‘Kanun Hükmü’nü izledim

Film FETÖcü’ filan değil, alakası da yok. Peki sansür nedeniyle iptal edilen ve tekrar düzenlenecek olan Antalya Film Festivali'nde gösterilecek mi? Belediye Başkanı, popülist birkaç gösteriyle ‘zararsız’ bir festivali tercih edecek gibi görünüyor.

Bu film, iktidar çevrelerinin dile getirdiği gibi ‘FETÖcü’ filan değil. Alakası da yok. 15 Temmuz’dan sonra devletin içindeki Fettullahçıları temizlemek için çıkartılan kanun hükmünde kararnamelere nasıl da ‘istenmeyen’ herkesin dahil edilip sorgusuz sualsiz işten atıldıkları biliniyor… Bir gecede tüm hayatı alt üst olan bu insanların bir kısmı uzun hukuki mücadelelerle işlerine dönebildi. Bir kısmı ise hala muktedirlerin tabiriyle ‘sivil ölüm’ü yaşıyor.

Nejla Demirci’nin çektiği belgesel Kanun Hükmü işte bu insanlardan ikisini anlatıyor. Kardiyoloji uzmanı doktor Yasemin Demirci ile ilkokul öğretmeni Engin Karataş’ın hikayesi. Her ikisi de Bodrum’da yaşıyor ve çalışıyorlar. Her ikisi de işine çok bağlı, belli ki idealist ve aktivist insanlar. Her ikisi de sendika üyesi. Onların işten çıkartılmalarının arkasında yatan sebebin de bu olduğunu anlıyoruz filmi seyrederken. Fetullahçı olmaları değil, tam tersine muhalif, solcu devlet memurları olmaları…

Bir gün Yasemin Demirci’yi arayan bir arkadaşı ‘Resmi Gazete’yi gördün mü?’ diye soruyor. Neden görsün ki? Resmi gazeteye bakmak gibi bir alışkanlığı yok tabii ki her normal birey gibi. Ama orada bir liste var ve Yasemin Demirci’nin de adı o listede… Neden işten atıldığını hiçbir zaman öğrenemiyor. Bu kararlar itiraza kapalı olduğu için hakkını da arayamıyor. Bir takım komisyonlara verilen akıbeti belirsiz dilekçeler hariç yapabileceği hiçbir şey yok. Çok sevdiği doktorluk mesleğini yapamaz hale geliyor. Tıp fakültesine girdiği 17 yaşından beri hastanelerde geçen ömrü birden bir boşluğa sürükleniyor. “Muayene odam çok güzeldi, perdelerini kendim almıştım” diye anlatıyor Yasemin Demirci. Ama hastalarından kopmuyor, onu seven, ona inanan hastaları da kendisini yalnız bırakmıyor. Evlerinde ziyaret ederek tedavilerini sürdürüyor. Bağlı bulunduğu sendika çok sayıda eylem yapıyor. Bu eylemlere Yasemin Demirci’nin hastaları da katılıyor. Belgeselde de doktorlarını nasıl sevdiklerini onun Bodrum Devlet Hastanesi’nden çıkartılmasının nasıl bir kayıp olduğunu anlatıyorlar.

Yıllarca tek bir boş zamanı olmayan, yorgunluktan küçük molaların hayalini kuran Dr. Yasemin Demirci, artık vakit geçirmek için kendini ev işlerine veriyor. Onu harıl harıl evini temizlerken görüyoruz, arkadaki açık televizyonda ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuşuyor. Filmin iktidar çevrelerinin hışmını çekmesinde en çok bu, Erdoğan’ın televizyon konuşmalarının olduğu bölümlerin yer aldığı söyleniyor. Hatta filmin fragmanında da yer alıyor bu anlar. Yönetmen Nejla Demirci de filmi izlemeye dahi gerek görmeyen Bakanlık yetkililerinin bu fragmandan yola çıkarak karşı tavır aldıkları görüşünde…

Filmin diğer kahramanı Engin Karataş ise Yasemin Demirci’ye göre daha yalnız görünüyor. Tek başına, bir zamanlar çalıştığı okulun önünde eylemler yapıyor. Yere ‘İşimi geri istiyorum’ yazıyor ve gelen geçene anlatıyor, “Ben bu okulda çalışıyordum. Adaletsizce öğrencilerimden ayrı düştüm”… Sürekli polisle köşe kapmaca oynayarak, yaratıcı, ilgi çekici yöntemler bularak bıkmadan usanmadan sürdürüyor eylemlerini. Yere yazıyı bazen suyla yazıyor; kuruyup gidiyor. Bazen pirinçle yazıyor, bazen her dilde kartonlarla. Bazen balonlara asıp uçuruyor, bazen bir tekneyle denize açılıp pankartını açıyor. Bazen öğrencilerine mektup yazıp kağıt uçaklar halinde okulun bahçesine uçuruyor…

Her defasında polisin gelmesi çok sürmüyor. Pankartları toplatıp onu da karakola götürüyorlar. Kabahatler kanunundan para cezası kesiyorlar her defasında. Ama ne sesini duyan oluyor ne de işine geri dönebiliyor. Kızıyla yaşayan Engin Karataş’ın annesi babası haline çok üzülüyor. Sendika yardımıyla kıt kanaat geçinmeye çalışıyor. Ve okuluna, öğrencilerine döneceği günü bekliyor. Karataş, Dr Demirci’ye göre çok daha yalnız görünüyor. Etrafında onun eylemlerine destek veren pek kimse yok. Kızıyla bir konuşmasında anlıyoruz ki Kürt kimliğinin de onca insan içinde ayıklanıp işinden atılmasında etkili olduğunu düşünüyor…

Yalnızlık ve dışlanma, KHK mağdurlarının en önemli sorunlarından biri. Devletten atıldıkları gibi başka bir yerde de iş bulamıyorlar. Hatta aileleri bile etkileniyor bundan. Dr Yasemin’i ziyarete gelen annesi, birlikte yemek yaptıkları bir sahnede konu komşunun ayağını kestiğinden, sık sık gelen giden birçok arkadaşının ortadan yok olduğundan bahsediyor… Dr. Yasemin de özel hastanelerde bile iş bulamıyor, bulduğunda da durumundan istifade edilmeye çalışıldığını fark ediyor ve uzun süre direnmesine rağmen Bodrum’u ve buradaki hastalarını bırakıp şehri terk ediyor…

Filmin yönetmeni Nejla Demirci, Dr. Yasemin Demirci’nin kardeşi. Ablasının başına gelenler ona bu filmi yapmak için ilham vermiş. Film bu iki mağdurun mücadelesini içine düştükleri çıkmazı anlatıyor. Yapılanların nasıl büyük bir adaletsizlik olduğunu insanların hayatını nasıl mahvettiğini ve onları tanımsız bir çaresizlik içine sürüklediğini gösteriyor. Uzunca bir süresi var, 1.5 saat. Birbiri ardına eylemleri, gündelik hayattan küçük kesitleri izlerken iki kahramanı tanıyor ve olan biteni yavaş yavaş kavrıyoruz.

Yönetmen kamerasını onların hayatına çevirip tanıklık etmeyi tercih etmiş. Dolayısıyla sesini yükseltmeyen, söylev çekmeyen, olan biteni ise izleyicinin kavramasını tercih eden bir film. Nitekim basın gösteriminde tanıdığım filmin yönetmeni Nejla Demirci de bende böyle bir izlenim bıraktı. Çekimler sırasında yasaklamalarla karşılaşan bunları ancak Anayasa Mahkemesi aracılığıyla aşabilen Nejla Demirci “Çekimleri çok zor geçen filmin gösteriminin de kolay olmayacağını biliyordum ama bu kadarını tahmin etmemiştim” diyor. Antalya’da filmin sansürlenmesine, ardından bunun ulusal bir mesele haline gelip festivalin iptal edilmesine şaşırmış. Onca kavganın ortasında o da filminin kahramanları gibi kendini biraz yalnız hissediyor. K

anun Hükmü’nün görmeleri için Bakan dahil Kültür Bakanlığı yetkililerine ulaşmaya çalışmış ama kimsenin pek umuru olmamış. Şimdi filmi böyle siyasi bir tartışmanın odağı olup kaldı. Festivallerde gösterilmesi, izleyiciye sinema salonlarında ulaşması pek mümkün görünmüyor. Nejla Demirci yine de filmini tanıtmaya ve kendini anlatmaya uğraşıyor, fazla sesini yükseltmeden bağırıp çağırıp öne atlamadan…

FİLM ANTALYA’DA GÖSTERİLECEK Mİ?

Hatırlayalım, belgesel film Antalya Altın Portakal’ın yarışmalı bölümüne dahil edilince ortalık karışmış, Kültür Bakanlığı filmin festivalden çıkartılmasını istemiş, diğer bakanlıklar ve devlet kurumları da bu yönde tavır almıştı. Bu baskılar karşısında direnemeyen Antalya Büyükşehir Belediyesi de filmi festivalden çıkartmaya karar verdi. Bu sansür üstüne tüm sinemacılar ortak tavır alıp festivalden çekilince 60. Yılını kutlamaya hazırlanan Antalya Altın Portakal Film Festivali iptal edildi. 1963 yılından bu yana yapılan festival 1979 yılında da sansür tartışmaları nedeniyle iptal edilmiş, 1980 yılında ise askeri darbe yüzünden yapılamamıştı. Onca yıl sonra tekrar iptal edilmesi ise Türkiye’nin bugünkü politik ikliminde mümkün oldu…

Belediye Başkanı Muhittin Böcek, 2023 yılı bitmeden 60. Altın Portakal Film Festivali’ni hiçbir başka kurumun desteği olmasa da düzenlemekte kararlı olduğunu açıklamıştı. Geçen Perşembe günü sinema sektöründen STK temsilcileriyle görüştü. Burada sinema sektörü Kanun Hükmü belgeseli ve diğer filmler olmadan düzenlenecek Altın Portakal’a katılmayacaklarını söylemiş. Antalya Belediyesi de ‘bunu değerlendirmek üzere’ masadan kalkmış.

Genel kanı, Belediye’nin bu konuda iktidara direnme gücü ve niyeti olsaydı zaten festivalin iptal edilmeyeceği yönünde. O zaman Belediye, sansürü kabullenen, Kanun Hükmü’nün ve Türkiye’deki önde gelen sinemacıların olmadığı bir festival yapabilir. Gazete Duvar’da yer alan bir haber de bu yöndeki dedikoduları aktarıyor ve Muhittin Böcek’in Salih Güney’in başkanlığında bir ‘Yeşilçam’ festivaliyle 60. Yılı kapatmak niyetinde olduğunu söylüyor. Tabii bu, festivalin de Antalya’nın da itibarını kurtarmaz. Sansüre direnecek, tüm sektörü bir araya getirecek bir festivale herkes özveriyle destek olur. Böylesi, ana muhalefet partisinin mensubu olan Belediye Başkanı’na da daha çok yakışır. Ama sanki Belediye Başkanı, popülist birkaç gösteriyle düzenlenecek ‘zararsız’ bir festivali tercih edecek gibi görünüyor.


Cem Erciyes: Gazeteci, yayıncı. 1971 doğumlu Cem Erciyes, İzmir Bornova Anadolu Lisesi’ni ve Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. İstanbul Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler dalında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe 1992’de Dünya Gazetesi’nde başladı. Dünya Kitap dergisi ve kültür sanat sayfalarında çalıştı. 1997 yılında Radikal’e geçti. Kültür Sanat Editörü ve Radikal Kitap Eki Yayın Koordinatörü, Ek Yayınlar Yönetmeni gibi görevler üstlendi… 2016 yılında Doğan Kitap’ın yayın direktörlüğünü üstlendi. Halen bu işi yapıyor. Çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde yazıları yayımlandı. TRT’de, Açık Radyo’da kültür sanat ve tarih programları hazırladı, sundu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cem Erciyes Arşivi