Fadıl Öztürk
'Güleriz ağlanacak halimize’
2 Ekim Salı günü, İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan son duruşmamda 1 yıl 10 ceza verip 5 yıl süreyle ertelenmesine karar verilmişti. Duruşmaya destek amaçlı katılan arkadaşlarımla kendimizi adliye koridorlarının dışına atmış, birer sigara yakma derdine düşmüştük. Bu arada mahkemenin verdiği kararla ilgili, şaka salvoları başlamıştı. Sıra toplu fotoğraf çekmeye gelince parmaklarımız arasındaki sigaraları saklasak bile, her birimizin dudağındaki arsız gülümseme hepimizin önüne geçiyordu.
Oturup konuşmak için bir çay ocağı bulmuş, şen şakrak sohbetimize devam etmiştik. Bütün arkadaşlarımın sevinci, benim cezaevine düşmeden bu saldırıyı geçici olarak bile olsa savmış olmamdı. Devlet bana cezaevini gösterip, şartlı tahliyeye razı etmişti. Bir diğer anlamda yazacağım her yazıda cezaevini tehdit olarak bana karşı kullanacaklardı. Hayat benim için anlara ve durumlara heba edilmeyecek bir bütündür, inceldiği yerden kopsun.
İşte o çay ocağında otururken Artı Gerçek Gazetesi’nden sevgili Fehim Işık’a mahkeme ile ilgili özet bir bilgiyle beraber adliye merdivenlerinde topluca çektiğimiz bir fotoğraf yollamıştım. Fehim’den cevapla "Başka bir fotoğraf yok mu? Burada herkes gülüyor, hatıra fotoğrafı gibi poz verilmiş sanki. Ceza haberine böyle bir fotoğraf..." demiş, ben de ona "Cezaevini boylamadım diye arkadaşlarım sevindiler. Güleriz ağlanacak halimize" demiş, sağından solundan kırparak sigaraların görünmediği, gülümsemesi az bir fotoğraf yollamıştım kendisine.
Evet, uzun zamandır güleriz ağlanacak halimize...
Hatırlıyorum: Sorguda bir iç güdü olarak o gün sıramızı savmak adına bizi sorguya bir an önce çağırsınlar beklentisinde olurduk. Beklemenin dünyanın en ağır işkencesi olduğunu, o yaşlarda, en ağır koşullarda öğrenmiştik. Sıranın bize gelmesine kadar geçen zamanda ruhumuz, sıra bize gelince de bedenimiz işkence görüyordu. İşkenceden sonra sigaraya büyük ihtiyaç duyar, ilk elden bir sigara dudaklarımızda peydah olurdu. O kocaman dramın içinde mutlaka gülünecek bir şey bulur gülerdik halimize. Dudaklarımızın önce sigaraya sonra gülümsemeye uzanması böyle bir ‘alışkanlık’ tandı. Bu hal, zor durumlarda hiç terk etmedi bizi. Biz onu, o bizi besleyip taşıdı hayata...
Hatırlıyorum: Mahkemelerde, tek tip elbise giymediğimiz için duruşmalardan vareste tutulmamızdan dolayı mahkeme salonlarında attığımız sloganlar yüzünden yediğimiz cop az olmamıştır. Askeri araçlara bir yük gibi doldurulup, cezaevlerine bir yük gibi yıkılırdık. Koğuşlarımıza varır varmaz elimiz sigaraya uzanır, gülerdik yarı çıplak don atlet halimize. Benim gibi birçok arkadaşım için de o durumlardan sonra gülümsemek, halimize acımamak bir direnme biçimi olageldi...
Hatırlıyorum: Çeşitli haklarımızın geri alınması ya da zulmün basamak basamak tırmandırılması karşısında her birimiz olduğumuz koğuşlarda direnişe geçer, sloganlar eşliğinde kapılara vurur, cehennemimizi huzursuz kılardık. Ardından başlardı gardiyanların koğuşları tek tek basarak bizi tek tek havalandırmaya çıkarmaları. Yangın söndürme cihazıyla beyaz toza bulanmamız, köpek havlamaları arasında hortumla sırılsıklam ıslatılmamız acılarımızı tarifsiz kılardı. İşte tam o koşullarda, kendimizi koğuşlara atar atmaz, acılarımızı kenara koyup, birbirimizin haline bakar gülerdik. Aynamız yoktu, ayna olurduk her birimiz, diğer bir arkadaşımıza. Değirmenden çıkmış tozlu halimiz, ıslak elbiselerimiz ve patlamış kaş ve gözlerimizle gülerdik halimize ve elimiz ilk elden sigaraya uzanırdı. Sigara ve gülümseme elimizi uzattığımızda tutunabileceğimiz yakınlıkta olan iki yara sarıcıydı bizim için. O günlerden beri uzandığımda elimi tutan bir direnmedir gülümseme ve üstüne yakılmış bir sigara...
Hatırlıyorum: Askeri cezaevlerinde hastane ve banyoya götürüldüğümüzde de mutlaka bir neden bulunur ve şiddetlerine maruz kalırdık asker gardiyanların. Erzurum’un soğuğunda banyoda sıcak su birden kesilir, soğuk suyla sabunlu halimizden kurtulmaya çalışırdık. Bu durum onlar için işkenceden sayılmazdı bile. O durumlarda da gülümseme ve sigara koğuşlarda bizi beklerdi. İroni ve sigaraya sığınarak ısınırdık...
Hatırlıyorum: Cezamız onaylanmış, sevkimiz çıkmış, Diyarbakır’dan Aydın’a Askeri araç içinde koltuklara kelepçeli bir halde sevk edilmiş, Malatya’ya gelmeden Kömürhan Köprüsü’nü geçince aracımız on metrelik şarampolden aşağıya yuvarlanmıştı. Bizim durumumuz jandarmadan, jandarmanın durumu bizden iyi değildi. Olaya biz sebep olmuşuz gibi, o gün ve gece Malatya’da daracık bir koğuşa konulmamız bile bizi şakalarımızdan ve gülümsememizden etmemiş, daracık koğuşu duman altı etmiştik. Sağ bileğimin tam atardamar üstünde bir kelepçe kesiği taşırım o günden beri. Velhasıl dramın köşesinden gülümseme ve sigara gibi arkadaşlarımız sayesinden tutunurduk hayata...
Belki de gülümseme ve sigaraya uzanmamız bizlerde bir direnme biçimi olarak alışkanlığa dönmüştü. İzmir’deki duruşmamdan sonra kendimizi bir an önce adliyenin dışına atmamız, gülümseyerek poz vermemiz ve yaktığımız ama fotoğraflarda sakladığımız sigaralarımızla hiç farkında olmadan direnmeyi bir ana değil, bütün hayatımıza yaymamızdan kaynaklanıyordu. Siz bakmayın ağlanacak halimize güldüğümüze, bizde gülmek bir umuda tutunmak, duman ise hiçbir omuza ağırlık yapmadan bütün bir evrene yayılmak isteğidir...
Özetle, devlet bana ‘5 yıl yazma, yazarsan bu davaya devam eder, seni cezaevine yollarız’ diyor. Yazının gelip hayatıma oturduğu günlerde kendime bir söz vermiştim: "Değil devlet, yazmakla benim arama sevdiklerim bile giremez" demiştim. Yazmaya devam...