Şahap Eraslan
İtaat kültürü 10: Ödipus ve itaat
Psikanalizin en önemli kuramı ödipus karmaşasıdır. Bu teori bize otoriteyle (babayla) çocuğun aralarındaki çatışmayı nasıl çözebildiklerini anlatır. Çocuklar gelişirken anne ve babanın kendi aralarında, çocuğun dışında bir ilişkileri olduğunu kabul etmek istemez, anneyi ve babayı kendileri sahiplenmek isterler. Çocuk annenin sadece anne olmadığını, aynı zamanda babasının da eşi olduğunu anladığında bu durumdan rahatsız olur. Çünkü çocuk annenin her şeyi olmak ister. Bu durumda babayı dışlamayı dener. Bazen duyarız çocuklardan: “Ben büyüyünce annemle evleneceğim!” Bu söylemle çocuk, babayla anne arasındaki karı-kocalık ilişkisini kast etmez; anne ve babaya sahip olmak, anne ve babanın kendi aralarında yaşanan, çocuğun dışlandığı bir ilişkiyi reddetmeye dairdir. Çocuk dışlanmış olmakla baş edemez.
Ödipus karmaşasında çocuk bir dönem sonra baba gibi olamayacağını, yetersizliğini kabul eder. Bunun bir diğer anlamı da yetersizliğini gidermek için babaya özenmesi gerektiğinin, babanın yeteneklerini edinmesi gerektiğinin farkına varmasıdır. Aslında bu kabul etme bir tehir etmedir aynı zamanda. İlerleyen yıllarda çocuk gelişirken tehir edilen çatışma yok olmaz, üzeri örtülür. Daha sonra çocuk anneyle evlenmenin anlamlarını kavrar ve ensest tabudan ötürü anneyle evlenilmeyeceğini anlar. Bu arada zaten annenin ‘dünyanın en güzel kadını’ olmadığını da anlamıştır ve başka genç kadınlara ilgi duyar. Ama babayla arasında olan ‘Kim daha yeterli? Ben babam kadar donanımlı mıyım?’ sorusuna bağlı çatışma ortadadır. Psikanaliz bu çatışmada çocuğun babasını sembolik olarak geçmesini ve babanın da çocuğun gelişmesini kabul edip takdir ettiğinde ödipal çözümün, yani olgunlaşmanın gerçekleşeceğini anlatır.
İslam kültürünün babayı kutsal yerine koyması ve babaya yönelecek çatışmaları yasaklaması bu çelişkinin çözümünü, gelişmeyi ve olgunlaşmayı sorunlu yapıyor. Babayı eleştirmek günahtır, hayırsız evlat olmaktır. Bunun bir diğer anlamı da şudur: Kuşaklar arası çatışmada İslam, yaş hiyerarşisinden ötürü yaşlı kuşaktan yanadır. Toplum, aile ve Tanrı yaşlıların ya da babanın geçilmesine ve eleştirilmesine şiddetle karşıdırlar. İslam ülkelerindeki ödipal çözüm babayı/otoriteyi geçmek yerine geleneğin sürdürülmesi biçiminde şekilleniyor. Bu çözüm biçimi otoriteyi yenilmez ve geçilmez kılıyor. Bu da çocuğu ömür boyu itaate zorluyor. Bu durum çocuğu arka teker olmak zorunda bırakır. Buradaki öfke de ötekine projekte edilir.
Problem İslam kültüründe mi? Hayır. Değişimin yavaş olduğu kültürlerde bilgi zor elde edilen ve uzun dönem geçerliliği olan bir şey ve çok değerli. İşte bu değerli bilgiye de yaşlılar hakim. Çocuğun büyümesi, babasının becerilerini edinmesi onu babadan bütünüyle bağımsız yapmıyor. Babanın istisnai durumlarda geçerliliği olan yaşamsal bilgilere sahip olması evladı babaya bağımlı kılıyor. Mesela bahçeciliği babanızdan öğrendiniz. Bu anlamda yaşamsal olarak artık babaya görünürde bağımlı değilsiniz. Ama beklenmeyen, olağandışı durumlarda bu bilginiz size yeterli gelmeyebiliyor. Mesela bir kuraklıkta sorunu nasıl çözeceğinizin bilgisini evlat değil baba bilmekteydi ve bu bilgi varoluşsal değerdeydi. Ya da bitkilere musallat olan bir hastalığa karşı alınacak önlemi de baba biliyordu.
İngiliz filozof F. Bacon’ın “Bilgi güçtür” sözü işte bu duruma işaret ediyordu. Günümüzde bilginin kalitesi ve niteliği değişti. Ve bu bilgi babadan öğrenilmiyor. Babanın geleneksel bilgi üzerinden edindiği güç de yok oldu. Ama baba hala bilgisizliğine rağmen otoritesinin kabul edilmesinin derdinde. Sıradan bilgiye bile yeni kuşak kısa zamanda ayrıntılı bir biçimde ulaşırken babanın günümüzde işlevini yitirmiş, çoğu da yanlış olan bilgiler üzerinden otorite kurma çabası sıkıntı yaratıyor. Bu durum babayı komik bir figüre, karikatüre dönüştürüyor, ama baba hala kendisinin güçlü, bilgili ve saygın bir otorite olduğunu sanıyor... İşte ödipal direniş; çocuğu aşağılamanın hayatta karşılığı yok. Okur-yazar olmayan babanın doktora yapmış çocuğuna ders vermeye çalışması işi karmaşık hale getiriyor. Babanın bilgisinin artık hayatımızdaki karşılığı çok az ve babalar/yaşlılar bunu, yani çocuklarının bazı alanlarda kendilerini geçtiğini kabul etmiyorlar.
Babalık psikanalizde bir pozisyondur ve bu pozisyondaki kişi otoriteyi ve toplumsal değerleri sembolize eder. Bu kültürde baba bir yandan kutsanırken, aynı zamanda dolaylı olarak değersizdir de. Baba güzellemeleri bu değersizliğe çekilen fondötendir. Freud, tanrı figürünün “yüceltilmiş baba” olduğunu anlatır. Eğer reel baba değerliyse bir kişinin yüceltilen babaya (tanrıya) gereksinimi yoktur. Muhammed’in “yaşamış en ideal erkek” ya da “en mükemmel erkek” anlatısında da yüceltilmiş erkek/baba yok mudur? Alevilerin oturma odalarında duvara asılı Ali resmi “güzel, ideal” erkek/baba değil midir? Atatürk’e verilen “ata” ismi, sembolik olarak yüceltilen bir ‘ulusal baba’ değil midir? Kısacası, kültürde karşımıza çıkan bu “ideal baba” gereksinimi reel babadan hoşnutsuzluktan, çok erken yaşlarda reel babanın yüceltilemez olmasından kaynaklanan bir baba sorununa işaret eder. Erdoğan’a, Bahçeli’ye yüklenen misyon ve beklentide de o eksiklik duyulan baba arayışı yok mu?
Burada bir konunun altını çizmek isterim, çünkü bu yanlış anlaşılmalarda merkezi bir rol oynuyor: Deneyimin (Erfahrung) ve görüp geçirmenin (Erleben) farklı şeyler olduğunun farkına varmak çok önemli. Yaşadığımız bir şeyin deneyim olabilmesi için, üzerine bir refleksiyonun olması ve bir dahaki sefer benzer bir olayla karşılaştığımızda bir üst düzeyde, daha derinlemesine yaşamamız gerekir. Halbuki görüp geçirmek (Erleben), refleksiyon ve derinlik olmadığından dolayı gelecek seferde de aynı ya da benzer şekilde yaşanır. Örneğin bir insanla duygusal ilişkiye giriyorsunuz, bitiyor. İkinci, üçüncü ve dördüncü insanla da benzer biçimde tanışıyor, benzer şeyler yaşıyor ve benzer biçimde ayrılıyorsunuz. Deneyimlenmiş bir ilişkide, birinci ilişkinin sonrasında çıkarılan duygusal bilanço, ilişkiye eleştirel ve özeleştirel yaklaşım, ilişkiyi kapatma ve refleksiyon olduğundan, ikinci ilişki birincisinden çok daha farklı olur. Günümüzde yaşlı kuşağın genç kuşağa aktaracağı ve genç kuşağın yararlanacağı çok az deneyim var. Üstelik görmüş geçirmişlik (Erleben) deneyim (Erfahrung) gibi anlatıldığından çok da çekici olmuyor. Bu durum da ödipal olgunlaştırıcı çözümleri zorlaştırıyor. Bunlara rağmen, genç kuşağın yaşam koşullarından ötürü bağımsızlaşamaması onları itaate zorluyor.