Fadıl Öztürk
Hıdır Bozyiğit
Dünya gövdesi ve dünyayı kanatları altına almış dallarıyla kocaman bir ağaçsa, her birimiz gibi Hıdır da o ağacın bir yaprağıydı. Mevsimi geldi ağaç yaprağını yere bıraktı. Hepimize yokluğunu bırakarak dün aramızdan çekip gitti.
Sabah Mersin’de oturan Hasan Hoca beni arayarak bu geceden kara olan haberi verdi. Döndüm facebook sayfasına baktım. Eşi "Sevgili eşim Hıdır Bozyiğit’in Saat 4:30 da kalbi durdu." diye yazmış. Hıdır’ın ölümü yakalandığı kanser illetinden dolayı beklediğimiz bir ölüm olsa da o an bütün saatler durdu benim için. Hayatı değil de üstümde kocaman buz kalıbı taşıdığımı sandım. Dönüp o fotoğrafın altına "Of, of... demek ki, sözün hiçbir şeye kâr etmediği yere geldik. Başımız sağ olmuş, olmamış neye yarar Hıdır'ı geri getirmediği sürece. Üzülmek üstümüzde hiç kirlenmeyen gömlek gibi tenimize yapışarak geldi bugüne. Hıdır'ın hayatı, hayatının bize bıraktığı anıları önünde saygıyla eğiliyorum..." diye yazdım...
Hıdır Bozyiğit, Elazığ’ın 1800 evler semtinde yaşayan, hayatları o hayatları içindeki duruşlarıyla birbirlerine asla benzemeyen üç Hıdır’dan biriydi. Hıdır Doğan’ı 03 Mart 2016’da yine aynı illetten dolayı Hıdır Bozyiğit gibi İstanbul’da yitirmiştik. Üç Hıdır’dan elimizde kala kala bir kendimiz bir de Ankara’da yaşayan Hıdır Toptaş kaldı.
Hıdır Doğan: Her sabah hiç erinmeden 1800 Evler'den çıkar, önce Hozat Garajı'na iner ziyaretlerini yapar, çayını içer, sohbetini eder oradan da Feyzi Çakmak Mahallesi'ndeki Rüstem’in kahvesine geçerdi. Orada muhabbeti bitince öğleden sonra yaya olarak Kırktutlar Mahallesi'ne geçer günü orada akşam ederek tekrar 1800 Evlere dönerdi. Bu Hıdır Doğan’ın günlük rutin davranışıydı. Konuşmayı ve konuşurken gülümsemeyi seven bir arkadaşımızdı.
Ölmeden önce kendisini abisi İsmail’in Kartal’daki evinde ziyaret etmiş, sohbet etmiştim. O sohbette kendisine "Hıdır bunu ileride yazacağım için bugün yüzüne söylüyorum’ demiş ve devamla ‘Hıdır, bizim bütün faaliyetimiz bizi devrime götürmedi. Eğer senin anlattığın gibi olsaydı, yapsaydık Türkiye’de kırk sefer devrim yapardık" demiştim, o da ne demek istediğimi anlayarak gülmüş aramızda şakalaşmıştık. 03 Mar 2016 günü dünyayı, devrimi, yaşadıklarımızı, tatlı konuşmayı, yaşlanmayı bırakıp biz arkadaşlarına, son kez bütün arkadaşlarını ölümüyle bir araya getirerek üstüne düşeni yapmış olmanın gönül rahatlığıyla göçüp gitmişti aramızdan. Bir yaz gecesinde başınızı göğe kaldırdığınızda durmadan yanıp sönen bir yıldız görürseniz bilin ki o diğer yıldızlara bir şeyler anlatan Hıdır Doğan’ın yıldız halidir.
Hıdır Toptaş: Hıdır Bozyiğit’in babası üç Hıdır’dan geriye kalan Hıdır Toptaş’ı kastederek, "O evin tek çocuğudur, her daim gözün onun üzerinde olsun’ diye tembih ettiği arkadaşımızdır. Dev Yol Dev Sol ayrılığında "Silahların hepsi kirli, toplayıp temizleyerek geri vereceğiz" yalanına inanmayıp, silahını vermeyen tek kişidir Elazığ’da. Merih Cemal Taymaz’la beraber girdikleri bir çatışmada öğlenden akşam karanlığına kadar jandarmanın ve polisin karadan ve havadan takibini boşa çıkararak suyun karşı kıyısına geçenlerden birisidir.
Her ikisi de aşılmaz dağların, derin vadilerin ve geçilmez suların insafına bıraktı kendisini. Tıpkı ekmeğini onlarla paylaşan Dersim halkı gibi meşeler de onları tanır, yağmur ve karda sığındıkları sığınaklar da tanır onları. Yenilgiyi dağda karşılayanlar arasındaydı Hıdır Toptaş. Suriye’ye kamplara gidip döndü. 84 de yakalanıp cezaevi arkadaşımız oldu. Beraber volta attık havalandırmada, aynı karavanaya kaşık salladık yıllarca. Diyarbakır Cezaevinin etrafında gecekondularda yaşayanların baharla beraber kızarttıkları taze biber kızarmasının kokusu yedi bitirdi bizi. Cezasını doldurup çıkarak Ankara’ya yerleşti. İnci ile evlendi ve bu evliliklerinden bir kızları oldu. Şimdi her ikisi de böylesi ölüm haberlerini karşılayıp uğurlayarak kızlarını geleceğe hazırlıyorlar.
Hıdır Bozyiğit: Güneşin bulutlar arasından yüzünü arada bir gösterdiği, rüzgâr, yağmur ve karını cebinde hep hazır bulunduran bir hava durumuna benzerdi bana göre. Dostuna gürler gibi konuşur, düşmanına gözün gözü göremeyeceği tipi olurdu. Onunla yoldaş olanlar, onunla cezaevi yatanlar, onunla arkadaşlık yapanlar ne demek istediğimi bilirler.
(Yazımın tam burasında İzmir’de 6.9 şiddetinde deprem oldu)
Hıdır Bozyiğit, Elâzığ 1800 Evler Mahallesi'nin üç Hıdır’ından en ele avuca sığmayanıydı. Bir eylemde Celal Karaduman’la beraber kovalamaca sonucu yakalandı ve Elâzığ Kapalı Cezaevi'ne kondu. Faşistlerin çatıya çıkıp tahta tavandan kurşun yağdırdığı sırada onlarca arkadaşına siper olarak cesaretiyle onları hayatta tutmuştu. Manisa Akhisarlı Lütfü Engin’i o çatışmada yitirmiştik. Manisa’dan gelen babasıyla beraber Lütfü’nün morgdaki cesedini alıp uğurlamıştık. Hıdır eğer bir duvar olsaydı, o duvarın yıkılmayıp ayakta kalan yeri olurdu.
O faşist saldırı sonunda bir faşist vurulmuş birkaç faşist de yaralanmıştı. İdare ve savcılık bu saldırının sorumlusu olarak devrimci mahkumları görmüş, bütün devrimci mahkumları Adıyaman Kapalı Cezaevi'ne sürgün etmişti. Adıyaman Cezaevi'ne onları görmeye gittiğimde bir hafta içinde tanınmaz hale getirildiklerine tanık olmuştum. Hıdır görüş yerinde kendilerine yapılan eziyetleri isyan edercesine anlatınca görüşmemiz yarıda kesilmişti. Verilmiş bir selam olsaydı eğer Hıdır, herkes o selamı alıp evinin en güzel yerine asardı.
Hıdır mektup yazmaya pek yatkın olmadığı için içeriye düşmüş iki arkadaş olarak hiç yazışmamıştık. Ama sevklerle, sürgünlerle gelen ve giden arkadaşlar selam gönderip, selam almıştık birbirimizden. 1991’de Cezaevinden çıktıktan sonra Avcılarda işlettiği çay ocağında oturup uzun uzun konuşmuştuk. Eğer dinmeyen yağmur olsaydı Hıdır, ıslanacağını bile bile herkes evden çıkıp o yağmurda iliklerine kadar ıslanmayı göze alırdı. Benim için Hıdır, asla bayatlamayan söz, miadı dolmayan heyecandı. Yurdu yıldızlar olsun sevgili arkadaşımızın.