Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Kolay büyümüyor çocuklar...

Bugün açlık grevleri için sokağa dökülen anneler gibi az şey yaşamadı annelerimiz. Kolay büyümüyor çocuklar...

Biz üç ayrı evin, üç en büyük erkek çocuklarıydık. Bizden sonra doğmuş erkek kardeşlerimiz vardı her üçümüzün de. Sako mahallesinde o yıl çocukluğumuzdan basamak basamak çıkarak ilkokul 4. sınıfa varmıştık. Gazi Osman Paşa İlkokulu'nda öğrenciydik ben ve Ali. Celal şehir merkezindeki bir ilkokulun öğrencisiydi. Biz üçümüz bir mahallenin içinde, bir üçgenin uçlarında otururduk. Üçgenin kuzeyinde Ali, güneyinde ben, doğusunda Celal otururdu. Batının ömrümüzü yemek için orada, öylece beklediğini bilmeyecek yaştaydık. Evdeki dilimiz başka, okuldaki dilimiz başkaydı. Birini okuldan eve, diğerini evden okula götürmezdik. Kolay büyümedik...

Ben, Celal ve Ali... Üçümüzün de bizden sonra dünyaya gelmiş, birer erkek kardeşi vardı. Zeynel, Fethi ve Hüseyin... Benim ve Celal’in erkek kardeşlerimizden sonra doğmuş çokça kız kardeşlerimiz vardı, Ali’nin bir. Annelerimiz bizim sayemizde arkadaş olmuşlardı. Üçümüz okuldan arta kalan zamanımızın çoğunu beraber geçirirdik. Bazen Harput’a tırmanırdık, bazen taş ocağında birikmiş yağmur göllerinde yüzmeye giderdik. Yaşadığımız yerler yorulup, yaka silkelese de bizden onları dinlemezdik. Kuşlardan eksiğimiz kollarımızın yerinde kanatlarımızın olmamasıydı. Onlar havalanır konarlardı, biz durur dinlenirdik. Nereye gidersek gidelim babalarımızdan önce eve dönerdik. Daha eve dönmeyen kardeşlerimiz olmamıştı. Kolay büyümedik...

Biz üçümüz tanışıp samimi olmadık sadece, iç içe geçtik, birimizin evi diğerimizin olmuştu. Annelerimiz bile ayrım yapmadan, kendileri doğurmuş gibi bakarlardı bize. Sako mahallesinde havalanan kuşlar gibi sesimiz karışırdı birbirine. Evlerimiz ağaç, annelerimiz o ağacın dalı, kardeşlerimiz rüzgârla susmayan yaprak olurlardı. Büyüdükçe gülmenin hemen yanına ağlamayı, sevincin başucuna üzüntüyü koyacaklarını yaşayarak öğrenecektik. Kırıla döküle büyümek kolay olmadı...

Birimizin ayağı değse taşa, diğer ikimizin yüreği kanardı. Kol kanat gererdik birbirimize. Biz Sako mahallesinde üç ayrı evde, soylarını sürdürecek üç ayrı ışıktık dedelerimizin nezdinde. Ninelerimiz hayatlarından kötü günlerini ayıklayarak kalan ömürlerini verirlerdi bize. Birimize bir şey olsa, gölge düşerdi Sako mahallesindeki üç evin üstüne. Üzüntülerimiz yoktu, içine girip çıkmak istemediğimiz kederlerimiz yoktu daha. Büyümenin sadece boy atmak olmadığını o çocuk hallerimizle öğrenerek gelecektik bugünlere. Kolay büyümedik...

Hakkını yemeyeyim Celal ve Ali’nin ama elinden bir şeyler gelen de bendim. Çocukluğumuzda mezarlığın kenarındaki dikenli telleri söküp, Ali’ye telden araba yaptığımı dün gibi hatırlıyorum. Zaten mezarlıkların etrafını tel örgüyle çevirmelerine de anlam verememiştim bir türlü. Deli Nuro lakaplı hocanın anlattığını uygulayıp, pillerin kömürlerini çıkartıp incelterek Celal’le bizim evin arasına telefon hattı çekmeye çalışmıştım. Uzun uğraşmalara rağmen başaramamıştım, bunun hayal kırıklığını iki kibrit kutusu arasına uzunca ip gererek beraber gidermiştik. Evimizdeki karyolanın ayak ucundaki ince boruyu çıkarıp ağızdan dolma tüfek yaptığımı, barutu çok sıkıştırdığım için önden değil arkadan patladığının yarasını hâlâ taşırım sol kaşımın üstünde. O günden beri kendi aletlerimi kendim yaparım, bombalı pankartlar dahil. Bizimkisi çocukluk değil, büyümeye erkenden hazırlanmaktı. Kolay büyümedik...

Önce Celal’in kardeşi Hüseyin’i Elazığ otogarı yakanında bir trafik kazasında kaybettik. Eksilmeye başladığımızı nereden bilecektik ki. Hüseyin’in ölümüyle beraber acının çöktüğü evlerde nasıl yaşandığını o gün öğrendik. Giysen giyilmez, çıkarsan çıkarılmaz bir kıyamet gömleğiydi. Celal’in annesi o gün karalar bağladı. O günden sonra annelerimizin gözyaşlarıyla beslendi yas. Bir sevince adım atar atmaz, kendini hatırlatır bizi azarlayarak içine çekerdi yas. Sonraki yıllarda arkadaşlarımızın ölümünü o günlerde öğrendiklerimizle karşılayıp, sarıp sarmalayarak en güzel yerimizde sakladık. Kolay büyümedik...

Celal’in babası Keko amca, Elazığ Bit Pazarı'nda Suriye’den kaçakçıların getirdikleri İngiliz takım elbiselerini elden geçirip satardı. Ceketçi derlerdi onları satanlara. Omzuna yirmi tane ceketi üst üste koyarak öylece caddeleri dolaşırdı. Tekstilden çok önceydi. O zaman öyle bir sanayi vardı memleketimizde. Katır sırtında balyalar halinde yakalansa kaçak muamelesi görecek olan, vitrinlere çıktığında pazarlıkla alınıp satılan bir işten evine ekmek götürürdü Keko amca. Evi barkı vardı, her sabah evden işine gider, her akşam evine dönerdi. İçkiyi bizim babalarımızdan çok severdi. Bir oğlu toprağa, diğeri cezaevine girince Sako mahallesindeki evini kiraya vererek geldiği yer olan Hozat’a geri döndü. Oradan da oğlu Hüseyin’in yanına göçüp gitti. Kolay büyümedik...

Hüseyin’in ölümünden çok sonra, biz içeride tek tip elbise direnişinde bir don, bir atletle dolaşırken, Zeynel evlenmeden önce sevgisini verip, sevgisini aldığı Ayten’i, getirip tanıştırmıştı benimle. Hem çok sevinmiş hem de don atlet halimle çok utanmıştım o gün. Onların sevgisinde yuva kurup doğan, yoldaşımın adını verdiğim yeğenim Özenç yaş alıp, yaş vererek büyüyüp gelmişti beş yaşına. Biz Aydın’da açlık grevindeyken üçünün bir trafik kazasında ölüm haberini almıştım. Bizden sonra doğmuş kardeşlerimizi kaybetmekle, iki fazlasıyla Celal’le aynı kederi paylaşmıştım. O gün yer yarılsa içine rahatlıkla girerdim. Ölüp ölüp dirilmek nasıldı o gün acıyla öğrendim. Celal Antep’te cezaevindeydi, Ali 12 Eylül’le birlikte yurt dışına çıkmıştı. Birbirimizden habersiz eksiliyorduk. Kolay büyümedik...

Babam gençliğimde cezaevine düşmemem için çok uğraşmıştı. Ben içeri düşünce onun yanında cezaevi yattım. Babam olması yetmemiş gibi baş gardiyanım olmuştu. Ama ben evdeki babamdansa, baş gardiyan olan babamla daha iyi anlaşıyordum. Zamanın MC hükümeti tarafından Mardin’e sürülünce dava açıp geri döndü ama bu defa Elazığ’a değil, Dersim’e. 12 Eylül gelir gelmez dilekçeyi verip emekliye ayrıldı. Onun cezaevinde başımda durduğu kadar, ben de hastanelerde onun başında durdum. Babam bizi bırakıp Zeynel, Ayten ve Özenç’in yanına gitse de her gün yüzümü yıkayan ellerim gibi duruyor hayatımda. Kolay büyümedik...

Fethi’yi Zeynel’den sonra kaybettiğimizi Aydın’da müebbet cezamı yatarken öğrenmiştim. Fethi böbrek yetmezliğine yenilince üçümüzde bizden sonra doğmuş kardeşlerimizi yitirmede eşitlenmiştik. Oysa kardeşlerimiz bizim gibi devlet belasından uzak yaşamışlardı. Biz yaşıyorduk, onlar yaşayamaz olmuşlardı. Tanımadığım tanrı bana ‘Bütün sevdiklerinin ölümünü sana, bir bir yaşatacağım’ diyordu sanki. Sako mahallesinde üç ayrı evde başlayıp, aranmak, yakalanmak ve kaçmakla uzayıp giden hayatımız, bizden küçük kardeşlerimizi kaybetmekle eşitlemişti bizi. Kabul edilir gibi değildi. Kolay büyümedik...

Ali’nin babası Hasan amca, Karayollarından emekli olmuş, jilet gibi giyinen biriydi. Dede çocuğuydu Hasan amca. Bizi oğlu Ali’nin arkadaşları olarak değil kendisinin arkadaşları gibi karşılayıp uğurlardı. Hasan amcayı eve dönerken hatırlıyorum, insana dönerken, suskun yanımla baş başa kalırken hatırlıyorum. Çarşıdan eve dönerken ona rastlıyorum. Sanki yaşasaydı Fethi’yi hayatta tutardı... Kolay büyümedik...

Ben, Celal ve Ali, içine ağlayan dışına gülen üç evin üç büyük çocuklarıydık. Hayat denen şey bizden sonra doğmuş erkek kardeşlerimizin acısını taşımamız için omuzlarımıza yıktı. Sıra bize gelince Celal üçümüzden önce ipi göğüsledi. Biri yurt dışında, biri yurt içinde kaldık iki kişi. Annem bir yılı aşkındır hayattan gideli. Çocukluğumda küsüp baba evine giderken beni beraberinde götürmediği kadar kırgın değilim ona. Bugün açlık grevleri için sokağa dökülen anneler gibi az şey yaşamadı annelerimiz. Kolay büyümüyor çocuklar...

***

Bir halk, ölümün kapısında hayatı emziriyor çocuklarına
Çok uzakta değiller, şurada yanı başımızda
Baksak göreceğimiz, uzansak ellerini tutacağımız yakınlıkta
Bir meyve gibi ağırlığınca sarkan dalın ucunda

Bir halk, gül diker gibi acılarından yeniden filizleniyor

Az ötede, seslensek sesleri olacağımız yakınlıkta...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi