniden devraldığı, Kılıçdaroğlu’nun ise "geçiş sürecinde" kullanmamayı vaat edeceği cumhurbaşkanlığı makamında yeni bir Ahmet Necdet Sezer olması en azından Kürtler açısından yeni bir karanlığın habercisi.
HADİ HALAY ÇEKELİM!
Yazının başında naklettiğimiz Express dergisinin editör yazısına ve derginin kapağına "hadi halay çekelim" başlığı atılmıştı. Bu cümleyi 2010 yazında Kılıçdaroğlu’yla karşılaşan grevdeki Ömer Sert isimli bir itfaiye işçisi nakletmişti: "Kılıçdaroğlu geldi, ‘biz işçinin yanındayız’ filan dedi. Çıktım dedim ki: ‘Madem öyle, Kadıköy belediyesinin, Sarıyer belediyesinin işten çıkardığı işçilere, İzmir’de işten çıkardığı Kent AŞ işçilerine ne diyorsunuz?’ ‘Ee’ dedi, ‘hadi halay çekelim’, sonra da gitti."
Kılıçdaroğlu 9 Mart’ta gittiği Diyarbakır’da kadınları, STK’ları dinledi, seslerine hiç de yabancı olmadığı dengbêjlere kulak kesildi. Fakat Nurcan Kaya’nın da aktardığı gibi kendisine yönelik pek çok soruyu yanıtsız bıraktı ve nihayetinde 12 yıl sonra bu sefer de Kürtlere, "Ee… hadi halay çekelim" deyip döndü.
YALNIZ İKİ DÜŞMAN BULUNMUYOR, BİR DE KENDİSİ VAR
Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geldiği günden beri sadece sorunları çözmeyi istemekle yetindi ama "ağzımızın tadı bozulmasın" diye, yahut "kedinin içindeki kaplanı uyandırma korkusuyla" çözümün engebeli yollarında yürümekten imtina etti. Ama bu "idareci" pozisyon CHP’deki "utangaç kaplanı" egemen kılıp "kuzunun" iktidara gelmesini de engelleyebilir. Yani Kılıçdaroğlu’nun karşısında sadece AKP-MHP ve diğer milliyetçi-İslamcı güçler yok, bizzat kendisi de var.
Express’in bahse konu yazısında yapıldığı gibi, Kafka’nın "O" öyküsüyle sözü bağlayalım:
"İki düşman var: birincisi geriden, ilk çıkış yerinden onu sıkıştırıyor; ikincisi yolunda duruyor, ileriye doğru yürümesini engelliyor. İkisiyle de savaşıyor. İkincisiyle savaşırken birincisinden destek görüyor, çünkü birincisi ilerilere itmek istiyor onu. Ama bu, ancak kuramsal bakımdan böyle, çünkü ortada yalnız iki düşman bulunmuyor, bir de kendisi var. Kendisinin ne niyetler beslediğini kim bilebilir?