Ceren Gündoğan
Kendine Ait Bir Oda
Virginia Woolf’un yazan kadınların cesaret kitabı Kendine Ait Bir Oda, Tiyatro Boyalı Kuş yapımıyla sahnelerde. Oyun, kimin ne dediğine durup takılmadan, bir kadının iç sesinin peşinden gitmesini yine, tekrar söylüyor, hatırlatıyor.
Virginia Woolf’un 1928’de Girton ve Newnham kadın üniversitelerinde “kadın ve kurmaca yazın” üzerine yaptığı konuşmadan doğan Kendine Ait Bir Oda, Jale Karabekir’in uyarlama ve rejisiyle, mekâna özgü tiyatro ve kulak tiyatrosu formlarından sonra yeniden sahnede.
Woolf’un eskimeyen sözü, işaret ettiği erk dinamikleri değişmeden devam ettiği için kadınların kendi olma mücadelesi güncelliğini koruyor. Oyunda, yüz yıl sonrasını merak eden, yüz yıl sonra da kadınlığın baskı altına alınıp alınmayacağını soran Virginia’ya, kendi dönemindeki katılığın özellikle belli toplumlar için devam ettiği cevabını verirken buluyorsunuz kendinizi.
Hayır, sadece belli toplumlar demek eksik kalacak, uygarlıkla medeniliğin kardeş gözükse de ayrı iki kavram olduğunu düşünerek, yeryüzünde kadının, kadınlığın, kadınsı olanın, uygarlığıyla övünen toplumlarda da, hâlâ ayrımcılığa ve şiddete uğradığını, alaya alma yöntemiyle indirgendiğini ve bu listenin uzayıp gittiğini biliyoruz.
Virginia Woolf, düşündü, kritik etti, yazdı, düşüncesini söze döktü. Metni yazdığı 94 yıl öncesindeki durumlar bugün parçalı bulutlu. İran’daki kadınların mücadelesini düşünürsek umutsuz değiliz. Kadınsı, neşeli ve cesur ataklarıyla özgürlük mücadelesi veren kadınları…
80 dakika süren oyunda, iç sesini, yazma sürecini seyirciye yönelik kritik eden Virginia’yı Pelin Oruç ve onun anlatımlarına göre, profesör, rahibe, en yakın arkadaş ve başka birçok rolle Seda Elhan oynuyor. Virgina Woolf’un fısıltıları bitimsiz iç sesi sık sık araya giriyor.
Yönetmen Jale Karabekir, kadınlara para kazanmalarını ve kendilerine ait bir odaları olmasını vurgulayan yazara, bunu kabul ettiğini, yine de yazarın sınıfsal aidiyetinden dolayı onun için bunun çok daha kolay olduğu şerhini düşüyor.
Virginia Woolf’un bıraktığı yerden feminist kritik devam ediyor.
“Örneğin erkeklerin edebiyatta asla erkeklerin arkadaşları, asker, düşünür, hayalperest olarak değil de sadece kadınların sevgilileri olarak temsil edildiğini varsayın; Shakespeare’in oyunlarında ne kadar az yer verilebilirdi onlara; edebiyat nasıl da çekerdi bunun acısını! Othello’dan pek bir şey eksilmezdi; Antonius’tan da öyle; ama ne Sezar olurdu, ne Brutus, ne Hamlet, ne Lear ne de Jaques – edebiyat inanılmaz derecede yoksullaşırdı, tıpkı kadınların suratına kapatılan kapılar yüzünden edebiyatın ölçülemeyecek derecede yoksullaşması gibi.”