Şenay Aydemir
‘İyi’ olmayınca, kötü de anlamsızlaşıyor!
Joker’in beyaz perdede ilk görkemli arzı endam edişi Tim Burton’un 1989 tarihli “Batman” filmiyle olmuştu. Bu filmin büyük ilgi görmesinde yönetmenin mahareti bir yana ‘kötü’ karakterin iyi çizilmiş olmasının da payı büyüktür. Jack Nicholson tarafından canlandırılan Batman’ın baş düşmanı Joker de en az esas karakter, hatta yer yer daha fazla ilgi görmüştü. Bu durum Christopher Nolan imzalı 2008 tarihli “The Dark Knight”da Heath Ledger’ın efsanevi performansında daha da belirginleşti. Hatta bu film Batman’dan çok Joker’in filmiydi bile denilebilir.
Çizgi roman dünyasının iki büyük tekeli Marvel ve DC söz konusu olduğunda kimin pazar payının, okur ve izleyici sayısının fazla olduğu başka tartışmaların konusu olabilir. Ama mesele kötü karaktere geldiğinde DC’nin eline su dökemez ötekisi. Sadece Batman evrenindekiler bile yeter. Joker, Penguen, Harley Quinn, Poison Ivy, Ra’s al Ghul, The Riddler, Mr. Freeze, Two-Face… Liste uzar gider. Bu kötüleri etkileyici kılan şey, aslında kötülüğe sürüklenmiş olmalarıdır. Ya geçmişlerindeki bir travma ya toplum tarafından dışlanma ya da alt sınıftan olup zenginlere karşı duyulan öfke vardır bu kötülüğün kaynağında. Anlatı, karakterlerin öfkesinin meşruluğuyla başlar çoğu zaman. Ama özellikle sinemada bu öfke masum insanlara yöneltilir bilinçli olarak. Böylece karakterimiz “haklıyken haksız duruma düşer." Ve süper kahramanın ‘ahlaki üstünlüğü’ devreye girerek son sözü söyler.
DC evreninin kötülerini, bu kötülüğü ortaya çıkaran koşulları, temsilin on yıllar içindeki dönüşümünü daha fazla merak edenler bu pazar günü Artı TV YouTube kanalında yayınlanacak Burak Göral ile yaptığımız Netlik Ayarı programını kaçırmasın derim.
Mevzuya dönersek, böyle bir çerçeve çizerek başlamamızın nedeni, 2019 yılında gösterime giren ve Venedik’te Altın Aslan ödülünün yanı sıra Joaquin Phoenix’e erkek oyuncu Oscar’ını kazandıran “Joker”in devam filmine dair kelam edebilmek. Yönetmen Todd Phillips’in yine Scott Silver ile birlikte kaleme aldığı “Joker: İki Delilik” (Joker: Folie à Deux) tek başına anlamlı olabilirdi belki. Ama seyircinin hikayenin iki karakterine yani Joker ve Harley Quinn’e dair bilgi ve beklentisi her şeyi akamete uğratıyor.
İlk filmde, Arthur Fleck adlı bir adamın yeteneksiz bir palyaçodan, soğukkanlı bir katile (Joker) dönüşümünü izliyorduk. Bunu yaparken de seyirci ile karakter arasındaki ilişkide tehlikeli sulara giriyor, ikimi zaman empati kurmak için alan açıyor, kimi zaman onu sevmeye zorluyordu bizi yönetmen. Bu haliyle Martin Scorsese’nin “Taxi Driver”ını andırdığı çokça yazılıp çizildi. 2022 tarihli “The Batman’ filmiyle iyice karanlık bir noktaya çekilen bu evrende eksik olan şey deliliğin estetiğiydi demek ki. “Joker: İki Delilik” adından da anlaşılacağı üzere ‘delilik’ üzerine daha çok.
Joker, ilk filmin ardından içeri atılmış ve mahkeme gününü beklemektedir. Kayıtsızca yaşar hayatını. Ancak bir gün hapishanede genç bir kadın görür. Kadının ilgisi Joker’i yeniden hayata tutunmaya iter. Bir yanda avukatı onu Arthur olmaya, Joker’in saldırgan ikinci kişili olduğunu savunmaya ikna etmek için uğraşır. Diğer yanda genç kadın (Harley Quinn) içindeki Joker’i salması için onu durmadan tahrik eder.
“İki Delilik”in sorunu filmi aşan çok büyük bir evrenin parçası olan karakterlere ve hikayeye sahip olması.
Misal, akıl hastalarının tutulduğu bir yerde karşılaşan iki insanın aşkını müzikal dille anlatan bir film olsaydı, biz bu karakterleri hiç tanımasaydık başka bir serüveni olabilirdi filmin. Ya da 13 bölümlük bir Joker dizisinin bir bölümü olarak anlam kazanabilirdi film. Ancak, ilk filmin görkeminin yanında buradaki hikaye çok sönük kalıyor.
Aşk hikayesi olduğu için değil, metin incir çekirdeğini doldurmaktan uzak olduğu için. Zaten saplantılı olduğu için anlamlı ve ilgi çekici olan bir ‘aşk hikayesi’ni müzikal dokunuşlarla anlamsız bir romansın konusu haline getirdiği için. Durmadan kendini tekrar etmek zorunda kaldığı, bir önceki filmde ortaya çıkar karakter üzerine yeni hiçbir şey söylemediği için zayıf bir film “İki Delilik”
İlk filmdeki medya ve toplumun ustaca kullanımının bırakılıp birer dekora dönüşmesine izin verildiği için işlemiyor yapı. Joker’in dışarıdaki destekçilerinin de, hapishanedeki dostlarının da motivasyonunu anlamadığımız için ikna etmiyor anlatı. Bir o kadar da “Müzikli film varsa Layd Gaga oynar” parlak fikrini ilk kim ortaya attıysa o sorumlu bundan! Ezcümle, film ne ‘Joker’in ne de ‘delilik’in hakkını veriyor.
Yazının girişinde ‘güçlü kötü’ karakterlerin filmler güç kattığını belirtmiştik. Belki karşılarında ‘erdemli iyiler’in varlığı da onları anlamlandırıyordur. Kötülerin varlığı, iyilerin erdemlerinin altını oymayacaksa kötülüğün ne anlamı var ki? Bu filmin bir sıkıntısı da bu sanki. Her taraf kötü olunca, denge kuracak bir nirengi noktası da bulunamıyor.