Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Kast sistemi hakkında gelen sorular
Aslında bu hafta Osmanlı modernleşme sürecinde önemli noktalardan birini oluşturan Islahat Fermanı (1856) sonrası Müslüman çoğunluk (millet-i hakime) elitleri arasında egalofobik tepkinin parçası olarak ortaya çıkan ve bilinen ilk siyasi muhalefet örneği kabul edilebilecek olan Kuleli Vakası’nı (1859) ele alacaktım.
Ancak bu köşedeki tarih terslerini takip eden dostlar ve meslektaşlardan gelen sorular ve izahat talepleri nedeniyle böyle bir yazı gerekli oldu.
Örnek vaka olarak Kuleli Vakası tartışmasını gelecek haftaya bırakırken, bu arada ilgililer için bir ön-okuma önerisinde bulunmak isterim: Değerli meslektaşım ve dostum Burak Onaran’ın 2007 yılında Tarih ve Toplum dergisinde yayınlanan “Kuleli Vakası Hakkında ‘Başka’ Bir Araştırma” başlıklı makalesi ile 2016 yılında Toplumsal Tarih dergisinde yayınlanan “Gerici, İlerici, Darbeci... Kuleli Vakası'nı Nasıl Bilirsiniz?” başlıklı makalesini gelecek haftanın tarih tersi için okuma ödevi olarak buraya kaydetmiş olayım. Daha çok vakti olanlara, Onaran’ın (‘Meslek örgütü’ vakası ile karşılaştırmalı olarak) konuyu etraflı bir şekilde ele aldığı 2018 yılında İletişim Yayınları tarafından yayınlanmış “Padişahı Devirmek - Osmanlı Islahat Çağında Düzen ve Muhalefet: Kuleli (1859), Meslek (1867)” başlıklı kitabını muhakkak okumalarını tavsiye ederim.
HİYERARŞİLER MESELESİ
Okurlardan gelen soruların başında, daha önce bu köşenin sınırları içinde kabaca çizmeye çalıştığım eşitsizlikler haritasında yer alan hiyerarşik ilişkinin her düzlemde aynı olup olmayacağı sorusu/uyarısı ile ilgili.
Bilindiği üzere, hiyerarşi tabloları, üst-alt ilişkisini dikey olarak, yani yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru okumamızı sağlar. Genelde piramit şeklinde sembolize edilen hiyerarşi tablolarında dikey boyuttaki konum, yani üstte (yukarıda) veya altta (aşağıda) olma durumu, ilgili kesitin niteliğiyle veya etkisiyle (nüfuzuyla) ilgilidir. Yatay boyutta hacim (büyüklük ve küçüklük, incelik ve kalınlık ya da genişlik veya darlık) ise daha çok ilgili kesitin niceliğiyle (nüfusuyla) ilgilidir.
Mesela sınıfsal düzlem veya genelde siyasi ilişkilerle ilgili konvansiyonel hiyerarşik tablo, çoğunlukla piramit örneğiyle temsil edilir; yani üst sınıflardan alt sınıflara indikçe kesitler niceliksel olarak farklı oranlarda büyür.
Bazen bu, tabanın eşit orantılı giderek genişlemesi şeklinde karşımıza çıkar:
Bazen karşımıza çıkan orantısal olmayan niceliksel büyüme ise dilimlerin genişlemesinin yanı sıra büyüyen yükseklik ile gösterilebilir:
Diğer yandan, toplumsal cinsiyet düzleminde farklı bir tablo karşımıza çıkabilir:
Yani, konvansiyonel (heteronormatif) anlayışa dayalı olarak iki cinsiyetle sınırlandırılan bu düzlemde, kadın ve erkek arasındaki niteliksel (erksel) eşitsizlik ilişkisi, yani nüfuzu gösteren dikey dizilim aynı kalır. Ancak niceliksel olarak (nüfusu gösteren alan/hacim büyüklüğünde) daha az eşitsizlik ve hatta eşitlik söz konusu olabilir.
Diğer yandan tek bir potada toplanan ve modern dönemde ‘sapkınlık’ damgasıyla giderek daha çok görünmez kılınmaya çalışılan ‘ötekiler’ (kadın veya erkek olarak tanımlanmayanlar) veya LGBTIQ+ ise nicelikleri ve kendi içlerindeki çoğullukları açısından ‘bilinmeyenler’ olarak varlıklarını sürdürürler.
Sonuçta eşitsizliğin hâkim olduğu farklı düzlemlerde her şeye rağmen ‘bir arada’ yaşayan bir toplum söz konusu olduğu için, meselenin (haritanın) karmaşıklığının, dinamikliğinin, ve akışkanlığının unutulmaması gerektiğini ve bundan yola çıkarak bütüncül diyalektik yaklaşıma ihtiyaç olduğunu daha önce detaylı olarak açıklamıştım.
KONUMUZ: KOLEKTİF KİMLİKLER DÜZLEMİ
Asıl konumuz olan kolektif kimlikler düzleminde genelde ise şöyle bir tablodan söz ediyoruz:
Yani, hakim olan gurubun aynı zamanda niceliksel olarak da çoğunluk olduğu gözlemlenir bu düzlemde.
Niceliksel olarak azınlığı oluşturan (Nusayri Alevilerin hakim unsur olduğu iddia edilen Suriye gibi) örnekler, (iddia doğru olsa bile) istisnai örneklerdir.
Bu konuda en bariz istisnayı ise Apartheid sistemi altında Güney Afrika oluşturuyordu ki, ırk kategorisine dayalı oradaki tablo, çok basit ve radikal bir örnek oluşturur:
OSMANLI VE TÜRKİYE TİPİ
Osmanlı ve Türkiye özelinde ise tablonun yaklaşık olarak şu şekilde olduğunu söyleyebiliriz:
*****
Elbette Osmanlı özelinde tüm düzlemlerle ilgili tablolarda yatay boyutta gösterilen nicelikle veya hacimle (nüfus) ilgili oransal ilişki, reel durumla birebir örtüşmez. Aslında, niceliksel büyüklükler uzun süre tam olarak bilinmez zaten.
*****
Mesela toplumsal cinsiyet düzlemine bakacak olursak 19. yüzyılda başlayan nüfus sayımlarında ve önceki dönemlerin nüfusuyla ilgili veri sunan vergi vs. ile ilgili kaynaklarda sadece erkekler gösterilir. Kadınlar pek ‘sayılmaya’ değer görülmez!
Her zaman ‘diğerleri’ konumundaki LGBTIQ+ için ise varlıkları ve statüleri hakkında mikro düzeyde bol kaynak bulunmakla birlikte, istatistiki kayıtlarda bu grup karşımıza çıkmaz.
*****
Sayımlarda baz alınan kolektif kimlikler olarak inanç grupları veya milletlere gelince, ne modern-öncesi ne de modern dönemde güvenilir sayımlara sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ayrıca bu düzlemde görünmezler veya sayılmayanlar konumunda olan, çok farklı alt-gruplardan oluşmuş ‘diğerleri’ olarak kabul edebileceğimiz ve en alt kesimi oluşturan Aleviler, Ezidiler vb. gruplar da sayımlarda yer almaz.
*****
Tüm bu gruplar için ‘sayılmamak’, hem saygı duyulmamak hem de sayım sürecinde dikkate alınmamak anlamına gelmektedir. Bu nedenle erk veya nüfuz ilişkisini gösteren dikey boyutta, ‘diğerleri’nin tabloda en alttaki konumu baki olmakla birlikte, niceliksel oranlarını gösteren dilimler, somut istatistiksel bilgiye sahip olmadığımız için mecburen afaki kalmaktadır.
KAST SİSTEMİNİN KRİTERLERİ
İzahat talep edilen daha temel bir mesele, sadece kolektif kimlikler düzleminde eşitsizlikler için kullandığım (Osmanlı ve Türkiye tipi) kast sistemi kavramsallaştırmasıyla ilgili.
Daha önce açıklamaya çalıştığım üzere, kast sistemi analojisinde, otomatikman Hindistan örneği üzerinden düşünüldüğü için kısıtlayıcı özelliklere sahip olmak gibi bir handikap söz konusu olabiliyor. Ancak kast sistemi kavramsallaştırmasının veya modelinin evrensel olduğunu düşünüyorum.
Bunu burada uzun uzun anlatmaktansa, bu konuda uzun yıllar çalışmış olan (daha önce andığım) Isabel Wilkerson’ın Toplumda Kast Sistemi - Bizi Bölen Yalanlar başlığıyla Türkçeye çevrilmiş kitabında yer verdiği evrensel anlamda ‘kastın sekiz dayanağı’ listesine yer vermek istiyorum.
Amerika’da kolektif düzlemde hiyerarşinin en önemli kategorilerinden olan ırka dayalı kast sistemini yıllarca süren bir çalışmayla çok başarılı bir şekilde analiz eden Wilkerson’un, her biri ayrıca ele alınarak tartışılması gereken ‘sekiz dayanak’ modeli, Osmanlı ve Türkiye’de kast sistemini tartışırken neyi kastettiğimi çok iyi açıklayacak niteliktedir:
- İlahi irade ve doğa kanunları
- Kalıtsallık
- İçevlilik – evlilik ve çiftleşmenin kontrolü
- Kirlilik ve saflık
- Mesleki hiyerarşi
- İnsandışılaştırma ve damga
- Yaptırım olarak terör, kontrol aracı olarak zulüm
- Doğuştan gelen üstünlük ve doğuştan gelen aşağılık
Modern Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi bağlamında bu kriterlerin, farklı kategorilerde farklı şekillerde olmak üzere, kolektif kimlik düzleminde gözlemlenen kast sistemini anlamak için çok yararlı olduğunu görmek gerekiyor.
Öyle ki yazarın şu ifadesine “ister modern Osmanlı ve Türkiye olsun” ibaresini de eklemek işten değildir:
“Bunlar kastın dayanaklarını oluşturan, üç büyük kast hiyerarşisinin arasındaki paralellikleri, örtüşmeleri ve ortak noktaları incelerken derlediğim tarihi prensiplerdir. Bu ilişkiler ister Amerika, ister Hindistan ister Nazi Almanyası olsun, bir kast sisteminin üzerine inşa edildiği ilkeler, bir kast sisteminin işleyebilmesi için kültürün ve kolektif bilinçaltının derinliklerine gömülmüş olan inançlardır.” (s. 95, abç.)
Bu köşedeki tarih terslerinde üzerinde durageldiğim, tam da bu “kolektif bilinç altının derinliklerine gömülmüş” olandır. Egalofobi, üstünlük-aşağılık kompleksi gibi (uzmanlık alanım dışındaki) psikoloji kavramlarına başvurmak zorunda kalmam, bu nedenle tesadüf değildir.
Bugün hak, hukuk ve hatta eşitlik mücadelesi veren çoğunluk aydını yazarlar ve aktivistler arasında da sıkça rastlanan bu ‘kolektif hastalık’, öncelikle yüzleşilmesi, sonra da radikal bir tedavi programına tabi tutulması gereken temel bir sorun olarak hepimizi beklemektedir.
Bu hastalıkların köklerini aramak amacıyla bir süredir ele almaya çalıştığım modern Osmanlı dönemini, bu bağlamda yeniden okumaya ve tartışmaya ihtiyaç olduğu açıktır.
Yeri gelince günümüzde karşımıza çıktığı hallerini de konuşacağımız bu hastalığın bugün demokrasi mücadelesi önündeki en büyük engellerden birini oluşturduğuna inandığım için, farklı vakalar üzerinden konunun farklı boyutlarını tartışmaya devam edeceğim.
*****
THE MESELE: DEMOS VE DEMOKRASİ
Kast sisteminde üsttekilerin avantajlarının ortadan kalkması veya aşınması meselesi, doğrudan demokrasi sorunsalıyla, o da daha geniş çerçevede modernleşme süreciyle doğrudan ilgilidir.
Nitekim, modernleşme sürecinde elitler tarafından ulus, cumhur veya demos olarak tahayyül edilen modern toplum, farklı grupları ve/ya tüm bireyleri karar süreçlerine katma, yani bir şekilde kendini yönetme olanağı sunma iddiasına sahiptir:
- Üyeleri eşit ve kardeş olması öngörülen ulusun (yani belli bir etnik grubun veya modern devlet yurttaşlarının) kendi kaderini tayin etmesi anlamında ulus-devlet
- Cumhurun kendini yönetmesi anlamında cumhuriyet
- Demosun kendini yönetmesi anlamında demokrasi
- Çoğunluğu oluşturan emekçilerin veya ezilenlerin, daha doğrusu zamanla sadece onlardan oluşacak olan toplumun (her alanda olduğu gibi ekonomik alanda da) kendini yönetmesi anlamında sosyalizm (toplumculuk).
Ancak eşitlik ve kendini yönetme iddiasına rağmen, bugüne kadar her seferinde ortaya çıkmış eşitsizlikler haritası (konumuz özelinde kolektif kimlikler bağlamında kast sitemi), günümüzün demokrasi krizinin sanıldığı gibi konjonktürel değil, aslında yapısal ve hatta ontolojik olabileceğini gösteriyor.
Paradigma düzeyinde moderniteyi (tarihsel örnekleriyle) dikkate almadan bu krizi tartışmak, kaçınılmaz olarak detaylarda boğulma riski taşımaktadır.
Günümüzün akut sorunu olan demokrasi krizini tartışırken bunu asla unutmamak gerekiyor, ama bu köşenin konusu bugün değil, (!) tarih tersleridir.
O halde, haftaya tarihle devam…
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])