Metin Yeğin
İki sınır arası, bir gece, yıldızlı…
İki ülkenin ortasında yatıyorduk. Bir tarafımızda Nikaragua, diğer tarafta Honduras vardı. Yere sermiştik uyku tulumunu. Çok güzel manzarası vardı. Gökyüzü yıldız kaynıyordu. Sınır görevlileri hemen arkamızda kumar oynuyorlardı, açık poker. Onların sesleri geliyordu. Masaya iskambil kağıtlarını vuruyorlardı, küfür ediyorlardı, kaybedince, kazanınca, kağıda, birbirlerine, gülüyor, arada bira ya da rom şişesinden -ki berbattı biraz önce ikram etmişlerdi- bir yudum içip ve yine küfür ediyorlardı. Bir tek hak edenlere küfür etmiyorlardı. Üniformaları yüzündendi belki. Garip elbise bu üniformalar, sadece bedeni kapatmıyor, at gözlüğü gibi, sınırlar çiziyor insana, ondan sonrasını görmek pek mümkün olmuyor. Sadece altını ve üstünü görebilir hiyerarşi, bu yüzden boktan…
Kapalıydı sınırlar. Nikaragua’dan çıkmıştık Honduras’a almamışlardı. Vizemiz vardı halbuki. Konsolostan almanız gerekirdi, elçiden almışsınız demişlerdi bize. Aslında biz de biliyorduk bunu ama konsolos vize vermemişti. ‘Otomasyon’ dedikleri bir şey vardı. İki-üç ay beklemek gerekiyordu. Elçiye gitmiştik, Özgür’ün yeşil pasaportunu gösterip, onun babası da diplomat demiştik. Öğretmendi halbuki bir lisede, galiba tarih öğretmeni. Bu yüzdendi yeşil pasaport ama devletlere yalan söylenebileceğini düşünüyorduk o zamanlar ve hala söylenmeli bence, mümkün olduğunca. Devlet dediğin nedir ki iki sınır arası hiyerarşi, iktidar ve ideoloji. Silahları filan olmasa neyse, tanklar, uçaklar ve bunları örtmek için bilumum mefruşatlar…
Yeni bir rom şişesi daha açtılar, iki kere, ‘kare’ buldu birisi, herkes küfür etti ona, kendisi de etti, ortadaki paraları kendine doğru çekerken. biralar içildi keyiften ve kederden, şişeler bitti, yeniden başladı, iki yıldız kaydı gökyüzünde bu ara, birinde dilek tutabildik diğerinde kaçırdık, ziyan oldu bir yıldız, niyetsiz kaldı, üzülmüştür bence başka gören yoksa onun kayışını ama sınır görevlilerin görmediğine emindik, biri son kızı bekliyordu kare yakalamak için, maça kızı, gelmedi, yıldız bu sırada kaydı, biz de kaçırdık işte ama çok güzeldi gökyüzü.
Virginia Woolf’ın bir romanında vardı. Prens çingene sevgilisine, benim 40 odalı bir sarayım var biliyor musun diyordu. ‘Bu kadar güzel bir gökyüzü varken neden insanlar kendilerini içeri kapatır ki’ diye cevap veriyordu çingene kadın. Dağda yıldızların altında yatıyorlardı.
Güzel yalan söylüyorduk galiba. Sadece elçi inanmakla kalmamıştı. Özgür de babasını diplomat sanmaya başladı. Sabah yine almadı Honduras sınır görevlisi adam, değişsin diye dilemiştik halbuki yıldızın birinde, ama belki geç kalmıştık, aniden kayıyor yıldızlar çünkü, sınır dışı ettiler yine, ‘seni sürdüreceğim’ diye bağırdı Özgür…
Adam pek aldırmadı, zaten sınırda olduğu içindi belki….