Fadıl Öztürk
Kahırla yaşıyoruz...
Onlar gibi düşünüp davranmadığımız için her birimiz değil okuldan uzaklaştırma, sınıfta bırakılma anlarımızı, okuldan atıldığımız zamanları, geri dönüp asla telafi edemeyeceğimiz, bizden alınmış, çalınmış zamanları sil baştan kahırla yaşıyoruz...
Bir nedenle bir yerden başka bir yere gitmek için gittiğimiz terminallerde otobüsleri, garlarda trenleri, havaalanlarında uçakları kaçırdığımız anları yaşıyoruz. Zamanı başa sarıp ne geri dönecek şehrimiz ne de o şehirde bir evimiz var. Arandığımızda kapıları kırılarak girilen evlerimizi bir bir yok ettiler. Önden ve yandan çekilmiş, altta bize verdikleri numara ve boyumuzu gösteren siyah beyaz fotoğraflarda, zorla alınmış parmak izlerimizde yaşar kıldılar bizi. Artık dünyanın kocaman suç mahalline döndüğü kahır zamanlarda yaşıyoruz...
Bir kavgada veya bir taleple bir araya gelmiş haklı bir mitingde polis tarafından darp edilirken gösteri yapma amacımızın değil, dağılırken aldığımız yaraların ‘suçumuza’ delil sayıldığı, sadece gözlerimizin değil, hayatımızın da yıllarca bağlandığı dönemdeyiz. Yargılanma süreçlerinin tam bir zaman kaybı olduğu, önceden verilmiş peşin hükümlerle cezaevlerinde tutsak ediliyoruz. ‘Asmayalım da besleyelim mi? ’zamanlarından da geriye düştüğümüz kahır zamanlarda yaşıyoruz.
Canımızı kurtarmak için nereye kaçarsak kaçalım kayıt altına alındık. Alt alta yazılmış suçlu listelerine vurulmuş mühürle resmiyet kazandı aranmamız. Karanlık ve rutubetli hücrelerde tek başına tutularak ‘terbiyelerine’ tabi tutulduk. Kadın erkek ayrımı yapılmadan çıplak aramalarla bir yerden alınıp, çıplak aramalarla bir başka yere teslim edilirken şiddette ‘eşitlendik’. Elde kalan ölü ve sağlar olarak teslim ve tesellüm belgelerinde kayıt altına alındık. Şimdi dünden de kötü, kahır zamanda yaşıyoruz...
Her kayıp ilanı, ondan önceki kayıpların asla bulunmayacağı garantisi sayıldığı zamana yaka paça, sürüklenerek getirildik. Her birimizin hayatı ölüsü olmayan birer boş mezara döndü. Acımız nakaratı iniltilerden ibaret olan, çıktığı dudağı ateşiyle yakan uzun bir şarkıdan sokaklara, evlerin içine damladı. Zulümle yıpranarak dökülen, kurşunlarla delik deşik edilmiş gündüz ve geceleri giyerek dolaşan, sevinci hep yarına ertelenen kahır zamanlarda yaşıyoruz...
İktidara geldikleri günden bugüne hepimizin doğal kaynaklarını, dağını, ormanını, akar suyunu yandaşlarına peşkeş çekerek insanları adaletsizliğe, ölüme, açlığa, yoksulluğa, umutsuzluğa, zulme mahkûm ettiler. Bugüne kadar tüm zulümleri kaldırdık, daha da kaldırırız
Futbol maçlarında ırkçıların ırkçılığı kınadığı, çocuklarımızın sağ çıktıkları evlerine ölü gönderildiği, milyonlarca insanın haşarat olarak tanımlanıp kitlesel imhanın önünün açıldığı, çocuklarımızın tecavüz edilerek katili tarafından yol kenarına bırakıldığı kahır zamanlarda yaşıyoruz...
Bir dilin olanca olanağını kullanarak roman, öykü, şiir yazanların, resim yapanların, film çekenlerin, o filmlerde oyunculuklarıyla bizi kendine hayran bırakan aktörlerin; oyunlarıyla tiyatro salonlarını doldurup boşaltanların, sanatın herhangi bir dalında öne fırlamışların yani kadınlara karşı incelikli davranmasını beklediklerimizin kadına karşı şiddet dilini kullanarak taciz eden, en basit tanımıyla cins olarak kendini kadınla eşitlemeyip hayatını ‘erkek’ yaşayanların, bizi hayal kırıklığına uğrattığı kahır zamanlarda yaşıyoruz...
Yaşaya yaşaya öyle bir yere getirildik ki, sokaklar bomboş, herkesi gönüllü olarak kendi evlerinin içine hapsettiler. Büyük şehirlerde işe gecikme nedeni yoğun trafik değil artık. Mecbur kalmadıkça uzun yolculuklara çıkmıyor hiç kimse. Mola yerlerinde ‘çaylar şirketten’ çoktan tarihe karışmıştı zaten. Her gün trafik kazalarından kat be kat fazla insan salgından ölürken başka hastalıklardan ölmüş gibi gömülüyorlar. Ölümün bile bir başka ölümle gizlendiği bir dönemde yaşıyoruz...
Tıka basa dolu tüm hastaneler. Aciller mahşer yeri, yoğun bakımlarda yer yok. Doktorundan hemşiresine varıncaya kadar tüm sağlık çalışanları göğüs göğüse bir muharebedeymiş gibi her gün onlarca kayıp veriyor. Salgına yakalananlar kendi ölümünü evine götürmeye adeta mecbur edilmiş durumda. Hasta yakalandığı salgını evdekilere bulaştırdığında evin o güne kadar özenle bakılıp beslendiği kişisi bir anda evin Azrail’i oluyor...
Paranın değeri hızla düşerken ölüm ve zulüm asla ‘değer’ kaybetmiyor. Salgın gelip bulmasa da işsizlik, parasızlık, faturalar, çocuğunun ihtiyaçları gelip buluyor o güzelim insanları. Tek tek veya ailece ne bulurlarsa onunla hayatlarına son veriyorlar. İnsanların yokluk ve yoksulluğun pençesinden kurtulmak için hayatlarına son verdikleri kahır zamanlarda yaşıyoruz, yaşadığımıza yaşamak denilirse eğer...