Ragıp Duran
Grevena'da peynirci tezgâhtar, Joyce ve Proust okuyor!
Pazar akşamı Eneken Kültür Merkezi'nde İranlı yönetmen Murtaza Caferi'nin ''Kentin Derisinin Altında''adlı filminin galası vardı. Selanik'in dışlanmış azınlıklarının sade öykülerini anlatıyor. İletişimsizlik, iktidarsızlık, insanlararası güç ilişkiler sorunlarını biraz trajik biraz mizahi bir uslupla perdeye yansıtmış.
Pazartesi sabahı yola koyulduk. Ayaklı Marksizm kitaplığı Yorgo direksiyonda ben muavin. İstikamet Grevena. Yorgo'nun babaevi ve 14 yaşına kadar hayatını geçirdiği 13 bin nüfuslu kasaba. Selanik'e 180, Yanya'ya 100 km. uzaklıkta dağlık bir bölgede. Osmanlı döneminde Manastır vilayetine bağlı imiş ve bir kışlayı barındırıyormuş.
Vardık kent merkezine, 1.5 katlı şirin bir taş yapı bahçe içinde. 1939'da inşa edilmiş sonra 2004'de restorasyon görmüş. Kapısına bir plaket koymuş, Seferis'den de iki dize. Şair, yazar, yayıncı Yorgo bahçede kendine bir yazı evi de eklemiş.
Evin içi "eski güzel" kokuyor. Dantel örtülü yastıklar, ahşap tavan ve ahşap döşeme. Eski tahta dolaplarda yorgan ve battaniyeler. "Buraya her geldiğimde çocukluğumun kokularını alıyorum, o günlerin sesleri çınlıyor kulaklarımda". Yorgo aile içindeki çekişmelere direnmiş ve baba hatta dede evini korumuş. Çünkü eskiden çevrede hep böyle bahçe içinde küçük evler varmış ama şimdi 6-7 katlı apartmanlar arasına sıkışıp kalmış bu ata evi. "Mafyatik müteahhitlerden zor kurtardım burayı".
Sonra şehir merkezine indik. Alış-veriş yaptık. 6-7 sokak bir meydana çıkıyor. Alanda 1776 tarihli bir saat kulesi. "Osmanlı'dan kalan en eski yapı". Osmanlı öyle zamana, vakte, saate pek meraklı değildi, bu olsa olsa buradaki bir caminin minaresi olsa gerek, diye düşündüm.
Yorgo esnafı tanıyor, esnaf da Yorgo'yu. Bazıları mahalle bazıları da sınıf arkadaşları. Komşularla ilişkiler de pek samimi. "Bu adam, diktatörlük döneminde (1967-74) ortaokuldaydı. Sınıfın duvarında asılı, Cunta liderinin portresini indirip üzerine etmişlerdi. Bir saat sonra okulun çevresi siyah arabalarla çevrildi. Dışkılı tablonun üzerinde ayak izlerini belirleyip failleri yakaladılar. 6-7 çocuğu alıp götürdüler ve müthiş işkenceler yaptılar. Bu gördüğün adam hafif topal. Ama sonra gitti polis oldu!". Ne garip bir dönüşüm! Emniyete girince kendi de mi işkenceci oldu? "Yok canım çok iyi biridir o. Zaten trafik polisi olmuştu".
Peynirciye girdik. Keçi peyniri alacağız. Genç bir tezgâhtar. Babası Yorgo'nun arkadaşı. "Bak bu çocuk liseden ayrılıp dükkâna bakmaya başladı. Son gördüğümde James Joyce okuyordu". Çocuk, Fransızca bilmiyor ama galiba anladı konuştuklarımızı. Bir şeyler söyledi. Yorgo tercüme etti. "Joyce'u bitirmiş şimdi Proust okumaya başlamış". Kayıp Keçi'nin İzinde!
Kasabanın merkezinde koskocaman bir kültür merkezi ve devasa bir kütüphane var. Kitap olunca, dağbaşı bile çiçekleniyor anlaşılan.
Plakçıya girdik, yerel müzik hep çingene müziği. Manava girdik. Manav değil fotoğraf müzesi sanki. 1930'ların 40'ların fotoğrafları duvarlarda. Yorgo'nun babaevi de öyle. Siyah-beyaz fotoğraflardır eski güzel olan. Sepia.
Sonra 25-30 km. gittik, kallavi bir kayanın tepesinde Spileo (Mağara) köyüne. Tek lokanta açık, keçi pirzola ve bölgenin spesiyalitesi mantar ile domuz sosislerini mideye indirdik. Döndük eve, mecburen siesta... Ben duvarlarında Mao Zedung ve Che Guevara afişlerinin asılı olduğu odadaki divana uzandım. Portrelerin yanında kasabanın 1940'daki Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyelerinin toplu fotoğrafı. Şık beyler, simalar hiç yabancı değil. Salonda 60'lı yılların matbaasının hurufat dolabı vardı. Yanında eski model bir film projeksiyon makinesi. Mutfakta da Eskimo marka yeni bir buzdolabı. Belki 80 yıllık zamanı 20 metrekarelik odada yaşıyorsun.
Kulağıma çalınıyor, Yorgo arkadaşlarıyla Yunanca konuşurken bildiğim kelimeler fırlıyor: Konak, çiftlik, hadım, turşu...
Hem gidiş hem dönüş yolunda muhabbetin ana teması "Dönekler" oldu: "Sistem, devlet, kapitalizm maddi ve mali altyapıya sahip olduğu için, rakibini bölmek, azaltmak, karalamak için soldan şu veya bu şekilde adam devşirir kendisine. Dik durmak lazım. Minik de olsa taviz vermeyeceksin, yoksa sökülür gider bütün solculuk. İlke ve ahlak meselesi bu!". Yorgo Yunanistan'dan, ben Türkiye'den örnekler verdik.
Sonra Strasbourg'da vakti zamanında iki ay kenti yöneten Sovyetlerden söz etti. Bilmiyordum. Ardından da Münih'te kurulan Sovyetlerden (Rosa ablam!). Pis tesadüf, gece Hitler biyografisini okurken yine Münih çıktı karşıma. Viyana'dan gelen Adolf'u ağırlayan Münih.
12 saat boyunca tarih, doğa, gastronomi, dostluk ve sol fikirlerle dolu neşeli bir gün geçirdik. Eski güzel, güzeldi hakikaten, şimdi yeni güzelin peşindeyiz.