Göçmen Emeği ve Sosyalizm

Son yıllarda ırkçı-faşist sağdan yükselen ve giderek burjuva siyasetin merkezine oturan göçmen düşmanlığı, kapitalistlerin elinde basit bir oyuncaktan ibarettir. Özdağ ne kadar çok bağırırsa, göçmen emeği o denli kırılgan, güvencesiz ve zayıf hale gelir.

Kayseri’de yaşanan, Suriyelilere yönelik pogrom (linç ve kıyım) Türkiye’de göçmen emeği meselesini tüm gücüyle bir kez daha gündeme oturttu. Olayın güncel siyasal boyutları üzeinde durmayacağım; sadece iktidarın küçük ortağının devlet içindeki güçlerinin olaylardaki olası dahline dikkat çekmekle yetineceğim. Yerel düzeyde de kalsa, devlet güçlerinin (özellikle polisin) dahli olmaksızın bu çapta bir pogrom imkansızdır; ayrıca ülkücü hesaplardan dükkanların yakılması için yapılan çağrılar da ortadadır. Suriyeli’nin malı açıkça yağma edilmektedir.

Kayseri’de başlayan ve birçok ile yayılan bu pogrom hareketinin, sınıfsal öfkeyi yanlış hedefe yönlendirmek, işçi sınıfını bölmek ve yerel halkı gerici politikaların aleti haline getirmek gibi amaçları aşikardır. Kayseri, Suriye iç savaşı başlayalı beri, yani 14 yıldır, Suriyeli sığınmacı emeğinin en vahşi biçimde sömürüldüğü merkezlerden birisi olmuştur. Şimdi ise, durumları bir ölçüde düzeltip yerleşik yaşama geçmeye başlayan Suriyeli sığınmacılar açık gerici şiddetin hedefi oluyor. Kayserili patronlar, kasalarını Suriyeli göçmen emeğinin süper-sömürüsüyle doldurdular.

Kısaca Süper-Sömürü

Burada kısaca, süper-sömürü kavramının üzerinde durmak gerekiyor. Süper-sömürüden kast edilen, sermaye ihraç edilen ülkelerde k emekten veya ülkeye gelen göçmen emeğinden ortalamanın üzerinde sömürü oranı elde edilmesidir. Bağımlılık Okulu çizgisindeki yazarlar – örneğin John Smith[1] – bunu, işgücünün sürekli ve sistematik olarak değerinin altında bir ücretten çalıştırılmasına bağlar, İşgücünün değeri, işçinin asgari yaşamsal giderlerini ve soyunu sürdürebilmesi için yapacağı masrafları kapsar. Yani Smith’e göre, bağımlı ülkelerde işçiler sürekli biçimde yaşamsal gerekliliklerin altında bir ücret almaktadır. Marx ise, daha geri kapitalist ülkelerde veya sömürgelerde ücretlerin düşük oluşunu ihtiyaçların azgelişmişliği ve tarım ürünlerinin bolluğu ve ucuzluğu ile açıklar.[2] Hangi tanımı esas alırsa alın, günümüz kapitalizminde, gerek fabrikaların ucuz işgücü ülkelerine taşınması, gerekse de kırılgan ve güvencesiz konumdaki göçmen emeğinin ithal edilmesi yoluyla süper-sömürücü açık bir olgudur.

Suriyeli Emeğinin Süper-Sömürüsü

Tıpkı ABD’nin Latin Amerikalı kayıtsız göçmenlerin emeğine yönelik süper-sömürüsü gibi,[3] emperyalistleşme yolundaki Türkiye tekelci kapitalizmi de son 14 yılda milyonlarca Suriyelinin emeğinin süper-sömürücü yoluyla muazzam sermaye birikimi sağlamıştır. Asgari ücretin yarısına, hatta üçte-birine çalıştıran milyonlarca Suriyeli’nin on yılı aşkın bir sürede sanayi sermayesini nasıl misliyle büyüttüğü izahtan varestedir. Hatta, AKP yöneticilerinden Mehmet Özhaseki, “Suriyeliler giderse ekonomi batar” sözleriyle bu durumu itiraf da etmişti. Burada, süper-sömürünün her iki yönüne de tanıklık ettik: yani bir yandan Suriyeliler fiili açlık sınırında çalıştırıldılar; diğer yandan ise ihtiyaçları azgelişmişti (örneğin izbe, bodrumlarda 3-4 aile birlikte kalıyorlardı, vb.) Bu durum, Türkiyeli yerli işçilerin ücretleri ve çalışma koşulları üzerinde bir ----- yarattı. Kapitalistler bu rekabeti ustaca kullanarak işçileri böldüler. Bu bölünmenin aşıldığı, Suriyeli ve Türkiyeli işçilerin birlikte mücadele ederek ücretleri yükselttiği birkaç örnek yaşandıysa da bunlar istisnai kaldı.

İşte bugün Kayseri’de, dün Ankara Altındağ’da yaşanan pogromlar, işçiler arasında yıllardır ekilen rekabet ve güvensizlik tohumlarının verdiği zehirli meyvelerdir. Türk tekelci burjuvazisi, yıllarca süper-sömürüye maruz bıraktığı Suriyeli göçmenlerin sırtına, şimdi de ekonomik krizin suçunu yıkıyor. AKP iktidarı ise, 14 yıldır Suriye’yi fethedip sömürgeleştirmek uğruna yürüttüğü “yeni-Osmanlıcı” siyasetin iflası karşısında bugün Suriyeli sığınmacıları geri göndermeyi tartışır noktaya geldi. Ne var ki, Türk tekelci kapitalizminin azami kâr hırsı, süper-sömürü olmadan doyurulamaz. Suriyeliler geri gönderilse dahi, göçmen emeği artık Türkiye’de kalıcı bir olgu olacaktır. Belki de Türk sanayi tesisleri de (tıpkı Mısır’a taşınan tekstil sanayii gibi) onlarla birlikte Suriye’ye taşınacaktır. Süper-kârları orada arayacaktır.

Son yıllarda ırkçı-faşist sağdan yükselen ve giderek burjuva siyasetin merkezine oturan göçmen düşmanlığı, kapitalistlerin elinde basit bir oyuncaktan ibarettir. Ümit Özdağ ne kadar çok bağırırsa, göçmen emeği o denli kırılgan, güvencesiz ve zayıf hale gelir. Böylece Suriyeli (ve diğer) göçmen emeğinin süper-sömürüsü o denli derinleşir. Suriyelilerin çalışma şartları kötüleştikçe, Türkiyeli işçilerin şartları da aşağıya çekilir. Böylece, ırkçıların emek düşmanı yüzü açığa çıkmaktadır. Bolu belediye başkanı Tanju Özcan, kamu hizmeti olan suyu Suriyelilere yüz misli fiyattan verdiğine, ya da Afyon belediye başkanı Burcu Köksal Suriyelilerin resmi nikah işlemlerini zorlaştırdığında, Suriyeli emeğinin süper-sömürüsüne hizmet ediyorlar. Ayrıca, Suriyeli sığınmacıların maruz kaldığı bir diğer sömürü biçimi de çocuk yaştaki kızlarını “başlık parası” karşılığında satmak zorunda kalmalarıdır. Burcu Köksal’ın resmi nikahı zorlaştırması, bu fiili cariyeleştirme saldırısına da destek anlamındadır.

Türkiye işçi sınıfı, çokulusludur. Fabrikada, madenlerde, atölyelerde değeri birlikte üretenlerin tümü, ister Türk olsun ister Kürt, ister Suriyeli olsun, ister İranlı aynı sınıfın mensubudur, sınıf kardeşidir. Yurttaş olup olmamak da işçi sınıfını üretimde bölmez. Bu sebepledir ki, sosyalizm işçi sınıfının ideolojisi olarak, ulusal değil, enternasyonaldir. “Dünyanın tüm işçileri birleşiniz.” Der. Aynı şekilde, Bağcılar’da bir tekstil atölyesinde aynı gömleği üreten Türk, Kürt, Suriyeli, İranlı vb. işçileri de birleşmeye çağırır. Son yıllarda yükselişe geçen ve “seküler muhalefet”in sosyal alanlarını bağıra-çağıra ele geçirmeye çalışan ırkçılığa karşı en etkin mücadeleyi sosyalist solun vermesi gerekir. Kuşkusuz sadece düşünce planında değil; ama düşünsel mücadele fiili sınıf mücaledesinde büyük bir güç katar.[4] Esas mücadele ise fabrikada, işlikte, atölyede, sokakta, göçmen ve yerli işçileri birleştirerek verilebilir. Türkiyeli işçiyi aç, işsiz, yoksul bırakan göçmen işçiler değildir. Her ikisini de vahşice sömürerek sermaye biriktiren Türk kapitalistleridir.

Sınıf mücadelesinin her düzeyinde enternasyonalizm, bugünkü Türkiye’de, emperyalistleşmekte olan Türkiye’de, sosyalistler için bir tercih değil zorunluluktur. Bırakın ırkçıların göçmen düşmanı çığırtkanlığına sessiz kalmayı ya da hatta peşinden sürüklenmeyi, bu ırkçı dalga karşısında dalgakıran olmalıdır. Bırakın Türk milliyetinden işçilerin ulusal önyargılarına esir olmayı, işçi sınıfının birliği için bu önyargılarla ideolojik mücadele vermelidir sosyalistler. Ve nihayet, bırakın Suriyeli, İranlı, Afgan vd. göçmen işçilerin kaderine duyarsız kalmayı, sömürü çarkına çomak sokmak için anları (üstelik kendi anadillerinde!) örgütlenmeye, mücadeleye çağırmalıdır. Tabii, eğer “sosyalizm” adını hak edecekse!...


[1] Bkz. John Smith, Imperialism in the 21st Century – Globalization, Super-exploitation, and Capitalism’s Final Crisis, Monthly Review Press, New York, 2016. Özellikle s.239 Yazar burada Andy Higginbottom’dan esinlenmiştir.

[2] Bkz. Karl Marks, Artıdeğer Teorileri, 2. Kitap, Sol Yayınları, çev. Yurdakul Fincancı, 1. Baskı, Ankara 1999, s. 12’deki Hindistan ve Avusturya örnekleri.

[3] Ken Loach’un “Bread and Roses” (Ekmek ve Güller) filmi, ABD’de Latino emeğinin sömürüsünün canlı bir örneğini sunmaktadır. Bu benzetmeyi yapmamızın bir nedeni de, Amerikan sermayesi Latino emeğini süper-sömürüye maruz bırakırken, Amerikan burjuva siyasetinin her iki kanadının da Latin göçmenlerini ABD’nin “Beyaz-Anglosakson-Protestan” ve Anglofon yapısını bozan bir tehdit olarak göstermesidir – tıpkı Türkçülerin Suriyeli göçmenleri “Türk ulusundaki yapısını bozmakla” suçlaması gibi. Ken Loach’un bu filmi, Latino ve beyaz işçilerin ortak mücadelesinin kazanımla sonuçlanmasını anlatmaktadır.

[4] İleri görüşlü bir sosyalist yazar olarak Ercüment Akdeniz’in bu konudaki kitapları dikkate değerdir.


Alp Altınörs kimdir?

Çevirmen, iktisatçı ve siyasetçi. Avukat bir anne ve babanın çocuğu olarak Ankara’da doğdu. Liseyi TED Ankara Kolejinde bitirdikten sonra, Bilkent Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler eğitimi gördü, ancak yarım bıraktı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Ankara Üniversitesi’nde Rus Dili ve Edebiyat eğitimini halen sürdürmektedir. İspanyolca eğitimini İstanbul Cervantes Enstitüsü’nde tamamladı. İngilizce, İspanyolca ve Rusça dillerinde çevirmenlik yapmaktadır. "İmkansız Sermaye-21. Yüzyılda Kapitalizm Sosyalizm ve Toplum" adlı kitabın yazarıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi