Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Kime ne...

Her yıl vergisini vererek içinde oturduğumuz ev, tapusu üstümüze kayıtlı olan mülk bizim mülkümüzdür. O mülkün üstünde istediğimiz gibi konuşur, istediğimiz gibi yaşarız, kime ne...

Nüfusuna kayıtlı olduğumuz bu ülkenin doğusunda bir şehrinde, muhtarını seçtiğimiz bir mahallesinde, tapusu bize ait kapısında hane numarası olan bir evimiz olmasına rağmen her kötü melanet gelip dayanıyor da bir türlü iyilik gelip çalmıyor kapımız.

Yeni doğan çocuklar nüfusta o hane numarasına yazılıyor. Askerlik zamanı gelen oğullarımız için yoklama celbi o hane numarasına geliyor. Yemen’e yollansalar bile asker mektubu yine gelip buluyor o hane numarasını. Okusun diye uzak şehirlere gitmiş çocuklara yollanan harçlık yine o hane numarasından çıkıyor yola... İnşaattan düşüp ölmüşümüz, vurulmuş askerimiz, dağlara yüzünü vermiş pusuya düşmüş gencimizin tanınmaz haldeki cesedinin haberi yine o hane numarasına geliyor. Sevincin kapımızı bir kere çaldığını hiç görmedik bugüne kadar.

Atamızdan-dedemizden kalan veya parasını verip tapusunu aldığımız evimizin olduğu toprak parçasının üstünde, tapusu kuşlarda olan göğün altında, hane numarası bir çivi ile çakılmış evlerde yaşıyoruz her birimiz. İyi ve kötü günlerde kapımızı çalan komşularımız, uzaktan gelmiş dost ve akrabalara sofra kurup yatak serilen evlerimiz var. Yeri gelince kimsenin bilmediği küçük mutluluklarımız, gelen kötü bir haberle içimize çöktüğümüz anlarımız da var o tapusu bizde olan ama sevinci bizde olmayan evlerimizde. Gün uğrar da sevincin yüzü hiç uğramaz o evlerimize...

Hepimiz kayıtlıyız devlet kütüğünde. Mahallede gizliden gizliye bir ‘suç’ yürüse, bir fısıltıyla bir haber düşse dudaklara kapısında polisin bittiği evlerimiz... Küçük bahçeleri ve o bahçelerde çocuklar için dut ağacına salıncak astığımız evlerimiz... Bahçesinde eşilmiş kuyuları, kuyuların başında tulumbalarıyla küçük birer dünya kurduğumuz evlerimiz. Devletin polisi ezbere bilir o evlerimizi. Postacının kapısını çaldığı, elektrik ve su faturasının şaşmaz aralıklarla geldiği, tapusu bize ait olsa da geleceği devlet tarafından ipotek altına alınmış, tapusu ve kederi bizde olan sevinci bizde olmayan evlerimiz... 

Kutup bilmez bizi ama bazen kutuplardan daha soğuktur evlerimiz. Çöl uğramaz bize ama bir sokağa çıkma yasağıyla rüzgârın durmadan aşındırdığı kum tepelerine döner evlerimiz. Güneş doğudan yükselse de şiddet batıdan yükselir evlerimize. İçimizde bir çocuğu büyütür gibi özenle bir şarkı büyütsek de koroya dönünce önü kesilir şarkılarımızın, kimliklerine el konulur. Onu dilinde taşıyanlara, dilinde taşıyanları ona suç ortağı yaparlar. Şarkıların dışarıya adım atmaları mümkün değilken ağıtlar çat kapı girer tapusu bizde olan ama hükmü bizde olmayan evlerimize...

Evlerimizin bahçesine mutlaka gölgesinde oturacağımız üç beş meyve ağacı, tarlalarımıza bizi kara kıştan çıkaracak kadar arpa, buğday ekeriz. Bizim de kendi dilimizde adlarını verdiğimiz içeride kedimiz, dışarıda köpeğimiz, ahırda inadıyla eşek dahil hayvanlarımız, gökte kartalları görünce ortalığı velveleye veren tavuklarımız var. Hep beraber bahara çıkmak için biz hayvanlarımıza hayvanlarımız da bize bakar.

Yeri gelince ziyaret olmuş taşlarla, yeri gelince kapanmış gökyüzüyle, yeri gelince dağ başlarında bir başına yaşayan ardıç ağacıyla konuşmayı bildik. Onlar yaşamaya devam ederek bizi, bizse onların varlığını unutmayarak tuttuk birbirimizi hayatta. Yaşadığımız evrende ağaç, su, çakıl taşı, gök gibi asla birbirine benzemeyen birer beden olduğumuzu bilerek eşitledik kendimizi. Yaprak düşerken insanın yaprağı, insan düşerken yaprağın insanı anladığı bu evrende siz bizi hiç anlamadınız. 

Yaşlılardan devraldığımız yer ayaklarımızın altından çekilip alınsa bile içinde yaşadığımız söz var her evde. Kapılarımız kapalı olsa bile bir illet gibi yayılan salgın hastalıklardan geçip gelmişiz. Geride ölü ve yaralılarımız olmasına rağmen yine de kızamığın, tifo ve veremin mülkü olmamışız. Her seferinde eliyle koymuş gibi hayat gelip bulmuş bizi. Sokaklarda duyduğunuz çocuk sesleri hayatın ölüme galip geldiğinin belirtisidir. Kulak verip anlayın suların ne dediğini. Kurumuş otların kendilerini oradan alıp götürecek rüzgârı neden beklediğini. Hayatı teke indirgeyerek yaşamanın mümkün olmadığını kendinizi yıkarak öğrenin. Anlayın, dilimiz üstünde yeşerdiğimiz toprağımızdır, bizi koruyan çatımız, içinde yaşadığımız evimizdir.

Her yıl vergisini vererek içinde oturduğumuz ev, tapusu üstümüze kayıtlı olan mülk bizim mülkümüzdür. O mülkün üstünde istediğimiz gibi konuşur istediğimiz gibi yaşarız, kime ne...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi