Ceren Gündoğan

Ceren Gündoğan

Gılgamış

Mesut Arslan’ın yönettiği Gılgamış naylon, plastik, lateks ve muşambanın etkin kullanımıyla, sahnelemede dekorun, metnin kendisi kadar önemli olduğunu gösteren yaratıcı bir örnek.

Ölüm bana sırıtarak gel, ölümü öp ne olur
Yüzünde o tanıdık riyakârlık
Çünkü nice dost dediklerim, sarılıp öptüklerim
Suratlarında aynı eda ve sahtekârlık

Elbette haksın, haktan gelirsin
Kimi gördük ki dünyaya kazık kakmış da kalmış
Heykelin bile dikilse sen öldükten sonra
Bakarsın tepene kuşlar kakalmış

Cahar atıp şeş oynasam gene yenersin beni
Ölüm bana gülerek gel ne olur
Sırtımdan vurdurma beni, alnıma sık kurşunu
Karşıma geç, yüzüme bak ve öttür baykuşunu

Beni sordun mu ölüm ikiz kardeşin doğuma
Bağlayan ne çözen ne hayat denen düğümü
Kimi havyar yerken kimi soğan cücüğünü
Üç beş arşın beze sarar öyle gidersin

Cem Karaca – Ölüm

Yaş aralığı çeşitli arkadaş grubumuzda yıllar önce eğlencesine başlayan “ben ölünce cenazemi şu şarkıyla kaldırın” muhabbeti, birbirimize daha çok sevdiğimiz başka bir şarkıyı göndermekle ve vasiyetleri güncellemekle bir süre devam etti. Derken sıkıldık, ölebilirliğinin farkında olmaktan, ölüme neşeyle bakmaya çalışmaktan. Sonunda birimiz, “kimsesizler mezarlığına bırakın beni, bitsin gitsin bu iş. Şarkı markı da yok” dedi, eğlence bitti.

Geçenlerde aynı arkadaşım bir tanıdığının iki bin dolara yaptırdığı hastalıklara olan genetik yatkınlığı ve ileride ne hastası olacağını ölçen bir testten bahsetti. Testi yaptıran tanıdığı, sağlıklı, sıkıntısı olmayan biriyken test sonucundaki Alzheimer tanısı ile üzüntüden kendini yiyip bitirmiş. Merak ettiğim şeyse şu oldu: Bu bilgiyle ne yapılabilir ki? Öleceğimizi bilmenin sancısına bir de nasıl öleceğimizi bilmenin kaygısı yaşantının akışına çomak sokmak değil mi?

YENİ BİR SAHNE KONSEPTİ

Tarihte bilinen ilk yazılı (MÖ 2100) eser, Sümerce ve Akadça yazılmış Gılgamış Destanı da yarı tanrı yarı insan Gılgamış’ın ölümsüz olma arzusunu anlatıyor. Yani konu insan varlığı kadar eski, insan durdukça da güncel.

Brüksel’deki KVS tiyatrosunda çalışmalarını sürdüren yönetmen Mesut Arslan’ın, Mesut Alp’in yazdığı Gılgamış metnini aksiyona yönelik biçimde tasarlayıp yönettiği Gılgamış’ı DasDas Uluslararası İO Tiyatro Festivali kapsamında izledim. Şu sıralar kadük kalmış kendi oyunculuk güdümün abartısı da olabilir ama bir seyirci olarak oynadım da diyebilirim… Bunun nedeni, oyuncularla seyircinin iç içe bir uzamda buluştuğu, seyircinin de aksiyona katıldığı, Gılgamış’ın tebaası rolünde diyebileceğimiz bir kurguda olmamız. Seyircinin oyuncuların sorularıyla aktifleştiği, oyuna dahil olduğu yapımlar var. Fakat zannediyorum ilk kez seyirci koltuğu olmayan, seyircinin de rolünün olduğu, fiziksel olarak da aksiyona katıldığı bir oyun izledim.

Gök tanrısı Anu, halkına acımasız davrandığı için kızdığı Uruk kralı Gılgamış’ı öldürmesi için Enkidu’yu onun üzerine salar. Gılgamış, Enkidu’yu alt eder ve en yakın arkadaşı olur. Enkidu’nun ölümü sonrasında yaşadığı acı iki taraflıdır. En yakın arkadaşı, kardeşi, her şeyi Enkidu’nun artık varlık olarak yanında olmayacağına duyduğu acı. Diğeri de Enkidu’nun ölümüyle kendisinin de ölebilirliğini idrak etmesiyle yaşadığı acı.

NAYLON DÜNYA ORGANİK ACI

Muhteşem dinamizmleriyle Gılgamış’ı Derya Alabora, Enkidu’yu Layla Önlen oynuyor. Naylon, plastik, lateks ve muşambanın etkin kullanımıyla malzemenin araçsallaştığı, sahnelemede dekorun, metnin kendisi kadar önemli olduğuna yaratıcı bir örnek Gılgamış. İki kadın oyuncunun tanrı-kral rollerini oynamalarıysa her şeyin mümkün olduğu ahir zamanlara atıfla; neden olmasın?

Fuayede, seyircinin peşine takıldığı büyük, şeffaf, tekerlekli kutular oyun alanına ilerler. Kutuların içinde infleuncer iki genç kadın cep telefonlarıyla tüm oyun boyunca takipçilerine canlı yayın açar. Gökten, naylondan kozası içinde çok dilli mırıltısıyla Enkidu iner. Gılgamış’ı takdim eder, bu tuhaf, komik ikili eski bir destanı boşluklar bırakarak bize gösterir. Şeffaflığı tüm bir oyunun yüzeyi gibi düşündürten bir etki de absürdü vurgularken oyuncuların konforunu da sağladığı belli kostümler. Kostüm konsept ve tasarımı Elif Korkmaz’a ait.

Son sahnede, Fırat Nehri’ne gömülmek isteyen Gılgamış’a bu arzusunu yerine getirmede seyirci destek olur. Pet su şişeleri, dişlenmiş elmalarla dolu büyük bir naylonun altındadır Gılgamış, Enkidu ile yan yanadırlar. Naylonu tutan seyirci, dalgaları yaratır, elmalar ve plastikler suyla birlikte salınır. Bir o yana bir bu yana… Tufan kopar, döngü başa sarar. Oyundan çıkışta aklımda tek bir soru vardı.

Evrimleşmeyen tek duygu mudur acı?


Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL'de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım'da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV'de Artı Sahne programı sürdürüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ceren Gündoğan Arşivi