İşaret fişeği!

Saul Newman’ın Postanarşizmin Politikası adlı kitabı, gündeme getirdiği ve tartıştığı konularla ilgi çekici. Neredeyse Bakunin gibi, “Şimdi ne halt edeceğiz?” diye sormak üzereydik. Livera Yayınları, belki de yeni başlangıç için işaret fişeği fırlattı.

Anarşizm, toplumun duygusal yükseliş ve alçalışlarının yansıması olarak görülebilir. Rusya’da zindanlarda ve sürgünde geçen 12 yılın ardından Sibirya’dan kaçıp Japonya ve Amerika üzerinden uzun bir yol kat ederek Herzen’in Londra’daki evine dalan “devrimin fırtına kuşu” Bakunin’in ilk sorusu, Avrupa ülkelerinde “devrim ne durumda?” olmuştu. Verilen cevaplar ne yazık ki umut kırıcıydı. Bunun üzerine Bakunin, “peki şimdi ne halt edeceğiz?” diye sormuştu, iyice yıkık bir ruh haliyle (E. H. Carr, Romantik Sürgünler, Çev: Şamil Beştoy, Ataol Yay., 1991, s. 197)

TOPLUM DİBE VURUNCA…

Devrimci kabarış dönemlerinde canlanan anarşizm, toplumun karamsarlıkla dibe vurduğu dönemlerde istiridye gibi kabuğuna çekilir. Birazdan ele alacağım yeni çıkmış bir kitaptaki şu saptama da bunu doğrular gibi gözüküyor: “Anarşizm on dokuz ve yirminci yüzyıl boyunca isyanlar ve özerk tasarılar biçiminde başkaldırının parlak alazlarıyla harlanmış olsa da bunlar aynı hızla tekrar sönmüş ve vahşice bastırılmıştır.” (Saul Newman, s. 20) (Birazdan kitabın künyesini vereceğim).

Türkiye’de de seçimlerden sonra dibe çöküş yaşanmakta ve yerel seçimler ortamı, durgunluk ve karamsarlıkla bataklığa dönmüş politik ortamın pis kokularını yaymaktadır. İnsanlar haklı olarak politikaya ilgilerini yitirmiş bulunuyor. Benzeri bir ortamı Saul Newman şu sözlerle belirtiyor: “… sıradan insanların normal politik süreçlerden büyük ölçüde koptukları, özellikle de mevcut ekonomik krizle birlikte, yönetimi yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda yürüttükleri varsayılan politik elitler hakkında ezici bir şüphecilik duydukları açık değil mi?” (S. Newman, s. 162)

Siyasi partilerin toplumun bu ruh halini görmeyip bataklıkta çırpınmaları hayret verici olduğu ölçüde seyirliktir de (eğer seyretmeye mideniz ve yüreğiniz elveriyorsa). Yeri gelmişken, son genel seçimlerin, politik arenaya fazlasıyla yoğunlaşmış biz “reelanarşist”leri yanlışladığını ve politik alanı toptan reddeden klasik anarşizmi bir kere daha doğruladığını belirteyim bu arada.

POSTANARŞİZMİN POLİTİKASI

Gelelim Saul Newman’ın kitabına… Livera Yayınları tarafından yeni basılan (2024) , editörlüğünü Güney Çeğin ve Kürşad Kızıltuğ’un, çevirmenliğini Cem Sili’nin yaptığı, yukarıda birkaç alıntı yaptığım Postanarşizmin Politikası adlı kitap, gündeme getirdiği ve tartıştığı konularla bir hayli ilgi çekici.

Toplumla birlikte anarşizmin de içine kapandığı bir dönemde, ele aldığı konuları böylesine vuzuhla tartışmaya açan kitabın şahsen bende canlandırıcı bir “ilaç” etkisi yaptığını belirtmeliyim.

Kitabın belli başlı yaklaşımlarından söz edeyim.

Son derece felsefî ve ağır entelektüel tartışmaları ele almasına rağmen Newman, “entelektüelizm”den uzak durmanın ve görüşlerini anlaşılır tarzda sunmanın üstesinden gelmiş.

Birincisi, çağdaş Post-anarşizmin savunucusu Newman, klasik anarşizmle ilgili olarak gayet objektif bir tutum almış ve kimilerinde gördüğümüz, klasik anarşizmin zaaf noktalarını kaşımak yerine, bu zaaflara değinmekle birlikte, onun kalıcı görüşlerine ağırlık verip klasik anarşizme sahip çıkmış.

İkincisi, Anarşizm içi farklı eğilimler arasındaki tartışmaları, herhangi bir akımı dışlamadan birleştirici bir şekilde ele almış, bir elini bireyci anarşizmin temsilcisi Stirner’e uzatırken diğer elini kolektivist anarşistler Bakunin ve Kropotkin’den çekmemiştir. O kadar ki, “anarko-kapitalizm”i anarşizm içi görmediğini belirtmekle birlikte, kapıları asık yüzlü bir kapı bekçisi havalarında bu akıma bile kapamamış, tartışmaya açık bir tavır almış.

Üçüncüsü, anarşizmi salt kendi iç düşünürlerine hapsetmemiş, daha sonraki süreç içinde katkıları aslında anarşizmi zenginleştirmek anlamına gelen Foucault vb. düşünürleri benimseyen bir tutum takınmış.

Dördüncüsü, anarşizm dışı komşu akımlarla kimi sorunları tartışırken kesinlikle sekter bir tavırdan uzak durmuş, onların haklı noktalarını da belirten alçakgönüllü bir tutum almış. “Reelkomünizm”den hayal kırıklığına uğrayıp anarşizmin kıyılarına yaklaşan kimi Marksist kökenli düşünürlerle tartışırken (M. Hardt, Negri, Laclau, Mouffe, Badiou) onları dışlamak yerine olumlu noktalarını belirtmekten geri kalmamış.

Kısaca belirtecek olursam, hem köklere sahip çıkmasıyla hem de dışa açık olmasıyla Saul Newman’ın günümüz anarşizminin olgunluğuna ilişkin çok olumlu bir örnek olduğunu düşünüyorum.

“ANARŞİST TAHAYYÜL” DİZİSİ

Daha da sevindirici olan, editörlerin “Anarşist Tahayyül Dizisi” başlıklı “önsöz”lerindeki şu satırlar:

“Bu noktada yeni tartışmaları beslemek ve mücadele alanlarındaki gelişmelerle paralel giden bir dizi estetik, felsefi, politik ve gündelik hayata açılan tartışmaya katkıda bulunmak üzere anarşist tahayyülün geniş etkisini dünyadaki yeni dönem çalışmalarla desteklemek üzere Livera Yayınları’nda Anarşist Tahayyül isimli bu kitap dizisini başlatıyoruz.” (s. 10)

Neredeyse Bakunin gibi, “peki şimdi ne halt edeceğiz?” diye sormak üzereydik. Livera, belki de yeni başlangıç için bir işaret fişeği fırlattı bu diziyle ve ilk kitabıyla.

(Not: Sanırım kitabın içeriğine ilişkin bir ya da iki yazı daha yazmam gerekecek.)


Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gün Zileli Arşivi