kaşıkçı krizi nereye gidiyor?

suudi arabistan’ın mesajı çok açık ve bence başka birçok devleti de bağlıyor: canımızı sıkana dünyanın hiçbir yerinde rahat yok!

önce arap dünyası bu olayla yatıp kalkmaya başladı, sonra dünyanın da gündemine girdi. cemal kaşıkçı’nın kaybolması son iki gündür, en çok konuşulan konu halini aldı. olayla ilgili "sızan" somut ayrıntılar korkunç tabii ama bence düşündürdükleri de az buz değil.

suudi arabistan gibi devletlerin, genel olarak devletlerin ilk insan kaybetmesi değil bu, ama diplomatik bir alanda böyle bir şey daha önce gerçekleştiyse bile kimse hatırlamıyor ki bu tür olayların gözdağı özelliği anlık işlevinin ötesinde. dolayısıyla, cemal kaşıkçı’nın kimliği ve politik görüşleri, durumu anlamak açısından önemli olmakla birlikte konunun en önemli kısmı değil.

dünyanın bu kısmına bakarken "araplar" dedikleri flu, geniş bir topluluk görenler bile bu olayla, artık farklı ülkelerin farklı tutumlar benimsediğini, farklı kamplarda yer aldığını anlamak zorunda kaldı, sanırım.

"muhalif" tanımının, hep iyi’ye ve olumlu’ya işaret ettiği gibi bir yanılsama var. oysa cemal kaşıkçı’nın muhammed bin selman’a önerilerde bulunmanın ötesinde bir karşı çıkışı, suudi arabistan’ın yemen’e karşı savaşını eleştirmenin dışında bir "iyi"liği olduğunu söylemek güç ama dediğim gibi bunun olayla ilgisi çok büyük değil. kaşıkçı’nın gerek suudi rejimi gerekse abd açısından işlevinin gazetecilikle sınırlı olduğunu söylemek de zor çünkü her şeyden önce suudi sarayıyla hep çok iç içe olmuş.

denilenlere göre, cemal kaşıkçı, nişanlısı hatice cengiz’le evlenmek için, önceki eşinden boşandığına dair bir belge almak istiyor. bu belge için suudi arabistan’ın washington’daki büyükelçiliği cemal kaşıkçı’yı türkiye’ye yönlendiriyor. kaşıkçı, bu belge için konsolosluğa girerken bazı tedbirler alma gereğini duyuyor, telefonlarını nişanlısına bırakıyor, bir süre dönmezse arkadaşlarını aramasını tembihliyor. belli ki, kendisini güvende hissetmiyor.

bunun üzerinde düşünmeye değer bence. bu belge, herhangi bir tehlikeyi göze almaya değecek kadar önemli olamaz. cemal kaşıkçı bu belge olmadan da hatice cengiz’le evlenebileceği bir ülke bulabilirdi. bu belgeyi başka yöntemlerle almanın yollarını araştırabilirdi. bu noktada akla üç ihtimal geliyor; cemal kaşıkçı’nın çok büyük bir hata yapmış olması ki bu kadar tecrübeli bir insan bu şekilde yanılabilir mi, bilemiyorum. ikinci ihtimal, kaşıkçı’nın daha vahim şeylerle –örneğin bir suikasta kurban gitmekle- tehdit edilmesi üzerine, böyle bir "sorgu"yu kabul etmiş olması; üçüncü ihtimal bir tehlike olabileceğini tahmin etmekle birlikte bu boyutta bir durumu tasavvur etmemiş olması. (suudi yetkililerin kaşıkçı’nın sorgu sırasında, bir şeyler yanlış gittiği için hayatını kaybettiğini açıklayacakları iddiası da bu ihtimalle örtüşüyor.)

malum, dünya basını birkaç gündür, konsolosluğun ve konsolosluk konutunun incelenmesi meselesiyle meşgul. binanın içinde boya yapıldığı iddiaları, emniyet görevlilerinden birkaç saat önce bir temizlik ekibinin binaya girerken görüntülenmesi bu incelemeye gölge düşürüyor tabii; zaten en pasaklı evde bile o kadar zamanda temizlik yapılırdı! işin uzmanları tarafından, üstelik de bu kadar uzun bir sürede yapılmış bir temizliğin geride ne kadar kanıt bırakacağını bilemiyorum ama bütün bunların amacının "gerçeği, yalnızca gerçeği" ortaya çıkartmak olmadığını akıl edebiliriz.

suudiler, böyle bir operasyon için neden türkiye’yi seçmiş olabilir? bu konuda da çeşitli iddia ve ihtimaller var. bütün olayları türkiye’deki iktidarı merkeze alarak düşünme alışkanlığında olanlar, bunun sebebinin akp’nin ülkeyi güvensiz bir hale getirmesi olduğuna inanıyor. ama daha gerçekçi bir ihtimal, suudi arabistan’ın, katar’a verilen desteği unutmaması ve türkiye’yi cezalandırmak için bu saatli bombayı kucağına bırakması bence.

ancak türkiye hükümetinin, bu krizi, suudi arabistan’dan, ekonomik desteği aşacak tavizler alabileceği bir fırsata çevirdiğini söylemek yanlış olmaz. böyle olaylarda yüksek çıkışlarına alıştığımız tayyip erdoğan, alışkanlığını pek bozmadı ama suudi arabistan’ı da muhammed bin selman’ı da bütünüyle karşısına alan şeyler söylemedi, daha çok konsolosa ve konsolosluk görevlilerine odaklandı. bütün politik gerilimlere rağmen, özellikle bu ekonomik kriz ortamında, suudi sermayesinden uzak durmak anlamına gelebilecek bir hamle onun açısından gerçekçi olmazdı zaten. (örneğin alıcı bulamayan inşaat patlamasında suudi parasının önemini kim gözardı edebilir?) ayrıca suudi arabistan demek mısır ya da birleşik arap emirlikleri de demek. türkiye’nin suriye’den iran’a, bir dizi meselesi açısından bu ülkelerle de ilişkilerini sürdürmesi gerekiyor. o yüzden, -trump’ın herkesten önce ortaya attığı- kaşıkçı’nın kaybolmasının muhammed bin selman’la ilgisinin bulunmadığı, bir takım işgüzar görevlilerin marifeti olduğu iddiası resmi bir açıklamaya dönüşebilir. suudi başkonsolosunun, birleşmiş milletler’in dokunulmazlığının kaldırılması önerisinin ardından ve incelemeye gelecek polis ekibiyle konutta baş başa kalma ihtimali belirmeden hemen önce, türkiye’yi terk etmesi de bu sebeple mümkün olmuştur, bence.

türkiye, kaşıkçı’nın kaybolmasından, elini güçlendirerek çıkacak. bu tür olayların –cemal kaşıkçı’nın kolundaki akıllı saatten telefonuna ses kaydı aktarması gibi- akıl dışı iddialar ve cansız bir bedenin nasıl parçalara ayrıldığına dair vahşi ayrıntılar üzerinden tartışılmasının nasıl sonuçları olacağını zamanla göreceğiz ama suudi arabistan’ın mesajı çok açık ve bence başka birçok devleti de bağlıyor: canımızı sıkana dünyanın hiçbir yerinde rahat yok!

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi