Kitleler ve partiler

Sanıldığının tersine, kitleler partilerin değil, partiler kitlelerin peşinden gider. Tarihi birkaç örneğe bakmamız gerekiyor.

BOLŞEVİK FRAKSİYON

RSDİP içindeki “Bolşevik” olarak adlandırılan kesim, güçlü doktriner eğilimlere sahip bir fraksiyon olmasına rağmen, Şubat 1917’den sonraki süreç içinde coşkun kitlelerin en radikal kesimlerinin, St. Petersburg’un işçi mahallesi Viborg’daki genç radikal işçilerin, barış isteyen halkın, özellikle St. Petersburg’un yakınındaki Kotlin adasında üslenmiş Kronstadt deniz üssündeki radikal bahriyelilerin peşinden sürüklenmiş ve bu fraksiyonun siyaset dâhisi önderi Lenin’in “Nisan Tezleri”yle birkaç ay içinde doktriner küçük bir fraksiyondan, bir kitle partisine dönüşmüş, barış ve ekmek için ayağa kalkan kitlelerden aldığı güçle Sovyetler’de çoğunluğu kazanmış, Ekim’de bir tür darbeyle iktidarı ele geçirmiştir.

Elbette iktidarın ele geçirilmesinden sonraki süreç farklıdır. Lenin, “kitleler mi, iktidar mı?” sorusuna “iktidar” diye net bir cevap vermiş ve radikal kitlelerle bağını koparttığı gibi, ele geçirdiği iktidar sayesinde aynı kitleyi baskı altına almış, Kronstadt bahriyelilerini kırıp geçirmiştir. Bir anlamda, sonradan SBKP (Bolşevik) adını alan partiyle kitlelerin “evliliği” düşük yapmış, “Devrim” ölü doğmuştur. Ya da Bolşeviklerin, kitlelerle birleşmesinden doğan “bebeği” öldürdüğü söylenebilir.

SPARTAKİSTLER

Aynı yıllarda Almanya’da da bir devrim yaşanmaktaydı. 1918 yılında, Wilhelm monarşisinin yıkılmasıyla birlikte Kiel’de “savaşa son” diyerek ayağa kalkan bahriyelilerle birlikte Berlin’de radikal işçiler de, Sovyet örneğinden cesaret alarak radikal bir değişimi zorlamaya başlamıştı. Radikal kitlelerin bu akışı, Sosyal Demokrat Parti’de ve yakın zamanda bu partiden sola doğru kopan “Bağımsızlık”lar içinde küçük bir fraksiyon olan Spartakistleri devrimci kitlelerin temsilcisi olarak görünür bir hareket haline getirdi. Spartakist hareketin önderlerinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, henüz devrim zamanının gelmediğini düşünmelerine rağmen, 1918 Kasım’ında başlayıp 1919 Ocak-Nisan’ında Spartakistlerin ve devrimci kitlenin ezilmesiyle sonuçlanan kalkışmanın peşinden sürüklendiler. Sonuç olarak, kitleleri ayaklandıran, Spartakist (daha sonra Alman Komünist Partisi –KDP- adını alacaktı) hareket değil, Spartakist hareketi ayaklanmaya sürükleyen radikal kitlelerdi. Ne var ki, kararlı ama dağınık kitlelerle, Bolşeviklerden farklı olarak örgütlenmesi ve hazırlıkları yetersiz Spartakistlerin evliliğinden olan “bebek” daha doğmadan ana rahminde ölmüştü.

MDD, DEV-GENÇ

Türkiye sol hareketinin tarihinden de örnek verebilirim. 1960’larda daha eşitlikçi bir toplum özlemiyle kabaran bir kitle hareketi ortaya çıkmıştı. Bu kabarış Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) yarattı. Kısacası, kitle kabarışının nedeni TİP değil, TİP’in büyümesinin nedeni kitle kabarışıydı. Ne var ki, bu kabarış, görece formel ve parlamentarist özelliklere sahip TİP’i aştı ve bu sefer anti-emperyalist bir kitle hareketine dönüşerek MDD hareketini ya da Dev-Genç’i yarattı. Ne yazık ki, bu hareket, yükselen kitle hareketiyle uyum sağlayacak birleşik ve aklı başında bir önderliğe sahip değildi. Kitlelerin taleplerini kitle hareketinin akışı yönünde konsolide etmek yerine, biraz da, aslında geri çekilme sürecine girmiş olan kitlelerin teşvikiyle “öncü savaşa” girişti ve “ana rahmine” bile düşmeden toplumun labirentlerinde yok edildi. Kitle hareketi ise, bundan sonraki yıllarda “meşruiyetçi” bir yol izleyerek bu sefer Ecevit hareketinin ortaya çıkmasını sağladı.

YENİ TİP

Bugün yeni Türkiye İşçi Partisi (TİP) tartışılıyor. TİP’in, 1960’lardan beri solda görülmemiş ölçüde (bir de 1990’lardaki kısa süreli ÖDP örneği var tabii) bir heyecan yaratması, önemli bir üye ve oy potansiyeline ulaşması nasıl değerlendirilmelidir? Bunun nedenini Meclis’te dört TİP üyesinin ya da yöneticisinin bağırıp çağırarak konuşma yapmasına bağlamak pek basit bir değerlendirme olur.

Yukarıda verdiğim örnekleri göz önüne alacak olursak, TİP’in bugünkü gelişmesinin nedeni, TİP’in kendi varlığından çok, toplumda özellikle Gezi direnişiyle birlikte özgürlükçü sol bir kitlenin oluşmuş olmasıdır. Bu kitle kendisine akacağı bir mecra arıyordu, bunu TİP’te buldu. Neden TİP’te buldu da bir başkasında değil.

Çünkü, soldaki bütün parti ve örgütler içinde en az doktriner olan, farklılıkları kucaklayan, görece çoğulculuğa açık olduğu izlenimi veren parti TİP’ti. Soldaki, özgürlükçü mücadeleye yatkın kitle kaçınılmaz olarak bu alana doğru aktı ve bir anlamda TİP’i kendi istekleri yönünde şekillendirdi. Bir metaforla izah edecek olursak, bu kitle “âşık olacağı” bir örgüt arıyordu, TİP’e “âşık oldu”. TİP de bu “aşk”a karşılık verdi örgüt olarak. Bu “aşk”ın, aşkların çoğunda olduğu gibi bir illüzyon olup olmadığını zaman gösterecek.

Umarım, gelecekte yaşanacaklar, “mutlu aşk yoktur” dizesini bir kere daha haklı çıkartmaz.


Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gün Zileli Arşivi