KDP ve YNK’nin ‘risk' ortaklığı

Bölge devletleri ne karar alırlarsa alsınlar, Batı ve ABD’nin, İran’ın elini güçlendirecek, Türkiye’nin bölgedeki yayılmacı emellerine hizmet edecek bir politikaya onay vermesi beklenmemeli.

Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, uzun bir aradan sonra ilk kez Süleymaniye’de büyük bir kitle karşısında konuştu. Barzani, 2017’nin 20 Eylül’ünde yapılan katılımla kıyaslanmayacak ilk kitlesel mitingini Süleymaniye’de 1992 Genel Seçimleri’nde yapmıştı. KDP ile YNK arasındaki uzlaşı sonrasında 1992’de KDP’nin Süleymaniye’de, YNK’nin Duhok’ta düzenlediği mitingler, seçimlerin selameti ve halka özgüven verme açısından da gerekli görülmüş ve yapılmıştı.

Ne yazık ki yakınlaşma çabaları 1994 yılının 1 Mayıs günü Süleymaniye’nin Ranya kasabasında patlayan tek bir mermi ile ters tepti ve yerini ağır bir çatışmaya bıraktı. Kürtler bir kez daha uğursuz bir kardeş kavgasına tutuştu. Bu kardeş kavgası, kaybedilen o kadar canın yanı sıra Kürtlerin en az 10 yılını çaldı.

Kürdistan bölgesinin en az bugün kadar tartışmalı, Irak, İran, Türkiye ve Suriye'nin bugünden daha sert tutumlarla, daha düşmanca yaklaşımlarla engellemeye çalıştıkları 1992 Genel seçimleri, o günlerde KDP ve YNK’nin manevraları sayesinde aşıldı. Bu seçimlerde parlamentonun 100 üyesinin yanı sıra 11 azınlık temsilcisinin seçimi yapıldı ancak halkın seçimlere katılan dört adaydan birine oy vermesine rağmen adaylardan herhangi biri başkan seçilemedi. Bir diğer deyimle YNK lideri Celal Talabani ile KDP lideri Mesud Barzani’nin birbirine yakın oylar alması ‘fifti-fifti’ tabir edilen ‘yeni yönetim’ biçimini beraberinde getirirken ikisinden birinin başkan olmasını sağlamadı. Bu başkan ancak 2005 yılında, Irak Federal Anayasası kabul edildikten sonra seçilebildi.

KDP ve YNK kendi aralarında tekrardan uzlaşıp ‘stratejik ortaklıklar’ kursalar bile şimdiye kadar bu türden kitlesel yakınlaşmalar yaşanmamıştı. Soran bölgesi Kürtleriyle KDP arasında hep sorun olduğunu, yaşanan acılı dönemlerin unutulmadığını, hele Soranların son dönemlerde yaşanan birçok olumsuzluktan KDP’yi sorumlu tuttuklarını hatırlayarak belirtmek gerekirse, kimse KDP'nin Süleymaniye’de düzenleyeceği referandum mitingine büyük bir katılım beklenmiyordu. Soran bölgesi halkının azımsanmayacak bir kesiminin referanduma ihtiyatlı yaklaşması da bu kanaatin oluşmasının bir nedeniydi.

Bu miting yapıldı ve beklenenden fazla bir katılım sağlandı.

Bu mitingin ne anlama geldiğini Türkiye’de geniş bir kesimin, özellikle statükocuların, Kürtlere düşmanlığı meslek edinenlerin dikkatlice okuyacağı inancında değilim. AKP, MHP ve CHP’nin ulusalcıları başta olmak üzere Kürt adını duyduğunda titreme nöbeti geçirenler, Süleymaniye mitingine özel bir anlam vermeden yine hamasi düşmanlıklarla süreci iç siyasetin malzemesi yaparak yönetmeyi sürdürürler.

Onlar öyle düşünedursun. Biz, 25 yıl aradan sonra Barzani’nin bir kez daha Süleymaniye’de kitlelere konuştuğu bu mitinge bakalım. Öncelikle sorulması gereken şu: Bu mitingin kitlesel geçmesi, KDP’nin öznel başarısı mı?

Hiç sanmıyorum. Eğer YNK mitinge destek vermese, yani YNK’nin iki kanadının iki önemli ismi, Genel Sekreter 1. Yardımcısı Kosret Resul Ali ile YNK’nin 3 genel sekreter yardımcısından biri olan YNK’lilerin ‘Dayê’ yani ‘Ana’ dediği Celal Talabani’nin eşi Hero Talabani, Mesud Barzani’nin sağ ve solunda yer almamış olsalardı, belki bu mitingi yapmak bile mümkün olmazdı.

Miting şunu da gösterdi. Bağımsızlık referandumunda YNK’nin önemli bir kesimi kaderini KDP ve Barzani ile birleştirdi. Bir diğer deyimle YNK’nin iki önemli kanadı KDP ile aynen 1992’de olduğu gibi risk ortaklığına girdi. YNK’nin bir diğer önemli ismi olan eski başbakanlardan Behram Salih’e gelince; o referandum karşıtlığı yapmamakla birlikte YNK'den ayrılık işaretleri veriyor. İlk adımını da seçimlere ayrı bir liste ile gireceğini açıklayarak verdi.

Barzani, tartışmalı referandum sürecinin son virajında YNK’nin önemli isimleri ile birlikte etkili bir mitinge ev sahipliği yapmanın coşkusuyla olacak ki Süleymaniye'de daha ajitatif konuştu. Bunun yanı sıra hem Bağdat’a, hem bölge devletlerine, hem de referandumun ertelenmesini isteyen uluslararası güçlere somut mesajlar verdi.

Kanımca en önemli mesajı, birçok kesimin merak ettiği referandum sonrasına ilişkin sarfettiği sözlerdi. Evet biliyoruz, referandumdan çıkacak ‘evet’ ile hemen ertesi gün bağımsızlık ilan edilmeyecek. Bu böyle ama sonrasında ne olacağını kimse de kestiremiyordu. Ne kadar tutar, bu süreç ne kadar sorunsuz aşılır bilmiyoruz ama Barzani yaşanacak sürecin işaretini, en azından referandumda ‘evet’e yandaş olanların kanaatini şu sözlerle verdi:

"Referandumdan sonra Bağdat’la, uluslararası güçlerin desteğiyle ciddi, dostane ve doğrudan bir diyalog süreci başlatmaya hazırız. Sonuçta yürüteceğimiz diyalogla tüm sorunlarımızı çözer ve gerekli uzlaşı sağlandığı anda ki bu bir yıl olabilir, iki yıl olabilir, pekâlâ tüm sorunları çözer ve dostlukla, kardeşlikle ‘hadi bize eyvallah’ diyebiliriz."

Süleymaniye’de, bir yanına Kosret Resul Ali’yi, diğer yanına Hero Talabani’yi alan Barzani’nin bu sözleri sadece Irak’a söylediğine inanmamak gerekir. Barzani’nin diyalog çağrısı öncelikle çeşitli ‘kolaylaştırıcı önerilerle’ referandumu ertelemesini isteyenleredir. Daha da direkt denirse, ABD’yedir.

Niye ABD’yedir, onu da bu sözlerden hemen önce dile getirdiklerine bakarak söyleyebiliriz:

"Kürdistan halkının paydaşlarının, ortaklarının şimdiye kadar IŞİD’in önünü kesmek için kanını veren şehitlerin değerini bilmesini ve ‘Bağımsızlık Kürdistan halkının hakkıdır’ demesini beklerdik. Madem onlar ince hesaplarla hareket ediyor, biz de onların bu hesaplarının bir tekinin bile değerini bilmeyiz."

Barzani’nin bu sözlerini kitle coşkuyla alkışlarken, Kosret Resul Ali ile Hero Talabani de bu alkışlara eşlik ediyordu.

Sözün özü şu: Riski ne olursa olsun KDP ve YNK’nin önemli bir kısmı bu riski üstlendi. Batı’nın, özellikle de ABD’nin bu riski üstlenen KDP ve YNK’ye, bir diğer anlamıyla Kürdistan Bölgesi’ne yönelecek İran ve Türkiye’nin tahakkümüne çok kolay onay vereceğini kimse düşünmesin. Bu ülkeler ne karar alırlarsa alsınlar, Batı ve ABD, bir yandan İran’ın elini güçlendirecek, diğer yandan giderek İran’a benzeyen Türkiye’nin bölgedeki yayılmacı emellerine hizmet edecek bir politikaya onay vermesi beklenmemeli.

Son birkaç günde yaşanan kararlılık gösterisi ile yaşanan tablo, Kürdistan Bölgesi’nin en önemli muhalif gücü olan Goran Hareketi’nin yanı sıra YNK’nin muhalif kadroları üzerinde de bir etki oluşturacaktır. Bu güçlerin, referandumu gerekçe ederek Kürtleri boğmaya çalışan, giderek sertleşen bölge devletlerine yandaş tutumlar alacağını da beklememek gerekir.

Doğrudur, Barzani referandum sürecini etkili bir biçimde yönetemedi. Muhalefetin talepleri önemsenmedi, her talebin altında bir bit yeniği arandı, referandum kararının açık ve özgürce çalışan bir Parlamento ile alınması sağlanamadı. Bu tabloda KDP’nin ‘benmerkezci’, YNK’nin ise ‘Goran sendromu’ olarak tabir edeceğimiz tutumlarının ciddi bir payı var. Eğer bu açmazlar zamanında ustaca aşılmış olsaydı, en azından 1992 seçimlerine gidilirken sağlanan ‘kısmi feraset’ sağlanmış olsaydı belki bugün yaşanan sorunların önemli bir kısmı yaşanmaz ve Kürdistan halkı daha özgüvenli biçimde ve çok daha önceden kararını verirdi. Ne yazık ki tüm bu tartışmalar nedeniyle ‘yumurta gelip kapıya dayandıktan sonra’ kararlılık sergilenmeye başlandı.

Artık şu çok belli; referandum yapılacak. Oranı ne olur bilinmez ama referandumdan ‘evet’ çıkacağı da belli. Ancak referandumdan ‘evet’ çıkması, Kürtler arası uyuşmazlığın neden olması olası riskleri ortadan kaldırmıyor. En azından 1992’den 1994’e, yani ‘ulusal uzlaşıdan’ ‘kardeş kavgasına’ gelinirken yapılan hatalar tekrar edilmemeli.

Barzani’nin, "Bir yıl olabilir, iki yıl olabilir, pekâlâ tüm sorunları çözer ve dostlukla, kardeşlikle ‘hadi bize eyvallah’ diyebiliriz" sözünün yaşama geçmesi için sadece KDP’lilere değil Kürdistanlıların tümüne, Kuzey’inden Güney’ine, Batı’sından Doğu’suna bir büyük uzlaşıya ihtiyaç var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fehim Işık Arşivi