Fadıl Öztürk
Hatırlıyorum...
İnsan dağla, başını alıp gitmekle, gurbetle, yakasına asılmış acılarla, gözlerinde kalmış yurduyla, hep geleceğe ertelediği hayallerle tamamlamasın kendini. İnsan insanla tamamlasın kendini
Belki bir boyumuz, bir kilomuz, altında numaralar yazılı birer fotoğrafımız vardır devlette. Umuttan aranırken hayali batırılmış bir geçmişin hakkı var üstümüzde. Elinden tutup geleceğe teslim etmemiz gereken geçmişin bir hakkı... Hatırlıyorum bir yerlerde kucağımızda nereye koyacağımızı şaşırdığımız kocaman bir gülümseme vardı...
Hak ve haklılık yetmiyor mutluluğa neden olanı yeşertmeye. Koca geçmişleriyle mazisi bir türlü paylaşılamayan sol hareketler bırakın meşru zeminde mücadeleyi yükselterek muhalefete öncülük etmeyi büründükleri legal halleriyle varlıklarını koruma derdindeler. Hatırlıyorum evlerin kapıları sokaklara, sokaklar caddelere açılıyordu...
İktidar elbette sonsuza kadar zulümle var olamaz, bir gün bir biçimde çekip gidecekler elbet. Onların gidişini sağlayan solun Kürtlerle beraber örgütlediği ve her gün gittikçe kitleleşen muhalefet olmayacağı ortada. Kala kala adı muhalefet partisi olan ama varlıkları ve muhalefetleriyle her durumda iktidarı besleyenlerin insafına kalacağız. Yani solun sesinin çıkmadığı, iktidara alternatif olmadığı bir yerde iktidar ve muhalefet el birliğiyle bizi ehveni şerre, yani kötünün içinde en iyisine hazırlıyor. Hatırlıyorum, bir zaman direnmek gül açıyordu gecekondularda...
Şiddet iklimini yaratanlar görev devir teslim törenleri gibi iktidarı birbirlerine devrediyorlar. İktidarı ezilmişlere, yoksullara, göz önünde oldukları halde varlıkları inkâr edilenlere, cins ve inançlara gün yüzü göstermemek için her düzeyde iş birliği yapıyorlar. İktidarda olan onlar, muhalefette olan yine onlar. Halkın kendi muhalefetini yaratmasının bütün yollarını muhalefet kadife eldivenle, iktidar iktidar olmanın verdiği güçle keserek hayale çıkan tüm yollara pusu kuruyor. Hatırlıyorum, yönetilmeye mahkûm edilenler kendilerinden dışarı çıkıp mahallelerinde yönetmişlerdi kendilerini...
Zor ve zahmetli bir zaman dilimi uzanıyor Türkiye halklarının önünde. Görünen o ki, bugüne kadar hırpalandığımız yetmemiş gibi daha da hırpalanacağız iktidarlar tarafından. Ölüm her durumda en yakınımızda olacak yine, hayat gitmekle varılmayacak kadar uzağımızda. Ormanlar canımız gibi yanacak, canımız ormanlar gibi günler boyunca... Bir damla su olacak bütün bu dertlerin dermanı, ansızın patlayan sağanak bir yağış olacak belki geleceğin adı. Derde durmadan kaşık salladığımız yerde çocuklar doğup büyüyecek. Çocuklar her birimizi yaşlı kılarak devralacaklar kurduğumuz hayalleri, daha doğmamış adını sanını bilmediğimiz çocuklar. Hatırlıyorum, uzun zaman asılmışlarımızın, öldürülmüşlerimizin adını kimlik gibi üstlerinde taşıyarak büyüdüler çocuklar.
Gökteki yıldızları saydığımızda gidenlerden geriye kalan olduğumuzu hatırlatmak içindir. Bir savaşın durması için sokağa döküldüğümüzde öldürülmekle bitirilmeyecek kadar çok olduğumuzu hatırlatmak içindir. Dünyanın neresinde olursak olalım eve geç dönmüşsek eğer, dağların dudakları arasında duranları da alıp eve getirmek içindir. Kötünün içindeki iyiye mecbur etseler de bizi, hatırlıyorum: Bir merhabayla başlamıştı bütün tanışmalar...
Gövdelerinden suçları sarkmış bir biçimde iktidarda oturuyorlar. Gülseler bütün dişleri dökülecekmiş gibi asık suratla geziniyorlar hayatımızda. Ağlasalar gözleri önlerine akacak gibi, insafın göz kuruluğuyla yukarıdan bakıyorlar hepimiz. Suçun ipine dizilmiş tespih taneleri gibi karanlığında kaybolunca biri yerini alıyor bir diğeri. Hatırlıyorum, ilkokul çocuklarının omuzunda kalabalık rütbeleriyle koca adamları karşılamalarını. Çocuklar hayata, onlar ölüme büyüdüler.
Nereye elimizi atsak orada mutlaka zamanını bekleyen bir ölümün durduğu yerde, hayatı arka kapıdan içeri almaktır bütün çabamız. Gösterişli ışıkların aydınlattığı bulvarlara değil, bin yıllardır karanlıkta yaşamaya mecbur bırakılmışların o gün doğar gibi gün yüzüne çıkmalarıdır bütün çabamız. Hatırlıyorum; sorgularda, mahkemelerde, cezaevlerinde zalimin yüzüne sözümüzün bir tokat gibi patladığını, hatırlıyorum...
İnsan zulümle, ölümle, sürgünle, yoksullukla değil; eşitlikle, özgürlükle, adalet ve doğayla tamamlasın kendini. Hayat dediğin nedir ki, biçsen bir don bile çıkmaz.