Ceren Gündoğan

Ceren Gündoğan

Islak Kum ve Zambaklar

Elene Naveriani’nin senaryosunu Sandro Naveriani ile birlikte yazıp yönettiği Wet Sand, taşraya özgü zorbalığın, cinsiyet ayrımcılığının ve homofobiyle mücadelenin filmi.

Karadeniz’in kıyısında yürümek, güneşin batışıyla muhteşem bir gökyüzü seyri demektir. Kumlara yalınayak basarken, akşam esintisi de denizi gibi sert olduğundan üşütmemek için suyla çok da temas etmemeye çalışırsınız.

Uzaklarda, koyu renkli denizin içinde bir mücadele vardır sanki hep. Denizin atları diplerde şaha kalkar, yukarıda yelelerini biz dalga olarak görürüz. Her nasılsa bu çetin mücadele kıyıya zarifçe akar. Karadeniz’in, kıyıdaki insanı kendine çekme özelliği vardır. Her deniz, dağ, orman gibi saygı gerektiren bir ruhu, uyulması hayati önem taşıyan kuralları… Sonra bir de inanılmaz güzellikteki kum zambakları… Bu eşsiz denizin insanı da kendisine benzer, bazen bütünüyle bazen de tek tük özellikleriyle.

Gürcistan’da bir köyde geçen 114 dakikalık Wet Sand (Islak Kum)’i başından itibaren o kumların üstünde geziniyormuşum gibi izledim. Farklı yerlerde de olsa benzer bir yapıya, coğrafyaya aşinalıkla. Bunda hayal gücü kadar çocukluk anılarının da etkisi olmalı. Nitekim Wet Sand, ilerledikçe Karadeniz’in kendine has öfkesini meşhur Gürcü öfkesi ile eşleşmiş görüyoruz. Gürcü Prenses Medea gerçekten de buralardan çıkmış gibi.

Elene Naveriani’nin senaryosunu Sandro Naveriani ile birlikte yazıp yönettiği Wet Sand’de, intihar eden Eliko’nun (Tengo Javakhadze) cenazesine gelen torunu Moe’nin köydeki "yerliler" ile çarpışmasını izliyoruz. Taşranın ve şehre uzaklığın sonucu olan değişime kapalılıktan mustarip köy halkı, yıllar önce köye yerleşen ve kendilerine hiç benzemeyen kibar bir adam olan Eliko’yu küçümser ve her bağnaz topluluktaki gibi ölmüş bir adamın ardından onun giyim kuşamıyla ve nezaketiyle alay eder. Taşraya özgü zorbalığın, cinsiyet ayrımcılığının ve homofobiyle mücadelenin filmi Wet Sand.

Tiflis’te yaşayan ve kendinden bahsetmek konusunda ketum biri olan Moe ise, dedesinin intiharı sonrasında kendisine miras kalan evi bile ardında bırakıp dönmek derdindedir. Maskülen tarzıyla Moe, kendine güvenen genç bir kadındır. Köydeki "Islak Kum" adlı barın sahibi Amnon’un haberdar etmesiyle bara gelen Moe, annesinin söylemesiyle dedesinin yıllar önce öldüğünü zannetmektedir. Tüm bu düğümler Moe için çözülürken yerel zorba Dato’nun (Zaal Goguadze) başı çektiği bir bağnazlık korosuna karşı çetin cevizliğini gösterir.

Islak Kum, zorbalığa, cahil cüretkârlığına karşı yaşam tarzı ve cinsiyet ayrımcılığında nasıl bir tutum takınmak gerektiğini gösteriyor. Moe’nin, Dato özelinde hiçbir ayrımcılığa ve hakarete pabuç bırakmayan tavrı, inadı hepimize cesaret verecek türden. Günden güne artan ekonomik sıkışmışlığa, toplumsal yargıların baskı ve zorbalığı da eklendiğinde yaşam alanlarımızı korumak da güçleşiyor. Islak Kum gibi homofobiye karşı incelikli yazılmış, düşünülmüş filmler sanırım herkese iyi gelecektir.

Filmin özellikle başlarında birkaç kere yakaladığım kameranın titremesi dışında çekimler de ışık da güzeldi. Amnon’un barının çok güzel bir mavi olan boyası ve fayansları ise eskitilse, salaş hale getirilse çok daha filme uygun olurdu kanımca. Amnon rolüyle Locarno Film Festivali En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Gia Agumava da, Moe rolündeki Bebe Sesitashvili de, Amnon’un barında çalışan Fleshka rolündeki Megi Kobaladze de gayet iyi performans gösteriyorlar. Evine alıcı çıkarsa satıp Tiflis’e gitmeyi planlayan Fleshka’nın montunda yazan "follow your fucking dreams" ise her düşüşten sonra inatla kendini ayağa kaldıran herkesin mottosu gibi.

Cinsiyet kimliğine yönelik ayrımcılığa karşı 2012 yılından beri hukuksal yaptırımları olan Gürcistan’da, Ortodoks-Hristiyan inanışıyla bağdaşmadığı gerekçesiyle eşcinselliğe tepkisiyle toplum, düşünce yapısı açısından devletten geride kalıyor. Şehirli Moe üzerinden görünen, şehirde özgürlüklerin daha yaşanır olduğu. Film de zaten Gürcistan’ın bir köyünde geçiyor. Köy ise, yekpare bir bütün değil. Orada Spero (Kakha Kobaladze) gibi, evladını Karadeniz’in sularına kaptırmış, homofobiye yüz vermeyen acılı insanlar da yaşıyor.

Tutucu bir toplumun bağnaz sakinleri arasında, onlardan olmayan, onlar gibi düşünmeyen, onlar gibi yaşamayanların gizlice tuttuğu yaslara, gizlenmek zorunda kalan tutkulara, özlemlere ve özgürlüklere ise filmin Medea’sı Elika’dan bir şişe şarapla cevap var.

Moe, ölümünden sonra tanıştığı dedesinden bayrağı devralır, o tam da gelecek nesillere uygun bir yaşama direnciyle anne ve dedesinden farklı olarak, kendini gizlemez. Bağnazlığa ve yerel zorbalara karşı mükemmel bir dirim ve inatla karşı durur.

Güzelim Karadeniz sahili, bana, kum zambaklarıyla dolu akşamüstü yürüyüşlerini hatırlattı. Sakarya’ya bağlı Karasu’da geçirdiğimiz yazları… 1990’lı yıllarda annemle Karasu’ya gitmek için Adapazarı’ndan bindiğimiz Karasu minibüsü durdurulduğunda, jandarma kimlikleri toplamıştı. Mevsimlik işçilerin bölgeye geldiği yıllardı. Dersim’e girişte kimlik kontrolüne aşinaydık da Karasu’ya girişte buna ne gerek vardı, diye düşünürken, annemle benim kimliklerimizdeki kütük hanesini gören jandarma eri, boncuk bulmuşçasına bir tonda "komtanııım!" diye seslendi. Annem neden buraya geldiğimiz üzerine vs. sorgulandıktan sonra "gidebilirsiniz" dendi. Karasu’da Kürt düşmanlığının başkaca örneklerini de yaşadık, gördük. Islak Kum, benim için biraz da bu geçmiş olumsuz anıları sağalttı. Moe gibi dirençli olmak gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ceren Gündoğan Arşivi