Baskın Oran
İsveç’teki rezaletin akla getirdikleri ve öğrettikleri
İsveç’te, önceden ilan ederek ve devlet güvenlik güçlerinin gözetimi altında, T.C. Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim yakıldı. Olayın akla getirdiklerini sırayla yazayım.
***
1) Bunu yapan, İsveç ve Danimarka çifte vatandaşı. Danimarka’daki İslam karşıtı, aşırı sağcı ve ırkçı Sıkı Yön Partisi (Stram Kurs) lideri Rasmus Paludan adlı kişi.
Bu türden şahsiyetlerin artık ezberlediğimiz özelliklerini bu vesileyle sıralamakta:
“Şiddete karşıyım” diyor. “Bana aşırı sağcı diyemezsiniz; Danimarka ve İsveç anayasalarına uyulması gerektiğini düşünmek aşırı sağcı olmak anlamına gelmez” diyor. Sanki, farklı dinden insanların kutsal kitabını aşağılamak bu iki demokratik devlette anayasa hükmüymüş gibi.
Şöyle tamamlıyor: "Eğer ifade özgürlüğünün olması gerektiğini düşünmüyorsanız, o zaman başka bir yerde yaşayabilirsiniz." Sanki, böylesine bir rezillik ifade özgürlüğüymüş ve nefret suçunun dik âlâsı değilmiş gibi.
Özetle, “Ya Sev Ya Terk Et” diyor.
***
Yetmiyor, İsveç vatandaşı Khamzat Chimaev'in eyleme tepki duyarak kendisine terörist demesinin ardından, ırkçılığını (ve hasta beynini) ezcümle şöyle sergiliyor:
“Chimaev İsveçli DEĞİLDİR. Çeçendir. Asla İsveçli olamayacaktır. Ayrıca ismi İsveçli ismi değildir. Kız çocuğu gibi sinirlenivermektedir. Çok feminendir. Bana ettiği hakarete cevabım ve bütün Çeçenlere özel selamım olarak bu aptal kitabı Rus büyükelçiliği önünde yakmayı da düşünebilirim.”
Marx “Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!” demişti. Onlar birleşemedi ama bugünkü ortamda faşistler birleşiyor: Son olarak, Hollanda’da Pegida isimli İslam karşıtı grubun lideri Edwin Wagensveld, Lahey’de Kur’an sayfalarını yırttı. Daha önce de iki kez aynı şeyi yapmış ve gözaltına alınmıştı, bu kez müdahale görmedi. Çünkü sağcılar/faşistler birleşiyor artık.
Buradan tekrar tekrar öğrendiğimiz:
Kimi insanların inandıkları simgeleri, o insanlara acı vermek ve onları aşağılamak amacıyla tahrip etmek hiçbir biçimde ifade özgürlüğüne girmez. Sadece ve sadece nefret suçuna girer. Dahası, bu insanlık suçunun ifade özgürlüğü kisvesine bürünerek işlenmesi rezaletin son perdesidir.
***
2) “Biz İsveç’i gözümüzde büyütmüşüz” diyerek işin içinden çıkmak mümkün. Mümkün ama yetersiz. Olay şu:
Tüm dünyayı talan etmiş olan emperyalistler şimdi bunun bi tür fiyatını ödüyorlar: Bir yandan büyük ekonomik zorluklar diğer yandan vahim antidemokratik baskılar yüzünden (elhamdülillah bizde her ikisi de eksiksiz mevcut) o zavallı ülkelerden canını buralara atan mültecilerin akınına uğramaktalar.
İşte bu görülmedik uluslararası konjonktür bu Batılı ülke halkları arasında sağcı ve hatta ırkçı tepkileri güçlendiriyor, böyle partileri iktidara getiriyor veya iktidar ortağı yapıyor. 1930’lardan beri sosyal demokratların uygar yönetimini yaşamış olan İsveç de nasibini almakta.
(Parantez: Baba Diyalektik’i hatırlattı mı? Adı lazım değil, bir ülkede kız öğrencileri başörtülü diye üniversitelere sokmayan, şiir okuyan siyasetçileri de içeri atıp “Artık muhtar bile olamaz” diyen zavallı zihniyetin, nefret ettiği zavallı karşı zihniyeti kendi eliyle iktidara getirmesini hatırlatmıyor mu? Devam edelim.)
***
Böyle olunca, o uygar ülkenin (Birgitta adlı eşi bu hafta Luteryen rahibi unvanı alan başbakanı Kristersson bu sağcı gidişe ayak uydurup oy avına çıkıyor. Ukrayna olayından nasıl sıyıracağını şaşırmış bir Putin sanki İsveç’i işgal ediverecekmiş gibi, NATO diyor başka bişey demiyor.
Tutarsızlığı da diz boyu. Söylemini meşrulaştırmak için, Erdoğan’a benzetilen bir kuklanın ters asılmasını “Bizim NATO’ya girmemizi sabote ediyor” diye yorumlarken yatakta öbür yanına bi dönüyor, Paludan isimli faşistin önceden planlayarak ilan ettiği nefret suçunu rahatça icra edebilmesi için İsveç polisini görevlendiriyor.
Yetmiyor, o uygar ülkenin dışişleri bakanı T. Billström da sıkılmadan konuşuyor: “İsveç yasalarına göre, ifade özgürlüğü bunun [Kur’an yakmanın] yapılmasını yasal kılar.”
Bakanlığının İstanbul başkonsolosluğu çalışanlarının kapıya astığından utan be adam: “Bu kitap yakma olayı aptallarının görüşlerini paylaşmıyoruz.
Yetmiyor, "İsveç ve diğer tüm NATO ülkelerinde ifade özgürlüğünün değerli bir kazanım” olduğunu söyleyen NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, ki olayın başından beri dikkatleri üzerine fazlasıyla çekmekte, demokrasilerde bu tip protestoların "otomatikman yasa dışı olmadığını" söyleyebiliyor.
Uzattık; İsveç gözde büyütülecek yer değilmiş de neymiş şu anda?
Şuymuş: Böylesi bir konjonktürde böyle bir uygar ülkenin bile başına şu veya bu biçimde sağcı hükümet gelirse, böyle hiç beklenmedik faşizan rezaletler çıkabilirmiş.
Öğrendiğimizi özetle söylersek, lafımız meclisten dışarı, Balık Baştan Kokarmış.
***
3) Gelelim kendi iç politikamıza ilişkin şeylere. Paludan faşisti konuşuyor:
“Türkiye'ye karşı gol attığımı sanıyordum ancak hayal ettiğim gibi sonuçlanmadı." Oysa, Türkiye’ye daha ne gol atacaksın be adam; Erdoğan’ın ekmeğine 3 kat reçel sürdüğün yetmiyor mu:
a) Reis’in daima en büyük dayanağı olmuş mazlumiyet iddiasına muazzam katkı yaptın;
b) Erdoğan’ı Putin nezdinde daha da makbul eyleyerek güçlendirdin çünkü İsveç ve Finlandiya'nın NATO’ya girişini iyice zorlaştırdın;
c) Türkiye İslamo-faşizmine can suyu verdin: Anadolu Gençlik Derneği ve Milli Gençlik Vakfı, Kur’an yakma rezil olayını İsveç Başkonsolosluğu önünde "Yaşasın Şeriat" ve "Tek Yol Şehadet” sloganları atarak protesto etti.
***
Kendi durumumuzu ilgilendiren esas olayla bitirelim:
T.C. Dışişleri Bakanlığı 21.01.2023 tarihinde 21 no’lu bir duyuru yayınladı ve “… kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’e karşı” diyerek saldırıyı lanetledi. Aynı bakanlığımız, yukarıda sözünü ettiğim Hollanda’daki Kur’an yırtma olayı hakkında da aynı “kutsal kitabımız” ifadesini kullandı.
Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanlığı, yani “monşer” diye andığımız kariyer diplomatlarının artık “yerli ve milli”leştirilmiş bakanlığı, “İslam’ın kutsal kitabı” demiyor; “Kutsal kitabımız” diyor.
Çünkü Reis daha önce yol göstermiş: “Türkiye Cumhuriyeti’nin veyahut Müslümanların dinî inancına saygı göstermiyorsanız…
Bu vesileyle öğrenmiş oluyoruz ki 11.04.1928 tarihli Anayasa Md. 2 değişikliğinden öncesine dönmüşüz, haberimiz yokmuş. Yani o maddenin o tarihte kaldırılmış olan ilk cümlesi geri getirilmişmiş meğer: “Türkiye Devletinin dini, Dîn-i İslâmdır.”
Hiçbir laik ülkede yöneticiler kalkıp da devleti temsilen “benim dinsel inancıma saygı göstermelisiniz” diyemez. Çünkü laik ülkelerde devletin dini, dinsel inancı olmaz. Vatandaşların olabilir sadece.
***
Şimdi, ilk elde şunu beklemedeyiz artık:
Yine 1928’de “namusum üzerine söz veririm” diye bitecek şekilde değiştirilen 1924 Anayasası Md. 16’nın eski haline döndürülmesini:
“Vatan ve Milletin saâdet ve selâmetine ve Milletin bilâkaydüşart hâkimiyetine mugâyir bir gâye takib etmeyeceğime ve Cumhûriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma vallahi.”
Baskın Oran: 1945 İzmir doğumlu. Uluslararası ilişkiler emekli profesörü. Özellikle azınlıklar üzerine çalışıyor. 1968’de bitirdiği SBF’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl üniversiteden atıldı, her seferinde Danıştay’da kazanarak döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi ECRI nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İHDK’nın Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard’da (2009) dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de Ermenilerden Özür Kampanyası’nı başlatan 4 kişi arasında yer aldı. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde Akil İnsanlar Ege heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’deki lisansüstü dersleri Temmuz 2016’daki OHAL’den sonra kaldırıldı. 1985’te başlayan haftalık yazıları günümüzde Agos ve Artı Gerçek’de çıkıyor. 90’ı aşkın bilimsel makalesi ve 3’ü yurt dışında da olmak üzere 26 kitabı yayınlandı (https://baskinoran.com/)