Özgün Enver Bulut
Havadaki güvercinler
87 yılı olmalıydı. Ya da ben öyle anımsıyorum. Ankaralı yıllarım. Sakarya’da yürürken şair Ali Yıldırım’la karşılaşmıştım. O beni tanımazdı. Ben de şiirlerinden, dergilerden ve fotoğrafından tanırdım sadece. O dönem Mayıs dergisini çıkarırlardı Suat Çelebi’yle. Belki de Mayıs mecrasının bittiği zamanlardı. Dört sayı çıkmıştı ve ben de okuruydum derginin. Sevgim oradan da gelirdi. Mayıs Yayınları’ndan çıkan kitapları da almıştım. Konuşa konuşa İlhan İlhan kitabevine gitmiştik. Bir kitap mı alacaktı, işi mi vardı da uğramıştık, burayı tam anımsamıyorum. İşte ilk kez Muzaffer İlhan Erdost’u orda görmüştüm. Güleç ve tertemiz yüzüyle elimizi sıkmış, hoş geldiniz demişti. Acaba üst katında bir hukuk bürosu vardı da biz o nedenle mi o binaya gitmiştik…
Benim okur olarak tanışıklığım ise çok çok öncedir. Türkiye Yazıları Dergisi’ndeki yazı ve şiirlerinden başlamıştı tanışıklık. Ahmed Arif hakkındaki yazısını da Türkiye Yazıları’nda okumuştum. Demokrat Gazetesi’nde yazdığını anımsar gibiydim. Sanki birkaç yazısını kesip, saklamıştım. Burası da net değil kafamda. Emin olmak için kestiğim yazıları aradım, ancak bulamadım.
Sonrasında karanlık 80’li yıllar. İlhan Erdost’un katledilmesiyle iki isimle yazmaya başlamıştı. Adına İlhan’ı eklemişti. "İlhan’a Mektuplar’la anlatırdı anlatmak istediklerini. Şiir tutkum ve o dönemi anlamak için Ankara Milli Kütüphane’de Pazar Postası gazetesini incelemiştim. İkinci Yeni ile ilgili yazılarını burada okumuş, fotokopi çektirmiştim. Sonradan kaybettiğim bu yazılara oldukça üzülmüştüm. Yılmaz Güney öykülerini o arada bulmuştum Pazar Postası’nda. Dört ya da beş öyküydü. Yaba Öykü’nün sahibi Aydın Doğan yönlendirmişti Yılmaz Güney’in öyküleri için. ‘Madem gidiyorsun, Ufuklar Dergisi’ne de bak.’ demişti. Pazar Postası’ndaki öyküler ise tamamen benim İkinci Yeni merakım sonucunda bulunmuştu.
İşte o dönemlerdi. Evlenir ve oğlum olursa adını Erdost koyacağım diye bir karar almıştım. Evlendim ve ikizlerimiz oldu. Bir kız ve bir erkek çocuktu merhaba diyenler. Kızımıza Dicle Deniz, oğlumuza Özgün Erdost ismini verdik. Bir gün Muzaffer İlhan amcasının elini öpmeye götürecektik ama o günler hiç gelmedi. Üzüntüm çokça bunadır.
Ey Karanlık Mavi Güneş’te öykülerini toplamış ve önüne de bir yazı koymuş Muzaffer İlhan Erdost. Yazıyı da şu tümceyle bitirmiş. "Cenazenizde buluşmak dileğiyle Bay Azrail!" Sevdiği dostları bir bir gidince artık cenazesine, mezarlığa gidecek kimse de kalmamıştır. O halde sıra Azrail’dedir. Ben ilk kez "ökerek" sözcüğünü o tümceden önce okumuştum. Sempatik anlamındaymış.
Şiirlerini okudum yeniden. Türkiye Yazıları’na baktım. Üç Şair’i (Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmed Arif) okudum. Bendeki kitaplarına baktım. Yeni Dünya Düzenine Zorlanması Odağında Türkiye ile Faşizm ve Türkiye kitaplarını epeyce çizmişim. Yeni Dünya Düzenine Zorlanması Odağında Türkiye kitabında altını çizdiğim satırlara yeniden göz attım ve aşağıdaki satırlar dikkatimi çekti. "Yasemin Çongar’ın Waşhington’dan ilettiği haberde, "eski ve yeni CIA analistleri"nin 1997-2020 dönemi için dört ayrı Türkiye senaryosu çizdikleri duyuruluyordu. Birinci senaryo "İran ile federasyon", ikinci senaryo "İsrail ile pakt", üçüncü senaryo "Rus işgali" ve dördüncü senaryo "Kafkas birliği" tasarımı olarak özetleniyordu. (Yasemin Çongar, Türkiye için 4 senaryo, Milliyet, 17 Mayıs 1997.)" Bu ilginç satırların hemen sonrasında şunları gördüm. "1997’den 2020 yılına kadar tasarlanan dört senaryo, Türkiye ile Yunanistan, Rusya ya da Suriye arasında savaş olasılıkları üzerine tasarlanmıştı."
Aslında dört senaryoyu da buraya almak isterdim. Meraklısı ilgili kitabın 118 ve 119’uncu sayfalarından okuyabilir. 16 Mayıs1997 tarihli Turkish Daily News’de de yer almış bu senaryolar. Bunu da yine kitaptan öğreniyoruz. "Sorunun özü de son iki senaryoda odaklanmaktadır. Ya Rusya büyür Türkiye küçülür, Ya Türkiye büyür Rusya küçülür." Senaryolarda sapmalar olabilir. Ancak gelinen duruma bakılınca öngörüleri oldukça isabetli.
Yeniden edebiyat tarafına dönüyorum. Türkiye Yazıları’nın Mayıs 1977 yılındaki 2. Sayısında Muzaffer İlhan Erdost’un kitabına girmeyen bir şiiri var. Rana’ya Bir Eylül Günlüğü adıyla yayımlanmış. Ankara Merkez Cezaevi’nde olduğu 1973 yılında yazılmış şiir. "Sadece dün değil bugün de/ Sadece bugün değil de dün de/ Gene biz içerde olacağız/ Dışarıda olsak da/ Yabancı sermayenin fevkalade/ uyanık bekçisiyken "halkımız"/ Sömürünün, zulmün, baskının/ Uyanık bekçisiyken/ Gene içeridedir düşüncem/ Dışarıda olsa da bedenimiz/ Dışarıda olsa da seven, gülen, eğlenen/ Bedenimiz."
Üç Şair’i okuduğumu sanıyordum. Oysa okumadığımı gördüm. Ahmed Arif hakkındaki yazıyı Türkiye Yazılar’nda okuduğum için tüm kitabı okumuşum yanılgısına düşmüş ve bir daha bakmamışım. Ahmed Arif’in ve Muzaffer İlhan Erdost’un dostluk ve tanışıklıkları Cemal Süreya sayesindedir. İkisinin de Cemal Süreya sevgisi ayrıdır.
Cemal Süreya’yı ve Ahmed Arif’i anlatırken, şiirlerini analiz ederken daha çok sınıfsal, gelişmişlik, feodalite ve aşiret ilişkileri üzerinden yapar Erdost. Mesela Dersim’i isyan olarak görür. Dersim isyanı der. Süreya’nın cumhuriyet ile olan yakınlık ya da uzaklığını değerlendirirken okumasına kadar gelen sürecin cumhuriyetin nimeti olduğunu aktarır. Yani sürgüne bir tür meşruiyet penceresinden bakar. Oysa Cemal Süreya’nın bilinen meşhur notunu almıştır yazısına. "29 Nisan 1990’da (50 yılı aşkın bir zaman sonra) defterine şu notu düşüyor." diyerek. "Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. …Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar." Oysa bu cümle 1972 yılında eşi Zuhal Tekkanat’a yazdığı mektuplarda var. Muhtemelen bir karışıklık olmuş aktarırken. Bunlar elbet başka yazının konusu. Sadece aktarmış oldum.
Benim hafızama 12 Eylül faşizminin korkunç saldırıları ve İlhan Erdost’un katledilmesi ile daha bir bilinir girdi Muzaffer İlhan Erdost. Dönemin dergilerinde İlhan’ına yazdığı şiirleri okuduğumda kederlenmişimdir her zaman. Yarın, Nitelik, Bilim ve Sanat. Ali Asker’in bestelediği şiiri hep içimi acıtmıştır. "Göğ göğü tutmuşa benzer/ Yanmış tutuşmuşa kardaş/ Kanadı durmuşa benzer/ Uçar bir al kuşa kardaş."
Kardeşiyle hücrede olduğu o gün, o seslenişi ile yıkıldığı izlenimi vermiştir bana hep. Bunu yazılarından çıkarıyorum. Onu belki dirençli tutan ise yeğenlerini büyütme telaşıdır. Türküler ve Alaz isimleri İlhan’dan sonra yazdığı çokça şiirde geçer. Onları bilir ve tanırdık artık.
Darbeler insanlarla aydınların bağlarını koparmak için yapılır. İnsanı daha aşağı çekmek, umutlarını yok etmek ve onları sıradanlaştırmak için. İlk önce yazan, çizen, söyleyen ve dik duranlara yönelirler. Yoksulları onlara düşman ederler. Vatan haini derler. Yeni bir vatanseverlik üretirler. Tekleştirirler. Bu zulüm günlerinin acısını yaşayan ailelerden biridir Erdost ailesi. Asılanlar, işkencelerde katledilenler, üniversiteden atılan hocalar, kayıplar… Faşizmin ayak sesleri bu dönemlerde ülkeye yerleşir ve ülkenin değerleri, evlatları, iyi insanları hızla yok edilir.
Muzaffer İlhan Erdost ve onun gibilerin kaybıyla biraz daha yalnızlaştığımızı anlıyorum. Onu Cemal Süreya’nın ardında yazdığı yazıda kullandığı Cemal Süreya dizesiyle uğurluyorum. "Bir bardak su içsem şimdi/ Yaralarımdan dökülür."