Doğan Özgüden
Kızılcıklar olurken Sol’un seçim sınavı
Tam dört yıl önceydi... İslamo-faşist despotizmin 2016 çakma darbe girişimini bahane ederek daha da kök ve dal budak saldığı Türkiye'nin bir yıl sonra, 24 Haziran 2018'de yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine hazırlandığı günlerdi...
Avrupa Sürgünler Meclisi'nin 22 Ağustos 2017'de paylaştığı "Kızılcıklar oldu mu? Olacak mı?" başlıklı bir yazımda sormuştum:
Türkiye’nin üstüne çöreklendiği bu karanlık dönemde bahar ne zamana?
İleri yaşta geçirdiğim bir dizi ameliyatın sarsıntıları hafifleyince Voltaire Caddesi'nin öteki yakasında Josaphat Parkı'nı binbir güçlükle arşınlarken kızılcık ağaçlarının o güzelim meyvelerini pıtrak pıtrak yere döküşüyle büyülenmiştim..
Kızılcıklar beni birden yarım yüzyıl önceye götürmüştü... Türkiye İşçi Partisi'nin ilk örgütlenme günlerinde partili yoldaşlarımızdan Erdem Buri'nin derlediği, eşi Tülay German’ın da enfes sesi ve ajitatif ritmiyle söylediği, kavgamızın rengini dile getiren o güzelim Keşan türküsünü anımsamıştım:
Kızılcıklar oldu mu,
selelere doldu mu hey.
Gönderdiğim çoraplar,
ayağına oldu mu?
Tülay o güzel sesiyle daha sonraki sürgün yıllarında Türkiye devrimcilerinin direnişini tüm dünyaya tanıtacaktı… Onun büyük aşkı ve yaratıcı eşi Erdem'i ise 2 Ocak 1993'te kaybedecektik, Tülay da o acıyla sahne yaşamından çekilecekti…
Türkiye’deki TİP döneminden bir kızılcık anısı daha vardı ki unutmak mümkün değildi…
Sürgüne çıkmadan önceki son kışımızdı İstanbul’da… Efsanevi 15-16 Haziran direnişinin ardıcıl sarsıntıları sürüp gitmekteydi… Kısa süre önce yapılan Türkiye İşçi Partisi 4. Kongresi parti yönetiminin fiilen bölünmesiyle sonuçlandığı için, partinin kurucularından DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler ve arkadaşları birleştirici yeni bir sosyalist örgütlenmenin yoklamalarını yapmaktaydı…
Bir akşam Maden-İş yöneticilerinden Şinasi Kaya ile birlikte Kazancı Yokuşu’ndaki evimize geldiğinde, saatlerce süren siyasal görüşmeleri İnci’nin yaptığı "kızılcık votkası"yla noktalamıştık. 1962’den beri yakından tanıdığım, dostlarıyla özel görüşmelerinde dahi "başkan ağırlığı"nı hep koruyan Türkler o gece ilk kez tattığı kızılcık votkasından öylesine hoşlanmıştı ki bir kadehle yetinmemiş, görüşmemiz tam bir yakın dostlar sohbetine dönüşmüştü...
Kemal Türkler'i de ne yazık ki, o geceden tam on yıl sonra, 22 Temmuz 1980'de faşistlerin alçakça saldırısında kaybedecektik.
2017’nin üzerinden dört yıl geçti… Bugün de Artı Gerçek’e haftalık yazımı yazmaya başlamadan önce memleketlerindeki yaz tatilinden dönen Türkiyeli, Faslı, Cezayirli, Makedonyalı göçmen dostlarımla buluşmak için yine dört yıl önceki gibi Josaphat Parkı’ndaydım… Ve de kızılcık ağaçları yine o güzelim meyvelerini pıtrak pıtrak yere dökmüştü.
Kafamda yine aynı soru: Türkiye’nin üstüne çöreklendiği bu karanlık dönemde yeni bahar ne zamana?Her ne kadar 2018’de yapılan genel seçimler baharı getirememiş olsa da, 2019’de yapılan yerel seçimler, en azından AKP’nin metropollerde yenilgiye uğratılmasıyla, yeni baharın geleceği umutlarını güçlendirmişti.
İslamo-faşist iktidarın hem sosyo-ekonomik planda, hem de uluslararası ilişkiler planında günden güne tam bir bataklığa saplanmakta olması nedeniyle yaklaşmakta olan yeni parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, karanlığı yırtma umutlarını daha da güçlendirmiş görünüyor.
Her ne kadar belirlenmiş takvime göre her iki seçimin cumhuriyetin 100. kuruluş yıldönümü olan 2023’te yapılması gerekse de, koşulların zorlamasıyla önümüzdeki yıl erken seçim için sandık başına gidilmesi pek de sürpriz olmayacak.
Cumhurbaşkanlığı seçimi daha çok kişiler düzeyinde bir düello niteliği taşıdığından, Tayyip Erdoğan’ı Beştepe’deki sarayından defedecek demokrat nitelikli yeni bir cumhurbaşkanının seçimi, her şeyden önce ana muhalefet partisi CHP’nin tutumuna bağlı…
2014 seçiminde islamo-faşist cepheden Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, 2018 seçiminde kendi partisinin eyyamcı kesiminden Muharrem İnce’yi aday gösteren Kılıçdaroğlu, bu kez de "Eh artık, hakettim!" diyerek kendisini ya da kendine benzer birini aday gösterirse, Tayyip’in seçimi üçüncü kez götürmesi hiç de sürpriz olmaz…Yeni seçimde önemli olan, Beştepe sarayına kim yerleşirse yerleşsin, başkanlık sistemini noktalayıp güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişi sağlayacak bir Meclis çoğunluğunun oluşturulması…
Hasan Cemal’in önceki gün t24’te verdiği ön bilgiler çok önemli: "Anayasayı referanduma gerek kalmadan Meclis’te değiştirmek için üçte iki çoğunluk, bir başka deyişle 401 milletvekili lazım. Bu da yüzde 57-58 oy demek ki, kolay değil bu oy oranını yakalamak... Erdoğan-Bahçeli ikilisi, Millet İttifakı'nın Meclis'te üçte iki çoğunluk yolunu tıkamak için seçim sistemini değiştirmeye hazırlanıyor. Millet İttifakı’nın, özellikle Kılıçdaroğlu'yla Akşener'in Erdoğan'ı indirmek için oyunu çok iyi oynamaları şart… Bu çerçevede HDP’nin dışlanmaması bir başka ön koşul…"
Ergun Babahan da Artı Gerçek’teki "Erdoğan tükendi ama muhalefette de ışık görünmüyor" başlıklı yazısında uyarıyor: "Kamuoyu araştırmaları AKP ile birlikte muhalefetin de oy kaybettiğini gösteriyor. Gücünü koruyan tek parti HDP, o da disiplinli Kürt seçmeni ve partinin sürekli sokakta ve meydanda olması sayesinde. Gelecek vizyon ve hikayesi olan tek parti şu anda HDP. CHP’nin en büyük sıkıntısı ise devlet partisi olması. Kadrolarının en kilit noktalarının bu isimler tarafından doldurulmuş olması. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu arasında yaşanan örtülü savaş partinin bir başka handikapı."
Yaklaşan parlamento seçimlerine katılması beklenen muhalefet partileri sadece Millet İttifakı’nı oluşturan CHP, İYİP ve SP’den ibaret değil… Sağ cephede düne kadar Tayyip’in tüm icraatını desteklemiş, sorumluluğunu paylaşmış olanların oluşturduğu Gelecek Partisi ve Deva Partisi de Millet İttifakı’yla aynı safta seçime katılabilir.
Önemli olan, Meclis’te grubu olan siyasal partiler arasında bugüne kadarki mücadelesiyle ve yaptığı çağrılarla inanılırlığını ve güvenilirliğini defalarca kanıtlamış olan HDP’nin Tayyip diktasının komplosu sonucu olarak kapatılmadan bu seçime katılabilmesi… Kapatılacak olursa da, geçmiş deneylerde olduğu gibi aynı çizgideki bir diğer partinin seçimlerde onun yerini alabilmesi…
Ayrıca şurası unutulmamalı ki, HDP dışında önümüzdeki seçimlere gerekli koşulları yerine getirdiği takdirde doğrudan katılabilecek ya da, bu mümkün değilse, bir başka sol partiye ya da sol ittifaka destek verebilecek sayısı 20’yi aşan çeşitli sol partiler var.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 4 Ağustos 2021’te yaptığı bir açıklamaya göre Türkiye’de halen toplam 14 milyon 440 bin 900 üyeye sahip 107 aktif siyasal parti bulunuyor.
Tüm bu partilerin Türkiye siyasetinde nicel ağırlıklarını ortaya koyabilecek iki kriter mevcut: İlki son genel seçimlerde elde ettikleri oy, diğeri de günümüzdeki üye sayıları…
2018 genel seçimindeki oy oranları
AKP: 21.338.993 (%42,56), CHP: 11.354.190 (%22,65), HDP: 5.867.302 (%11,70), MHP: 5.565.331 (%11,10), İYİP: 4.993.479 (%9,96), Saadet Partisi: 672.139 (%1,34), Hür Dava Partisi: 155.539 (% 0,31), Vatan Partisi: 114.872 (% 0,23).
Partilerin Ağustos 2021’deki üye sayıları
AKP: 11.000.589, CHP: 1.288.226, MHP: 475.338, İYİP: 408.696, Saadet Partisi: 270.979, HDP: 40.678, Genç Parti: 35.030, Gelecek Partisi: 32.290, Demokratik Sol Parti: 31.045, Büyük Birlik Partisi: 29.192, Vatan Partisi: 19.281, Deva Partisi: 15.862, Hür Dava Partisi: 9.180, Demokratik Bölgeler Partisi: 7.043, EMEP: 5.355, Liberal Demokrat Parti: 5.227, Sol Parti: 5.156, Türkiye Komünist Partisi: 4.700, Türkiye İşçi Partisi: 4.541, Türkiye Komünist Hareketi: 1.083, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi: 1.047, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi: 490, Ezilenlerin Sosyalist Partisi: 387, Halkın Kurtuluşu Partisi: 348, Emekçi Hareket Partisi: 242, Toplumsal Özgürlük Partisi: 132, İşçinin Kendi Partisi: 105, Birleşik Devrimci Parti: 103, Özgürlük ve Sosyalizm Partisi: 93, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi: 81, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi: 70, Türkiye İşçi Köylü Partisi: 38, Komünist Parti: 34, Devrimci İşçi Parti: 33, Barış ve Eşitlik Partisi: 20, Sosyalist Emekçiler Partisi: 17.
Bu resmi sayıları verirken şunu da hatırlatmak gerekir… Bu listede yer alan üye sayıları bir partinin gerçek militan sayısını, hattâ katılabileceği herhangi bir seçimdeki gerçek oy potansiyelini asla yansıtamaz.
Örneğin, AKP’nin 2018’deki oy sayısı 2021’deki üye sayısının sadece 1,94 misli iken, CHP’nin 2018’deki oy sayısı 2021’deki üye sayısının 8,81 misli, HDP’nin de 2018’deki oy sayısının 2021’deki üye sayısının tam 144,24 misli olduğu görülüyor.
Bu örnekler dikkate alındığında, yukarıdaki listede yer alan ve sürekli devlet terörüne maruz kaldıkları için tüm militanlarını ya da taraftarlarını "üye" olarak göstermeyen sol partilerin de seçime katılabilmeleri halinde alacakları oyun ilan edilen üye sayılarının çok çok üstünde gerçekleşeceğinde hiç kuşku yok.
Önümüzdeki parlamento seçimlerinin Anayasayı referanduma gerek kalmadan Mecliste değiştirebilecek üçte iki çoğunluğu sağlayabilmesi için başta HDP olmak üzere seçime katılabilecek sol partilerin önereceği bir demokratikleşme programına Millet İttifakı’nı oluşturacak partilerin de itirazsız, çekincesiz imza koymaları, sol partilerin göstereceği adayların seçimini engelleyecek kirli oyunlara başvurmaması gerekir.
Aynı anlayışın seçime tek başına ya da bir koalisyon bünyesinde katılabilecek olan sol partilerin kendi aralarında da var olması Meclis’te anayasayı değiştirebilecek üçte iki çoğunluğu sağlamanın olmazsa olmaz koşuludur.
Sol hareketimizin geçmişinden her daim üzüntüyle anımsadığım iki seçim dramı:
1965 seçimlerinde tüm sol tarafından desteklenen Türkiye İşçi Partisi oyların yüzde 3’ünü alarak Meclis’e 15 milletvekiliyle girmiş, bir dönem Türkiye’nin siyasal gündemine damgasını vurmuştu. Ne ki, bir yandan 1966 Kongresi’nin ardından başlayan üye tasfiyeleri, 1968 yılında partinin üst kademesinde patlak veren iç hizipleşmenin milletvekili adaylarının belirlenmesini de etkilemesi yüzünden TİP’in oy oranı 22 Ekim 1969 seçimlerinde yüzde 2,7’ye, milli bakiye sistemi kaldırıldığı için de Meclis’teki milletvekili sayısı 15’ten 2’ye düşecekti.
Benzer dram 12 Mart darbesinden sonra solun yeniden partileşmeye başladığı 70’li yılların ikinci yarısında da yaşanmıştı… 12 Eylül 1980 darbesinden bir yıl önce, 14 Ekim 1979’da yapılan Cumhuriyet Senatosu C Grubu seçimlerinde, İstanbul’da bir senatörlük için Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi ve o dönem illegalde olan Türkiye Komünist Partisi tek ortak aday üzerinde anlaşacak yerde farklı adaylar göstermiş, TKP’nin desteklediği bağımsız aday 20.215, TİP adayı 12.969 oy alabilmiş, TSİP’in adayı ile bir başka bağımsız sol adayın oyları ise 5.000’in altında kalmıştı.
Evet, seçimler yaklaşıyor… 20’den fazla siyasi partide örgütlenmiş sol hareketimiz, İslamcı faşizmin büyük bir azgınlıkla Türkiye’nin üstüne çöreklendiği bu karanlık dönemin bir an önce sonlandırılmasına katkıda bulunmak için ne yapacak?
HDP’nin dün toplumun mevcut iktidardan acı çeken bütün kesimlerine yaptığı "Demokrasi İttifakı" çağrısı bu bakımdan son derece önemli… Bu çağrıya özellikle sol partilerin vereceği yanıt da aynı derecede önemli…
Evet kızılcıklar çoktan oldu… Şimdi "Demokrasi ittifakı"nı oluşturma, onu en kısa zamanda iktidar yapma zamanı…