Doğan Özgüden
Helalleşmeci ortakların ettikleri...
NATO'nun ikinci en büyük ordusu Suriye ve Irak'taki Kürt varlığına karşı kimyasal silahlar da dahil her türlü imha araçlarını kullanarak bir yok etme savaşı sürdürürken, barış, özgürlük ve demokrasiyi savunma iddiasıyla kurulmuş olan bu ittifakın Amerikalı ve Avrupalı büyük başları bu saldırılara karşı çıkmak şöyle dursun, kendi yarattıkları Ukrayna Krizi'ni bahane ederek İsveç ve Finlandiya gibi iki tarafsız ülkenin de katılımıyla emperyalist savaş örgütünü daha güçlü kılabilmek için Erdoğan'a yalvar yakar olmaya devam ediyorlar.
Geçtiğimiz hafta Brüksel'de bir araya gelen Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının Ukrayna'ya üyelik kapısını açarak silahlanma harcamalarını artırma kararı vermesinin ardından Almanya'da bir araya gelen en büyük yedi kapitalist ülkenin liderleri emperyalist hegemonyayı ABD'nin patronluğu altında NATO'yu ve AB'yi de kapsayacak şekilde daha güçlendirmek için bir dizi kararlar aldılar.
Bu hafta da, NATO üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları, örgütün tarihinde ilk kez, ittifak üyesi olmadıkları halde, Kuzey Avrupa'dan İsveç ve Finlandiya, Uzak Doğu'dan da Japonya, Avusturalya, Yeni Zelanda ve Güney Kore liderlerinin de katılımıyla 28-30 Haziran tarihlerinde Madrit'te toplanarak Rusya, Çin, Hindistan gibi Asya devlerine karşı bir süper ittifak oluşturmaya çalışacaklar.
İspanya'daki barışsever güçler haklı olarak pazar günü Madrit cadde ve meydanlarında "savaş yanlısı zirve" diye niteledikleri bu olağanüstü NATO toplantısını protesto ettiler. "Barış için: NATO'ya hayır", "Savaşlara hayır", "NATO'ya hayır", "NATO üsleri dışarı", "Askeri harcamalar yerine okul ve hastane yapın" sloganlarıyla gerçekleştirilen etkinliğe İspanyol koalisyon hükümetinin küçük ortağı Unidas Podemos ittifakına bağlı Birleşik Sol (IU) ve Podemos partilerinin temsilcileri de destek verdiler.
Barış güçlerinin protesto ettiği bu savaş yanlısı zirvede, yıllardır Orta Doğu, Kıbrıs, Kafkasya, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'da islami fütuhat sürdüren Recep Tayyip Erdoğan'ın, özellikle İsveç ve Finlandiya'nın üyeliğini veto şantajından dolayı "el bebek gül bebek" ağırlanacağından kuşku yok.
Defalarca yazdım... İktidarda bulunduğu yirmi yıldır Türkiye'yi bir barış ve demokrasi diyarı değil, bir savaş ve devlet terörü ülkesi haline getirmiş olan Erdoğan'a, emperyalist güçlerin jeopolitik, stratejik ve ekonomik kirli hesapları nedeniyle, sadece bir savaş örgütü olan NATO içinde değil, bir barış ve demokrasi kurumu olma iddiasındaki Avrupa Konseyi içinde bile elle tutulur bir yaptırım uygulanamamakta...
Sadece uluslararası planda mı? Ya Türkiye'de?
Buyurun, Kılıçdaroğlu'nun liderliğinde oluşturulan helalleşmeci Altılar İttifakı'nın iki ağır topu, İyi Parti ile Saadet Partisi'nin geçtiğimiz hafta yapıp ettiklerine...
Meral Akşener'in partisi İYİP, Erdoğan'ın İslami fütuhatının Kuzey Afrika ayağını Meclis'e onaylattıran Libya tezkeresine Meclis'te AKP ve MHP ile birlikte "Evet" demekte tereddüt etmiyor.
Oya Baydar, 23 Haziran'da t24'te yayınlanan yazısında haklı olarak soruyor:
"İyi Parti'nin, 2020'de hayır oyu verdiği Libya tezkeresine bugün AKP ve MHP ile birlikte evet demesi, Millet İttifakı'nın tek adam rejimine son vererek demokrasiyi yeniden tesis etme amacıyla ne kadar uyuşuyor? Hiç… Hiç, çünkü Suriye, Libya, Kıbrıs konularında Erdoğan'ın yanında hizalanmak, onun (ve ortağı Bahçeli'nin) değirmenine su taşımaktır. Çünkü Erdoğan, muhalefet üzerinde yoğun baskı, her türlü muhalif sesi susturmak, yargıyla oynamak, HDP'yi yok etmek gibi, kitlelere birkaç ay içinde tenekeye dönüşecek altın boncuklar ihsan etmek yanında, seçim hesabını Kıbrıs fatihliği, Libya hâmiliği, Kuzey Suriye kahramanlığı üzerine kuruyor... Erdoğan ve ortağı Bahçeli'nin hesapları, 6'ların Aşil topuğuna (en zayıf noktasına) ateş ederek dağılmalarını sağlamak. İttifakın, daha doğrusu 6'lı birlikteliğin en zayıf iki noktası Kürt meselesi ve beka yutturmacasıyla köpürtülen devlet kutsaması/yüceltilmesi. Cumhur İttifakı bu zayıf noktalara vurmak için İyi Parti okunu kullanıyor. Meral Hanım ve ekibi de hem ideolojik kökenleri hem de oy hesaplarıyla bu oku, Erdoğangiller'in gösterdiği hedefe yönlendirmekten, Erdoğan'ın değirmenine su taşımaktan geri kalmıyor."
Kaldı ki, Erdoğan’ın şimdiye kadar üç kıtada yürüttüğü fetihler için onay tezkerelerine muhalefet cephesinden kabul oyu veren sadece İYİP değildi, CHP ve Saadet Partisi de bu operasyonlara her defasında destek vermiş, Türk Ordusu’nun muzaffer olması için duacı olmuşlardı.
Ya Millet İttifakı'nın İslami ayağını oluşturan Saadet Partisi'nin daha üç gün önce Tayyip Erdoğan'ın idam cezasını hortlatma çıkışına destek vermesine ne demeli?
Marmaris'teki orman yangını üzerine bir konuşma yapan Recep Tayyip Erdoğan, "Caydırıcı bir ceza, ben de diyorum ki, ucu nereye dayanıyor, idama mı, idam. Olmalı... Sultan Fatih ne diyor, 'Ormanlarımdan bir ağaç kesenin boynunu vururum.' Bu iş o kadar önemli. Canım canım bütün ormanları yakıyor, ormanlarla beraber hayvanlar da yanıyor. Bu tartışılmalı ve bunun üzerinde etraflıca durmalıyız" diyor.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de partisinin grup toplantısında bastırıyor: "Şiddeti durdurmak maksadıyla hem güvenlik önlemleri hem de cezai müeyyideler derinliğine ve genişliğine artırılarak hiç kimsenin gözünün yaşına bakılmamalıdır. Mahkemeler cinayet davalarında süratle karar vermeli, iyi hal indirimi, akli denge sorunu veya bir başka sebeple canilerin ceza indirimiyle taltif edilmelerine imkan tanınmamalıdır. Çocuk istismarı, kadın cinayetleri, tecavüz suçlarında caydırıcı, kalıcı ve kapsayıcı sonuçlar alabilmek için gerekiyorsa idam cezası bile tartışmaya açılmalıdır."
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da açık artırmada geri kalmıyor: "İdamın da kendine ait bir caydırıcılık süreci söz konusu. Evet ağıza hoş gelmiyor. Ama başka bir şey var. Bu kadar sorumsuzluğun da kendi adına güçlü bir cezası olması gerekir."
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da Trabzon'da düzenlediği bir basın toplantısında AKP ve MHP liderlerinin yanında saf tutmakta hiçbirs beis görmüyor: "Terör suçları, kadın cinayetleri, orman yangınları da denildi, ne olursa olsun cinayetlerde idam cezası muhafaza edilmeliydi. ‘Tamam sana 25 yıl verdik, aradan bir 15 yıl geçtikten sonra iyi halden de indirdik, hadi serbestsin, git bir cinayet daha işle’ deniyor. Bu konuda her zaman bu tarz vahşi cinayetlere idam verilmesi icap eder kanaatindeyiz."
Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi bitip tükenmez çeşitli insan hakları ihlallerinin yanı sıra idam cezalarıyla da lekeli bir tarihtir.
Bu insanlık dışı cezalar Ankara Hükümeti tarafından 1920 yılından itibaren sistematik olarak uygulanmaya başlamıştır. İlk büyük kitlesel idam uygulaması 1925'te Şeyh Sait ve 47 arkadaşına yapılmış, bunları 1926 yılında İzmir Suikastı sanığı 18 kişinin, Menemen Olayları sonrasında da 28 kişinin idamı izlemiştir.
Çok partili düzene geçildikten sonra da idam uygulamaları devam etmiş, 1961'de MBK Cuntası'nın onayıyla Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiştir.
Onu 1964 yılında, üstelik de CHP lideri İsmet İnönü'nün başbakan, Bülent Ecevit'in de çalışma bakanı olduğu bir dönemde, Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan’ın idamları izlemiştir.
12 Mart Cuntası 1972'de üç genç devrimciyi, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ı, hem de CHP milletvekillerinin bir kısmının da katıldığı TBMM'nin onayıyla idam sehpasında katletmiştir.
12 Eylül Cuntası ise 80'li yıllarda çoğunluğunu devrimci gençlerin oluşturduğu 50 yurttaşımızın yine idam sehpasında canlarına kıymıştır.
İdam cezaları, sırf Avrupa Birliği'ne şirin görünebilmek için 1991'de yapılan yasal düzenlemeler sonucu ömür boyu hapse çevrilmeye başlamıştır. AB Uyum Yasa Teklifi'nin birinci maddesinin 2002 Ağustosu'nda TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilmesi, barış zamanında da idam cezasının kaldırılmasını öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6. Protokolü’nün 2003’te imzalanmasıyla idam cezası hukuken Türkiye'de tarihe karışmıştır.
İdam cezasının AB uyum yasaları çerçevesinde yasallıktan çıkartılmasına kadar Türkiye'de 15'i kadın olmak üzere 712 kişi idam edilmiştir.
Buna rağmen, Erdoğan özellikle 2016 çakma darbe girişiminden sonra diktatörlüğünü güçlendirme sürecinde idam cezasını Türkiye'nin siyasal gündemine yeniden sokmakta hiç tereddüt etmemiştir.
6 Ağustos 2016'da Huber Köşkü çıkışında kendisini alkışlayan kalabalığın "İdam isteriz" yaygaraları üzerine tüm dünyaya meydan okuyarak "Millet ne istiyor? İdam… Öyleyse parlamento bunu görüşmek durumunda. Parlamento milletin sesini bir kenara koyamaz. Efendim Avrupa Parlamentosu, AB ne der? Onlar kendi işlerine baksınlar. Parlamentodan çıkacak karar belirleyici olacaktır" demiştir.
11 Mart 2017'de de Sultanbeyli'de halka seslenirken şakşakçıların idam talebi üzerine CHP lideri Kılıçdaroğlu'na da idamı destekleme çağrısında bulunmuştur: "Bakın bu konuda benim kanaatim belli. Sayın Bahçeli'nin kanaati belli. Fakat bu, anayasa değişikliği isteyen bir karar. Şimdi bugün yaptığı konuşmasında sayın ana muhalefetin başı 'Hadi getirin o zaman idamı' diyor. Tamam, sen idama var mısın, önce onu söyle!"
1 Ağustos 2018'de Sivas'ta düzenlenen bir törende "İdam konusundaki hassasiyetimizi biliyorsunuz… Parlamentodan geçtiği anda benim için onaylamamak diye bir şey yoktur, onaylarım" demiştir. Üstelik, Avrupa Birliği'ne üyeliğin idam cezasını benimsemekle bağdaşmayacağı gerçeğine de meydan okumuştur: "Hans ne der George ne der buna bakmayız. Allah ne der buna bakarız."
Ancak idam için referandumlu anayasa değişikliğinde 360, referandumsuz anayasa değişikliğinde 400 oy gerekiyor. AKP ve MHP’nin TBMM'deki toplam sandalye sayısı 360’ı dahi bulmadığı, önümüzdeki seçimde daha da aşağı düşeceği için Tayyip-Devlet ikilisinin idam cezasını ihya için muhalefet partilerinden destek almaktan başka çaresi yok.
Millet İttifakı’nın islamcı ayağı Saadet Partisi gelecek seçimlerde hatırı sayılır miktarda milletvekili çıkartabilirse, fütuhat destekçisi İyi Parti’yi de beraberine alarak demokratikleşme beklentisindeki seçmen kitlelerini ne tür sürprizlerle karşı karşıya bırakacaktır, çok kalmadı, en geç bir yıl sonra göreceğiz.
Unutulmasın ki, 1973 seçimlerinin ardından Ecevit’in CHP’si ile koalisyon hükümeti kurmuş olan islamcı Milli Selamet Partisi, 1974’te siyasal mahkumlar için genel af çıkartılması Meclis gündemine geldiğinde, 163. Madde’den mahkum ve tutuklu kendi taraftarlarının affını sağladıktan sonra 141 ve 142. Maddeler’den mahkum veya tutuklu olan solcuların affına karşı çıkmakta hiçbir sakınca görmemişti.
Bir nokta daha... Gerçi 90’lı yıllardan beri Türkiye’de idam cezası uygulanmamaktadır. Ancak rejimin muhaliflerine, özellikle de Kürt direnişçilere karşı askeri operasyonlarla, bombardımanlarla ve yargısız infazlarla "idam"ın bir başka türü acımasızca uygulanmaya devam etmektedir.
Karamollaoğlu’lu ve Akşenerli ittifak bu "idam"lara gerçekten son verebilecek midir?
Onu da Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde göreceğiz.