Fadıl Öztürk
Kaldık...
Kaldık, bir meydan muharebesinin içinde kalır gibi. Safımız doğmakla belirlenmişlerin safı. Geriye gidemiyoruz, ileriye tuzaklar döşenmiş. Sağlar bir bir düşüyor hayattan. Gece çıkıp gezemiyoruz rüyalarda, başımızı koyduğumuz yastıklarda külçe gibi kaldık. Ölüleri kalbimize gömerek kendimizle taşıyoruz.
Kaldık kendi içimizde bir başımıza. Bizi merak edenlerin uzağa dikilmiş gözlerinde kaldık. Sevmesini bizimle tamamlamak isteyenlerin eksikliği olarak kaldık.
Zamanın bir kan kaybı olduğu, cinayetlerin işlediği anda kaldık. Varlığımız çok önce ‘armağan edilmiş’, devlet kapısında gıyabında yaşamakla geçti ömrümüz. Gitmekle varılmayan, geri dönmekle ulaşılmayan, çayların şirketten olmadığı şehirlerarası yollarda yolcu olarak kaldık.
İktidar, muhalefetmiş gibi asla yerine getirmeyeceği/getiremeyeceği bilinen vaatlerde bulunuyor, muhalefet; iktidar mı muhalefet mi hiç belli değil. Orta yerde bir başınayız. Ağzını bıçakların açmadığı sözcüklere kaldık. Aklımız uçtuğu dala bir daha dönmeyecek kuş gibi havada, her hak arayışımız suça delil...
Bizi ‘biz’ olmaktan, kendilerini ise ‘onlar’ olmaktan bile çıkardılar. Çıkışa giden bütün yollar dumanlı, yönler bir pusuladan yere dökülmüş gibi durmadan kan kaybeden yaralı. Olduğumuz yerde aslını yitirmiş suret gibi kaldık.
Bağırıp çağırarak birbirimizi arar hale geldik, tıpkı yıkıntılar arasında kalanlar gibi. Kurtarmaya gelenleri göçüktekiler ölmeyerek kurtarıyor. Sesin çarpıp geri döndüğü duvarlarla yüz yüzeyiz.
Dönüyoruz ama izlerimizi tipi örtmüş, uzağı mı yakın ettik yoksa ısınmak için yakınları mı yaktık, bilmiyoruz. Bir başımızayız, herkes kutuplara çekilmiş sadece kendimizden haber alabiliyoruz.
Yolları karın tipinin değil, yorgunluğun kapattığı; Her gözaltının, her yargılamanın, her yaralı ve ölü haberlerinin çığ gibi üstümüze düştüğü yerde kaldık. Her haksızlığı her hukuksuzluğu daha büyüğüyle kapatıyorlar. İnsafın sınırlarını bile yerle bir ettiler. Bir adım öncemiz aranan, bir adım sonramız haksızca tutuklanan, kaçarsak vur emriyle peşimize düşülen, annelerin acılarını yakarak ısındığı meydanlara çıkardılar bizi. Bir adım sonrası cinnet olan halde kaldık.
Aynalar işsiz, odalar boş, sofralar toplanmamış, uykusu yerlere saçılmış, çıkanın bir daha dönmediği evlerimizde çalınmayan kapıların sessizliğinde kaldık. Mühür altına alınmış bir hayattır her birimizin yaşadığı.
Ölülerde vedalaşamamış sağ, sağlarda bir türlü soğumayan ölüm acısı olarak kaldık.
Elbet tümden unutmadık, bir yerden güneş doğup sabah oluyordu bir yerden güneş batıp akşam oluyordu. Yani sıradan yaşadığımız günlerimiz de vardı. İçeride ya da dışarıda fark etmiyor, o günler artık çok geride kaldı. Şimdi her birimizin hayatı sokak aralarındaki elektrik tellerine asılı rüzgârda sallanan ayakkabılar gibi...
Yazılmış da adresine vardığı halde açılıp okunmamış mektuplar gibi kaldık. Yüzümüzden gözlerimiz, ağzımızdan dilimiz, kol ve bacaklarımız bizden alınmış gibi hayatta kala kaldık. Tüm bunları bizi can derdine düşürüp bezdirerek yaptılar. Arkadaşlığı, amaç birliğini, sözün ağırlığını, konuşabilmenin mutluluğunu, paylaşmanın tadını bozup birbirimizin hayatına nifak tohumu eker hale getirdiler bizi. Usul erkan tam orada uçup gitti. Herkes söylediği sözle baş başa kaldı.
Aklını tümden yitirdi hayat. Vicdanı su alıyor okyanusta bir şilep gibi. Geri dönsek bile çok uzakta kara. Gök bir ah gibi inmiş üstümüze, yer desen kötülüğün anayurdu olmuş. Taş atsan yetişmez, dua okuyanların dudaklarında yandı. Dibi yok kötülüğün. Hıçkırıkları ve inlemeleri tanrı besliyor durmadan, duyan ve kaydını tutan yok. Islaktık, kurumuyor hiçbir sözcüğümüz. Yaşamakla değil, ölüm ve zulümle anılıyor adımız. Gözyaşlarımız yolda yakalanmış birer suçlu, gözlerimiz suça ortak sayılarak bağlanıyor. İstiyorlar ki her birimiz onlara can verelim, yaşam onların elinde kalsın istiyorlar.
Vurulmuş bir bulut son damlasına kadar yağsa, sular sel olup bu halimizi üstümüzden silip temizlese...
Sevmeyi, birbirini özlemeyi, sevdiklerimizin üstüne titremeyi, gözümüzü gidenlerin yoluna dikip geri dönmelerini beklemeyi bizden alıp, bizi kara bir öfkeyle baş başa bıraktılar. Ve onlar bizden daha iyi biliyorlar, gidenlerin onlar kalanların biz olacağımızı.