Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Kast sistemi: Kolektif kimlikler düzleminde eşitsizliklerin kaynağı
Osmanlı-tipi kast sistemi, bu köşede sıkça değindiğim egalofobinin (denklik fobisinin) hem nedenidir, hem de bugün sahip olduğu şeklini, yani modern versiyonunu egalofobiye borçludur.
Eşitsizlik düzlemlerinin kısa envanterini sunmaya çalıştığım geçen haftaki yazımın sonunda söz verdiğim üzere, bu hafta, genelde düzlemler-arası ve düzlem-içi kesişimsellik, yani diyalektik bütüncül yaklaşımı tartışacağım.
*****
Ancak daha önce ihmal ettiğim iki meseleye dikkat çekerek başlamak isterim:
- Aslında bariz olmakla birlikte, tüm düzlemlerde sözünü ettiğim ‘eşitlik kavramını’, elbette hak eşitliği ve denklik anlamında kullandığımın altını çizmek isterim. Eşitsizliklerin kaynağı farklı grupların mevcut olması (yani çoğulluk) değildir. Çözümü de farkların ortadan kaldırılması (tekçilik) değildir. Mesele, farklı grupların sahip oldukları haklara erişim ve genelde güç ilişkisindeki konumlanmadır ki aralarındaki hiyerarşi/alt-üst ilişkisinin kaynağı da budur. Bu gerçeklik, çoğu zaman egemen-tebaa, ezen-ezilen, hakim-mahkum, yöneten-yönetilen gibi formatlarla kendini ortaya koyar.
- Kast siteminin (farklı versiyonlarıyla/tipleriyle) geçerli olduğunu iddia ettiğim cemaat veya kolektif kimlik düzlemi söz konusu olduğunda, eşitsizliklerin dayanağı olan kana (aşiret, soy, vs.), inanca (din, mezhep, tarikat, vs.), dil-kültüre dayalı (modern dönemde toplumsal inşaya dayalı) grup(laşma)lara bir kategori daha eklemeliyim: Küresel düzeyde, özellikle ABD’de çok bariz ve önemli bir hiyerarşik ilişki olarak karşımıza çıkan ‘ırk’ veya ten rengine dayalı farklılaş(tır)ma da hesaba katılmalı. Osmanlı söz konusu olduğunda (en azından niceliksel bağlamda) ‘marjinal’ muamelesi gören bu tabakalaşma, zaten ‘kölelik’ üzerinden Osmanlı gündemine girdiği için siyahi gruplar için çok bariz hiyerarşi söz konusudur. ABD’dekine benzer şekilde, en beyazdan en siyaha inşa edilmiş muhayyel renk yelpazesinde ara renklerden de oluşan bir hiyerarşik ilişkinin Osmanlı kast-sisteminde ne kadar ve nasıl yer aldığını söyleyecek durumda değilim maalesef.
Söyleyebileceğim şu: Günümüzde hala varlığını sürdüren Türkiye-tipi kast sistemi, uzun on dokuzuncu yüzyıl modernleşme sürecinde inşa edilen “etnisite-merkezli ulusa dayalı modern Osmanlı-tipi kast sisteminin doğrudan ama daha rafine devamı niteliğindedir. Ki bu da (kategorik olarak çok farklı da olsa) modern-öncesi döneme ait inanç gruplarına dayalı, millet sistemi adı verilen, klasik veya geleneksel Osmanlı-tipi kast sitemine dayanır.
*****
Kesişimsellik Meselesi ve Diyalektik Bütüncül Yaklaşım
Sosyal ve beşeri bilimlerde disiplinlerarası perspektifle birlikte herhangi bir olguyu mümkün olduğunca çok boyutuyla ele alma çabasının gerekliliği de her zaman dile getirilmiştir. Ancak kimlik çalışmaları başta olmak üzere sosyolojik çalışmalarda bugüne kadar bunun yeterince uygulandığını söylemek zordur. Bunu hakkıyla gerçekleştirmenin zorluğu ve kamilen yapmanın imkansızlığı bir yana, gerekliliği konusunda yeterince farkındalık ve duyarlılık olduğunu bile söylemek mümkün değildir maalesef.
Ancak her şeye rağmen, bu yönde perspektif ve yöntem konusunda hedef olarak kesişimsellik (intersectionality), akademi dünyasında az da olsa yaygınlaşmaya başlamıştır.
Esasında bütüncül yaklaşımın (holistic paradigm/perspective) yeniden hatırlanması ve hatırlatılması anlamına gelen bu çağrıya, kadim radikal diyalektik yaklaşım eklenerek bakıldığında kimlik, eşit(siz)lik ve bu bağlamda kast sistemi sorunsalı daha sağlıklı tartışılabilir.
Bu kısa yazı sınırları içinde, bütüncül diyalektik yaklaşımı, geçen haftaki yazıya referansla, şöyle özetleyebilirim: Aynı zamanda hem düzlemler arası hem de düzlem-içre kastlar arası ilişki ağlarını, tüm karmaşıklığı, dinamikliği, muğlaklığı, durumsallığı (situational) ve akışkanlığı ile birlikte anlama çabası.
Belki biz faniler için bunu tam manasıyla gerçekleştirmenin imkansızlığını kabul ederek, çok-katmanlı ve çok-anlamlı yaklaşımı bütüncül diyalektik yaklaşım için asgari koşul olarak kabul edebiliriz.
*****
Düzlemler-arası ve düzlem-içre kesişimsellik
Her şeyden önce şunu söylemek gerekiyor ki toplumsal cinsiyet düzlemi diğer tüm düzlemleri enlemesine keser ve her zaman aynı yönde etki yapar. En kadim ve en yaygın eşitsizlik düzlemi olan toplumsal cinsiyet düzleminin temel iki kategorisinden erkeğin hakim, kadının ise (hakim olmanın tersi anlamında) mahkum konumu her dönem ve her yer için geçerlidir. Toplumsal cinsiyet düzlemindeki diğer kategorilerin konumunu ayrıca tartışmak gerekiyor. Sonuç olarak, herhangi bir düzlemdeki konum ne olursa olsun, erkek olmak avantaj, kadın olmak dezavantaj etkisiyle buna eklemlenir. Dolayısıyla emekçinin veya azınlık inançlarından birinin kadın olması, kendisinin mahkumiyetini ikiye katlarken, erkek olması aynı gruptaki kadınlara göre hala bir avantaj sağlar. Üstelik konuya, ortama, kısaca duruma göre bu düzlemlerden hangisinin daha önemli ve hatta belirleyici olacağı değişebilir. Bezen toplumsal sınıf, bazen de toplumsal cinsiyet düzlemi, eşitsizlik haritasındaki yer konusunda daha belirleyici olabilir. Her zaman her yerde geçerli belirleyici olan düzlem yoktur; tersini iddia etmek belirlenimcilik veya determinizm tuzağına düşürür.
Kolektif kimlikler düzlemindeki eşitsizliğe dayalı tabakalaşmanın Osmanlı’ya özgü bir kast sistemine yol açtığını belirtmiştim. Modern öncesi dönemde inanç, kan veya ırk kategorileri üzerinden oluşan kastlara, modern dönemde dilin, kültürün ve siyasetin merkez rol oynadığı etnisite/ulus kategorisinin eklendiğini de hatırlatmak isterim. Söz konusu olan gelişme, etnisite veya ulusun diğerlerinin yerini alması değil, genelde onlarla sentezlenmesi ile ilgilidir. Modern-öncesi (klasik) Osmanlı’da millet sistemi adı verdiğimiz açık ve net kast sistemi, herkesin bildiği üzere inanç/din temellidir. Özellikle yeni Osmanlıcıların çoğulluk ve hoşgörü söylemi ile yücelttiği millet sisteminin, aynı zamanda açık bir hiyerarşik ilişkiler ağı olduğunun altını çizerek, inanç/din temeline dayalı geleneksel Osmanlı-tipi kast sistemini anlatmayı sonraya bırakıyorum.
Bu konuda söylemem gereken şudur: Ondokuzuncu yüzyılda başlayan modernleşme sürecinin parçası olarak ulus inşa süreçleri sonucunda ortaya çıkan modern kolektif kimlik olarak uluslar, dinsel/inançsal kategorileri dışlamamış, genelde onlarla sentez oluşturmuştur. Örneğin bizzat devlet tarafından inşa edilen modern kolektif kimlik olarak (etnisiteler ve dinler üstü olma iddiasındaki) Osmanlı ulusu bile genelde bir Osmanlı-İslam sentezi olarak karşımıza çıkmıştır. Bunun sivil versiyonu daha sentetiktir.
Bazen sentezin bileşim oranları öyle değişebilir ki İslam-Osmanlı sentezi adını vermek daha uygun bile olabilir. Genç Osmanlılar’ın sivil Osmanlıcılığının ‘Osmanlı’ tahayyülü buna iyi bir örnek oluşturur.
Sonuç olarak, geleneksel/klasik millet sisteminin modernleşme sürecinde tasfiye edilmeyip revizyon üzerinden konsolide olmuş, böylece kast sistemi modernleştirilmiştir.
Bu nedenle, Osmanlı-tipi kast sistemi derken her zaman modern öncesi ve sonrası versiyonları arasındaki kategorik farkın dikkate alınması gerekir.
*****
Toplumsal cinsiyet, sınıf veya dağlı-ovalı düzlemindeki konumla kolektif kimlik düzlemindeki konumun (kastların) kesişmesinin yarattığı karmaşık durumu dikkate almadan, herhangi bir aktörün veya grubun konumunu gerçekçi bir şekilde değerlendirmemiz imkansızdır. Ermeni veya Rum Ortodoks, Alevi veya Sünni Müslüman, Yahudi veya Ezidi olan birinin aynı zamanda örneğin Kuzey Arnavutluk veya Dersim gibi ‘dağlı’ kültürlere ait olması da eşitsizlik haritasındaki konumunu etkiler veya belirleyeni olabilir. Aynen hangi toplumsal cinsiyete sahip olduğu ve hangi sınıfa ait olduğu gibi…
Klasik dönem kast sistemi zaten oranda sınıfsal düzlemdeki konumlarla örtüşür. Her şeyden önce, miri toprak mülkiyetinin (ülkenin) ve mülkün (devletin) tartışmasız sahibi olan hanedanlık üzerinden İslam’ın mutlak üstünlüğü barizdir. Vergi, askerlik, mülkiyet, bürokrasi gibi alanlarda da dinsel/inançsal kimliklerin belirleyiciliği kaşımıza çıkar.
Yani hem modern öncesi hem de modern dönemde dinsel gruplar (milletler) ile sınıflar ve hatta meslekler örtüşebilmekteydi. Belli sınıfın üyeleri arasında dinsel ve daha sonra etnik kimliğe göre odaklaşmalar olabilir; yani emeğin etnik veya dinsel katmanlaşması görülebilirdi. Modern(leşme) dönem(in)de yabancı sermayeye dayalı finans, elektrik, tekstil ve demiryolu sektöründeki ilksel kapitalist işletmelerde karşılaşılan kolektif kimlik (ethnic/religious division of labor) veya toplumsal cinsiyet (gender division of labor) bağlamında dağılım hakkında bugüne kadar çalışma yapılmıştır.
Daha sonra göreceğimiz üzere, kapitalist ilişkilerin daha da gelişeceği Cumhuriyet döneminde bu haritada köylü-şehirli düzleminin etkisi de artacaktır.
*****
Tekrar hatırlatmayalım ki kast sistemi analojisini sadece cemaatler veya kolektif kimlikler düzlemi için kullanıyorum.
Farklı düzlemlerdeki tabakalaşmalar arasındaki fark gözetilmediğinde, ‘kast sistemi’ kavramı aşırı genelleştirilerek ve aslında sulandırılarak her türlü eşitsiz tabakalaşma için kullanılabilmektedir. ‘Sınıf’, ‘Apartheid’ veya ‘ırkçılık’ gibi kavramlar için olduğu üzere...
Bu nedenle kast kavramını dünyanın değişik yerlerinde Hindistan’dakinden farklı versiyonlarıyla, cemaatler düzlemi için, yani ırk, etnisite, inanç veya bölgeye dayalı kolektif kimlikler düzleminde tabakalaşma için kullanıyorum; diğer düzlemler için değil. Ancak her seferinde diğer düzlemlerdeki kategorilerin rollerini ve bunların oluşturduğu karmaşık ve dinamik dengeleri dikkate almak zorunludur.
Okul ders kitaplarından başlamak üzere farklı kaynaklarda, kast sistemi, sadece Hindistan’a özgü bir yapı olarak sunulmaktadır ki bu da kast kavramının aşırı dar bir alana sıkıştırılması anlamına gelmektedir.
Değişik dillerde binlerce çalışmaya konu olmuş kast kavramının kullanımında hem aşırı genişleme (genelleştirme) hem de aşırı daralma (spesifikleştirme) sonucu oluşan tuzaklara düşmeden ve farklı coğrafyalarda farklı dönemlerde farklı versiyonların (tiplerin) karşımıza çıkabileceği unutulmadan kullanıldığında, oldukça işlevsel olabilir ‘kast’ kavramı.
Şimdi durum nedir bilmiyorum, ama benim zamanımda ders kitaplarında kast sistemi anlatıldığı için okumuş herkes bu kavramı ve yaklaşık olarak ne anlama geldiğini bilirdi. Hindistan’a özgü bir olgu olarak öğretilirdi ve egzotikliğine dayalı dolaylı Oryantalist romantizm ihmal edilmeden ‘geri kalmış’ bir ülkeye has ilkelliğin sembolü olarak her şeye rağmen büyük bir sorun olarak anlatılırdı.
Şimdilerde okullarda olmasa bile okul dışı kanallar ve ortamlar (medya) üzerinden çoğu insan genel kültürün parçası olarak öğreniyordur kast sisteminin ne olduğunu.
Ancak öğretilen her ne kadar gerçekten Hindistan’a (daha doğrusu Hindu kültüre/dine) özgü bir şey olsa da aslında dünya tarihinde kast sisteminin sadece Hindistan’la özdeşleştirilmesi doğru olmaz.
Nitekim ‘kast’ kavramının kendisinin kaynağı Avrupa’dır ve Batı dünyasında çok daha geniş bir alanda tabakalaşma için kullanılabilmektedir.
Bu konuda en iyi örneklerden biri olan Amerika’daki ırka dayalı kast sistemini başarılı bir şekilde analiz eden Isabel Wilkerson tarafından kaleme alınan Toplumda Kast Sistemi - Bizi Bölen Yalanlar kitabının Türkçeye çevrildiğini öğrenmek sevindirici oldu.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])